Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Metin Erksan ve Müşfik Kenter’in Ardından...

Ağustos ayı sarı yazın gelişinin habercisi gibiydi. Memleket tarihine iz bırakmış iki büyük ustaya veda ettik. Önce Metin Erksan, ardından da Müşfik Kenter…

Metin Erksan ve Müşfik Kenter’in Ardından...

Ağustos ayı sarı yazın gelişinin habercisi gibiydi. Memleket tarihine iz bırakmış iki büyük ustaya veda ettik. Önce Metin Erksan, ardından da Müşfik Kenter…

Metin Erksan dedildiğinde herkesin aklına “Susuz Yaz” gelir. Oysa ben “Sevmek Zamanı” derim. Metin Erksan’ın yaşama veda edişinden birkaç gün sonra Sevmek Zamanı’nı izledim yeniden. Boyamaya girdiği evin duvarında asılı kadın resmine aşık olan boyacı Halil’in ve resmin sahibi Meral’in öyküsünü izlerken, “sahiden bu film 1965 yılında mı çekilmiş?” diye düşündüm. Döneminin ne kadar önünde bir bakış açısı. Surete aşık olmayı, duygu dünyamızı kapıldığımız “aşk” girdabıyla ince ince nasıl da oyaladığımızı ne güzel anlatmış büyük usta. Nuri Bilge Ceylan ve çağdaşı yönetmenlerin bu filmleri defalarca izlediğini düşündüm o an. Seslilerin dünyasının, ne kadar sessiz olduğunu fark ettiren Üç Maymun’un atasını seyrettim sanki. Sesin işgali altındaki bir dünyada, iletişime dair ne kadar çok şeyi yitirdiğimizi derinden hissettim. “Sevmek Zamanı” toplasan üç, dört kağıda sığacak repliklerden oluşuyordur belki de… Sadece oyunculuk gücüyle, surete olan aşkı anlatabilmek… Bir öykü tutkunu olarak Metin Erksan’ın yaşamımda farklı bir yeri var ki o da sevdiğim öykücülerin eserlerini beyaz perdeye taşıması… Sabahattin Ali’nin “Hanende Melek”, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Geçmiş Zaman Elbiseleri”, Samet Ağaoğlu’nun “Bir İntihar”, Sait Faik Abasıyanık’ın “Müthiş Bir Tren” ve Kenan Hulusi Koray’ın “Sazlık” mürekkep kokusundan öte bir yerde artık okurlar için.

Müşfik Kenter… Bazı insanlar var ki onların yaşamımızda çok özel bir yeri vardır. Yeniyetmelik zamanlarında insana insan olduğunu hissettirir Orhan Veli. Eğimine yandığımın dünyasını sorgulatır insana her dize. Hele bir de şiirler Müşfik Kenter’in sesiyle kulağımızda süzülüyorsa. O’nun gidişiyle Orhan Veli dizeli bir kez daha öksüz kaldı gerçekten. Yeni yetmelik çağları yine… Bir film karesi kalmış aklımda. Gecenin Öteki Yüzü… Zuhal Olcay deniz kıyısında ruhunu maviye teslim etti edecek. Bir ihtiyarla koyu sohbete giriyor. İhtiyar sesleniyor yaşam yorgunu kadına “Madem ateşin var, ne duruyorsun karanlıkta? Hadi koş, hayata...” İşte Müşfik Kenter adı gibiydi benim için. Her zaman yaşamı simgeledi. Sesindeki buğu ve yaşam duruşuyla. Özlemle anımsanan bir dosta veda edilir mi hiç! Ankara’ya sarı yaz gözlere düşen iki tutan tuzla geldi. Dilerim ki gülücükle devam eder.

 

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış