“Her şeyin bir sınırı vardır” deriz. Ama yoktur belki de. Sınır sorunu, önemli bir sorun. İki tarafı birbirinden ayırır. Ya birindensindir, ya da öbüründen. Sınırı geçmek zordur ama geçersen, artık sınırın diğer tarafındasın ve yadırganabilirisin. Hatta geri dönsen de yadırganırsın. Sınır, türleri ve cinsleri birbirinden ayırır ve cins isimleri sınır ayrımına göre belirlenir. Bazen de sınır tanımayanlar olur. Birçok mesleğin “sınır tanımayan” örgütleri de var: Sınır tanımayan gazeteciler, sınır tanımayan doktorlar vb. Onlar kendi mesleklerini gerçekten yapılması gerekenin özüne, doğasına ve etiğine uygun yapabilmek için sınırları tanımazdan gelirler ve sınırları fiilen geçersizleştirirler. Böyle yapmakla da, kendilerini, bir tür ateşe atarlar ve tehlikelere-risklere açık hale getirirler. O işin yapılma biçimlerinden, en zor olan yolu seçmiş olurlar. LGBT kimlikler de sınır tanımayanlardandır. Sınırları aşarlar ve gittikleri yerde, bir daha, sınırın berisindeyken garanti olan birçok avantajı terk etmiş olurlar. Bu, hem bir cesaret işidir, hem de özgürlüğün, ne olmak istediğine karar verme özgürlüğünün kullanılmasıdır. Patriarkal ideoloji, kısaca şöyle der: “Erkekler üstündür ve egemendir. Kadınlar ikincildir.” Ama sınırları geçen ve bedenlerinin biyolojik belirlemelerine uymayanlar, artık derece bile alamazlar. Yani üçüncü bir sıra bile öngörülemez, sınır aşanlara… Patriarkal ideoloji, bu kimlikleri küçümser ve bir anlamda mahkum eder. Ama diğer ideolojiler, örneğin feminizm, bu konuyla farklı bir biçimde ilgilenir ve değerlendirir.
Özgürlüğün sonsuz biçimi ve onu elde etmenin de sonsuz biçimi vardır. Ama cinsiyet sınırları aşmak, bu sınırı aşmak isteyenler için, bu bir anlamda hem sınırlar içinde kalanlara göre daha özgür olmak anlamına gelir, hem de, yeniliklere/ yeni deneylere/ bilinmeyene daha açık olmak… Sınırların belirsizleştirilmesi, tanınmaması, genişletilmesi, anlamını yitirmesinin sağlanması, güç bir uğraş alanıdır. Ancak insanlık deneyimi, sürekli olarak bu sınırları genişletmek ve özgürleşmek doğrultusunda bir öyküdür denilebilir belki... Aslında kent de, insanlık serüveninin, durmadan sınırları genişleten ve özgürlükleri artıran, toplumsal ve mekansal bir alanıdır. Kentler, bir ortaçağ atasözünün söylediği gibi, “insanı özgürleştirir.” Tamam, buradaki özgürlük, belki çok somut olarak, köylünün serflikten kurtulması anlamında bir özgürlüktür. Ancak kentin özgürleştirmesinin burada kaldığını kimse söyleyemez. Kent, insanların özgürleşmesi doğrultusundaki bütün kilometre taşlarının/ kritik kazanımlarının icat edildiği, üretildiği ve kullanıldığı yer oldu her zaman. Özgürlükler, kentlerde uygulanabilir olduğu kadar gelişti. Haklar, kentlerde kazanıldı ve somutlaştı ve etkinleşti. Yeni düşünceler, yeni deneyimler, yeni etik anlayışlar, yeni estetik, kentlerde gelişti ve kent, bütün bu uçlara doğru akıp giden her şeye yataklık etti. Bu nedenle kent, bilimlerin, sanatın ve felsefenin ve özgürlük mücadelelerinin, sınırları zorlayan her şeyin doğal ortamı sayılır. Dünyanın bütün kentleri, elbette, bu işlevleri aynı biçimde ve aynı oranda gerçekleştirmedi. Ama bir kent, bunları gerçekleştirebildiği kadar gelişti ve insanlığın ufuklarını açtı.
Peki, ama kent nasıl oluyor da, insanlığın gelişmesinin yatağı, ortamı oluyor? Kim yapıyor bu ufuk genişletmesini? Bildiklerimizin bildiğimiz gibi olmaya devam etmesine kim karşı çıkıyor ve o zamana kadar olamayan, görülmeyen, onaylanmayan ve değer verilmeyen bir şeyi bize gösterip, bunu anlamımızı ve gündelik yaşam pratiği olarak benimsememizi sağlıyor? Bu soruya, “yeni sınıflar” diyebileceğimiz kadar, “yeni insanlar” diye de yanıt vermek zorundayız. Yeni insanlar kim? Sınırları zorlayanlar. Sınırları belirsiz hale getirenler ve ötesine geçenler. Daha önce olmayan bir şeyin, durumun veya değerin ya da düşüncenin, olabilir/ benimsenebilir olduğunu gösterenler. Bilimin, sanatların ve felsefenin sınırlarını zorlayanlar… Bunu yapabilmek için gerekli olan galiba sadece, dogmaya karşı durmak cesareti, bilinci ve bilgisi…
Dogma, bize neredeyse her zaman, tek bir doğrunun olduğunu söyler. Ancak, başka bir olasılık, başka bir gerçek, başka bir estetik veya etik olabileceğini söylemek, tek doğrunun yerini farkı bakış açılarına göre farklı olguların alması demektir. Çoğulcu bir ortamın oluşması ve farklı olguların, farklı olanın, bireylerin, okulların, sistemlerin oluşması ve bunların kendi geçerlilikleriyle ilgili tartışmayı derinleştirmesi, ancak, hoşgörüsüzlüğün, yasakçılığın ve ayrımcılığın aşılmasıyla sağlanabilir. Tek tip olma dayatmasının, tahakkümünün olmadığı bir yerde, bir kentte ancak, farklı olanlarla birlikte yaşayabiliriz. Kent bize, bu çeşitliliği ve her alanda çoğulculuğu sunabildiği kadar, çeşitliliği çoğaltabildiği ve tek tipleştirmeyi yok edebildiği, farklı olanlar arasında ayrımcılık yapmamayı ve eşitliği sağlayabildiği kadar, yeni olgular/ öneriler/ deneyimler getirmeyi yüreklendirebildiği kadar, orasının gerçekten bir kent olduğunu, kent tanımına uyduğunu söyler. Muhafazakarlık, kentler için mutlaka olumsuz olmayabilir. Ancak, o muhafazakar kentlerde demokrasi ve farklılıkların her türlüsünün kentin geleceği ile tartışmaya ve kararlara özgürce katılması, daha büyük bir gereksinim haline gelir. Eğer kent her ikisine de sahipse ve muhafazakarlığını-ahlakı, tahakküm aracına/ şiddete dönüştürmüyorsa, herkese tanınma adaleti sağlıyorsa, bu kentler yine de, yaşanılabilir kentler olabilirler.
Farklı olanlar ve farklı görünenler, farklı kimlikler, kentte sınırları zorlamaya devam ettikçe, farklılıklarıyla kentin yaşamını çeşitlendirmeye ve çoğulculaştırmaya devam ettikçe, orası yaşanabilir kent olmaya devam eder. Bunlar yoksa, o kent bir cehennem gibi olur, ortalamadan ve en standart normlardan ayrılmayı düşünen herkes için… LGBT kimlikler, bu nedenle bir kentte, inşa ediciler, orayı yaşanabilir kent haline getiriciler, en azından oranın gerçekten kent olmasını sağlayanlar safında yerlerini alırlar. İlk soruya yeniden dönersek, LGBT kimlikler, kentin etikten, ahlaktan ve sanattan-kültürden, gündelik yaşam politikalarına kadar bütün alanlarında ufuk açıcılarıdır. Ankara böyle bir kent mi? Ne kadar böyle bir kent? Zor bir soru.
Yorumlar (0)