Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Magdeleine Marx’a göre 1922 Ankarası’ndan sınıf ve kadın profilleri

Magdeleine Marx’a göre 1922 Ankarası’ndan sınıf ve kadın profilleri

Bu bir kitap tanıtma yazısı. Ancak kitabı bütünüyle tanıtmaktan çok, kitapta çizilmiş birkaç kadın profili üzerinden ayrıntıya girerek, kenti başka bir açıdan tanımaya çalışan bir yazı. Bir kentte yaşayan insanlar kimlerdir ve nasıl düşünürler ve nasıl davranırlar? Özellikle, bir kentteki kadınların kimler olduğunu, nasıl düşünüp davrandığını ve neden öyle yaptığını anlatan metinler, yakın zamanlara kadar oldukça azdı.

Bir kente ait gündelik yaşam, özellikle kentteki kadınların yaşamları ve koşulları üzerine, eğer edebiyat türü bir yapıt söz konusu değilse, yazılı metinler bulmak, mucize gibidir. Eğer bu mucizeye hem üzerinde çalıştığınız kent hem de üzerinde çalıştığınız dönemle ilgili olarak rastlarsanız, bu artık mucizeden de öte bir şeydir...

Magdeleine Marx'ın kitabına rastlayınca, tam olarak böyle düşündüm. 1922'nin, yani savaşın son günleriyle Cumhuriyet'in ilanından önceki günlerinin Ankarası'ndaki kadınlar hakkında, Ankara'ya gelen gazetecilerin ya da çeşitli nedenlerle Ankara'ya uğramış olanların anılarında, bazen küçük ipuçları bulunabiliyor. Ama M. Marx feminist bir kadın ve kadınlarla ilgili gözlemleri ve düşünceleri ya da kısaca anlatıları, rastlantıyla bulunabilen tek-tük ipuçlarına benzemiyor.

Gerçi, bu kitapta yer alan metinler için yeteri kadar bir bilgi yok kitapta, ama yine de kapaktaki "makaleler-anılar" bilgisi ve "Sunu"da da belirtildiği gibi, M. Marx'ın, 1925 yılında Paris'te yayınlanmış olan "La Perfide (Par les routes d'Asie Mineure)" anı-romanı da sonuç olarak bir edebiyat kitabı.

M. Marx, Ankara'ya gerçekten gelmiş ve bir süre burada yaşamış ve Ankara'da, biraz coğrafya ve kent, biraz insanlar, kadınlar üzerine yazmış. Türkçe olarak yayınlanan kitabın ikinci bölümde, bu "anılar" yer alıyor. Ancak "Le Perfide"nin bir bölümü mü, tamamı mı alınmış Türkçe kitaba, bu konuda bilgi verilmemiş. Kitabın adından da anlaşılacağı gibi, iki farklı bölümden oluşuyor kitap: 1921 İstanbul bölümü, o yıllarda L'Humanité gazetesine gönderdiği yazı ve makalelerden oluşuyor ve 1921'de Ankara'daki devrimcilere bakışı çok ateşli bir "taraftar" gibi. Neredeyse bir Türk "muhibbi" olduğunu sanabilirsiniz. Ama Ankara'ya geldiğinde ve Ankara'daki devrimcilerle karşılaşınca, sanırım "taraftarlık" konusundaki hevesi oldukça kırılıyor.

Şunu söylemeden geçmek, haksızlık olur: M. Marx'ın Ankara'daki devrimcileri duyduğu olağanüstü yakınlık, daha çok onların özellikle İngiliz Emperyalizminin küstahlığına ve Fransız Emperyalizmine, İtalyanlara kafa tutmasına ve teslimiyetçi olmamak konusundaki kararlılıklarıyla ilgili. Ankara'daki düş kırıklığı ise, daha çok Ankara'daki bürokrasisinin ve politikacıların, emeğe önem veren politikalara çok uzak olması ve özellikle de kadınlar bakımından son derece duyarsız bir "erkek Ankara" ile karşılaşmış olması nedeniyle...
M. Marx'ın Ankara'yı bir yerleşme yeri olarak nasıl gördüğü ve değerlendirme biçimi, hemen hemen aynı günlerde Ankara'ya gelmiş olan Y. Y. Lansere'nin yazdıkları ile hiç örtüşmüyor. M. Marx da, Y. Y. Lansere de, Ankara'ya Sovyetler Birliği'nden, ama farklı amaçlarla geliyorlar. Lansere'nin kitabı, daha önce Solfasol'de, Arif Şentek tarafından tanıtılmıştı. Lansere iyimser biri ve onun merakı, daha çok çizeceği eskizlerde olduğu için, gördüğü her şey ona ilginç geliyor ve onu heyecanlandırıyor.

Marx ise insanlara ve kadınlara, daha çok sosyolojik olarak ve toplumsal cinsiyet açısından bakıyor. Bu yazı, Ankara'da aynı zaman diliminde bulunmuş ve birer kitap yazmış olan M. Marx'ın (kadın profillerini) ve Lansere'nin (eskizlerini) ürettiklerini, birlikte sunuyor. Bunun nedeni, bu birlikteliğin, 1920'lerin Ankarası'nı gözümüzün önünde canlandırabilmek bakımından, oldukça iyi bir uyum sağlıyor olması...

M. Marx'ın kitabı, Ankara'da yaşayan insanları ve kadınların içinde bulundukları koşulları anlatırken, aynı zamanda sınıfların içinde bulunduğu durumu ve konumlarını da belirlemiş oluyor. Bu anlatıdan, bu yazıda, üç kadın profili çıkarıldı. Bunlardan birincisi, evde ve yün atölyesinde çalışan işçi eşi bir kadın, ikincisi çok güç koşullar altında ev dışında çalışan bir kadın ve üçüncüsü de İstanbul'dan gelmiş, ama artık Ankara'da yaşamaya başlayan bir politikacının eşi.

"M. Marx'ın kitabı, Ankara'da yaşayan insanları ve kadınların içinde bulundukları koşulları anlatırken, aynı zamanda sınıfların içinde bulunduğu durumu ve konumlarını da belirlemiş oluyor."

Demiryolu işçisinin evi ve yün atölyesinde çalışan Ankaralı kadın

Bir demiryolu işçisinin eşi olan ve Ankara'daki en yoksul ailelerden birinde yaşamını sürdürmekte olan kadın, bütün yoksulluğuna rağmen Ankaralı kadınlar içinde en zor durumda olan kadınlardan biri değil. Hem evde çalışıyor hem de evde yaptığı el üretimiyle, ailenin geçimine katkıda bulunuyor. ["Ortaya hemen beyaz yumaklar çıktı ve iki kız kardeşiyle birlikte çalışmaya koyuldular: Dördü de (italik yazılar benim tarafımdan eklendi: Anne ve üç kız çocuk) bir angora yün atölyesinde çalışıyorlardı. Bu yünlü üretimi sokaklarda da satılıyordu."] Bu işi zaten evdeki kızlarıyla birlikte yaptığı için, bu sınıfın gelecek kuşaklarındaki bir kadını bekleyenin de, nasıl bir yaşam olabileceğini öngörebiliriz.

Yaşanan ev gerçekte, içi eski ve loş bir kulübe. Mobilya olarak, sadece duvar diplerinde iki sedir var ve bunlar aynı zamanda yatak olarak kullanılıyor. Masa, sandalye gibi eşyalar yok. Sadece yerde eski birkaç halı serili. Biraz da mutfak gereci sayılabilecek eşya var: Toprak testiler, bakır kaplar ve sini...

Evin dışında çalışan iki erkek çocuğun dışında, dört de kızı olan anneyi şöyle anlatıyor Marx: "Anne güzel bir kadındı herhalde; hala gençti ve koyu sarı renkli güzel gözleri ve fildişi beyazlığındaki elleri, çizgili çarşafının altından görünüyordu."

"Ne var ki bu kara yazgılarını, kara bahtlarını ya da yaşamlarının akışını biraz olsun değiştirebilmenin nasıl mümkün olabileceği konusunda hiçbir fikirleri, dolayısıyla umutları yoktu. İletişim kuramadığım bu kız kardeşle karşılıklı bakışıyorduk ve ben ona bu mutsuzluğunun nedeni ve bunlardan çıkış yollarını anlatıp göstermediğim için çok mutsuzdum. Zavallı kadın, büyük kızını, en yakındaki varlıklı komşusuna, üç fincan kahve istemeğe yollamıştı (kahve, işçi ailelerinin asla alışamayacakları kadar büyük bir lükstü) (...)

"Bu yaşadığımız günlerin amacı neydi ve bu topraklarda yaşayan kadınların, nasıl bir yazgıları vardı?"

"Kitap, gerçekten o yıllarda Ankara'daki yaşamla ilgili anlama kapasitemizi genişletiyor."

İnşaat İşinde Çalışan Kadınlar

İkinci kadın, daha da yoksul ve tam olarak yoksulluğun ve çaresizliğin daha derin bir tabakasında bulunuyor.
"Vadide, toprakları elekten geçiren bir kadın topluluğuna doğru yürüdüm. Önlerinde büyük bir çerçeveye gerilmiş bir tel örgü ağ ve ondan geçirmeye çalıştıkları çok büyük bir taş toprak yığını vardı. Bu hem gözler hem ciğerler hem de genel olarak tüm vücut için son derece güç ve zahmetli bir çalışmaydı. Kızgın güneşin altında çabalıyor, önce çakıllı kumları koydukları büyücek bir kabı dolduruyor, sonra da bunları elekten geçiriyorlardı.

Bu topluluktan sadece bir kadın konuşmayı kabul ediyor. Kadını ve aralarında geçen konuşmayı şöyle anlatıyor Marx:
"...hiç de genç sayılmayacak bir kadındı ve elleri, yaptığı işten yara bere içindeydi. Yorgun bir hareketle, taş çakıl kabını yere bıraktı ve sarı renkli başörtüsünü özenle düzeltti ve bize doğru anlamadığımız bir hareket yaparak, yamaçtaki bir iğde ağacını işaret etti. Ne demek istemişti acaba? Çok bol pantolonunu savurarak geniş birkaç adım attı, önündeki küçük hendeği ve tümseği aştı ve ağacın yanına ulaştık. Ağacın en alt dalına bir iple asılmış olan hasır sepete uzandı, iki, elini birden sokarak, hiç de temiz olmayan çamaşırlara sarılı, kara-sarı renkli minnacık bir bebeği çıkarttı.

-Kaç yaşında? diye sordu Cebet.
-Bir günlük, dün sabah doğdu.
-Annesi nerede?
-Benim, dedi. Bu sırada gerçekten de düzgün ve güzel olan bembeyaz dişlerini göstererek, gülümsedi.
-Ama onu nerede doğurdunuz?
-Burada.

Eliyle birkaç adım ötemizdeki mısır tarlasını işaret ediyordu.
-Ama hemen bugün de çalışıyorsunuz ha?
-Ne yapalım? Çalışmak gerek! Hatta dün öğleden sonra bile çalıştım. Bu benim sekizinci çocuğum. Kocam çok az kazanabiliyor...
-Ama kendinizi yorgun hissediyorsunuz her halde?
-Evet, gerçekten yorgunum. Ama eve döndüğüm zaman, orada da yapılması gereken bir sürü iş var!
-Peki, ne zaman dinleniyorsunuz?
-Hiçbir zaman... Dinlenmek için zaman yok...

Aşağıda ellerinde kalbur tutan üç kadın bize doğru işaretler yapıyorlardı, bu, herhalde yanımızdaki kadının tekrar işe dönmesi gerektiği anlamına geliyordu. Kadın minik bebeğin hala hırsla emdiği sarkık ve sarımtırak memesinden biraz da zorla ayırdı ve özenle sallanan sepete yerleştirdi, uçuşan sinekleri kovaladı. Daha sonra da çabucak işine, toz toprağın içine döndü ve ağır eleğini yeniden aldı."

Bu ikinci profil, gerçekten 1922 Ankara'sının en alttaki katmanı ile ilgili, ilginç bir betim. Yokluk ve yoksulluk, çaresizlik, çok somut. Elek başında çalışan diğer kadınların da aynı kategoride olduğu düşünülebilir.

Politikacı eşi burjuva ve feminist kadın

Üçüncü kadın profili ise, ilk iki kadından çok farklı ve büyük bir olasılıkla, Ankara'daki en üst sınıfa ait bir kadın. (Gerçi bu profil o kadar mükemmel ki, "acaba kurmaca bir karakter mi?" diye düşünülebilir.) Ankara'ya eşi ile birlikte, 1920'de gelmiş ve buraya yerleşmiş.
Güzel ve çekici bir kadın. İngilizce ve Fransızca biliyor. Siyasetle ilgileniyor ve Fars işi şamdan koleksiyonu yapıyor. Uluslararası mutfak sanatından anlıyor ve iyi giyiniyor. Marx, onun için "hiçbir ülkenin edebiyatını tanımamasına karşın, sanki bu konuda çok yetkin birisiymiş gibi konuşup-tartışmayı becerebiliyordu." diyor. Ve ekliyor: "...hemen hemen her ülkede görülebilen, tek bir ülkeye özgü olmayan bir burjuva kadınıydı."

"Şimdilerdeki 'takıntısı' feminizmdi. Kısa saçları rüzgârda hafifçe kıpırdadıkça, bakılmaya doyum olmuyordu. Giydiği etek gömlek ve ayaklarındaki siyah iskarpinler, son Paris modasına uygundu. Sigara ve kahve ikram ederken parmaklarındaki yüzüklerin görülmesini sağlıyor, pek hoş ve tarçınlı bir parfüm kokusu duyuluyor ve aynı ikna edici sesle sürekli yineliyordu: 'Kadınların özgürlüğüne kavuşması; asıl olan budur! Kadınlar özgürleşmeli'!"

"Ev sahibem çok zarif bir el hareketiyle pekiştirdiği bir söylemle konuştu: -Aman ya rabbim! Yazık hiçbir ilerleme yok! (O da tüm burjuvalar gibi kendi sınıfının bakış açısından hareket ediyor, bir anda milyonlarca emekçiyi konun dışında bırakıveriyordu.) Amerika'daki ya da İskandinav ülkelerindeki gibi toplantılarla ve gösteri yürüyüşleriyle, kendi dernekleriyle, kendi kulüpleriyle, kendi talepleriyle, gazeteleri ve propagandalarıyla, gerçek bir feminist hareket yaratmaktan başka çare yok'!"

Ankara'daki politikacılardan birinin eşi olan bu kadın karakter, 1922 Ankarası'ndaki yaşam koşulları düşünüldüğünde, inanılması zor gibi gözükmekle birlikte, kentin toplumsal yaşamının hemen sonraki yıllarında gelişmeye başlayan devrimler, toplumsal yaşam koşulları modernleşme ve yarılma dikkate alındığında, abartılmış olsa bile, gerçeklerden büsbütün bağlantısız sayılmayabilir.

Ancak Marx, bunca feministliğe rağmen, aynı kadının, sokağa çıkarken çok süslenmek ve makyaj yapmakla birlikte, çarşafa girmesini ve başını örtmesini yadırgıyor ve tutarsız buluyor. Bu nedenle, Ankara'daki bu burjuva "feminizmini" inandırıcı bulmuyor. Gerçi kadın haklarının Türkiye'de çok büyük bir hızla genişlemiş olması, Ankara'da kadın konusundaki tartışmanın, o yıllarda gerçekten canlı olması gerektiğini düşündürüyor. Ancak Marx'ın asıl önem verdiği konu, kadın haklarının çok, çalışan/ emekçi kadınlarla ve onlara sağlanacak desteklerle gelişmesi gereğiyle ilgilidir. Bu nedenle burjuva kadınını, açıkça söylemese bile, güvenilmez ve tutarsız olarak değerlendiriyor.

Kitap, gerçekten o yıllarda Ankara'daki yaşamla ilgili anlama kapasitemizi hem genişletiyor hem de ideolojik bir şemaya göre yapılmış açıklamalardan uzaklaştırarak, daha sınıfsal ve toplumsal cinsiyet içerikli bir içgörü kazanmamıza yardımcı oluyor.

Yazar Akın Atauz

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış