Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Neşet Ertaş ve Bendeki Bağlaması

Neşet Ertaş ve Bendeki Bağlaması

1974 yılıydı sanırım. Bir arkadaş gurubumuz var, hemen her hafta bir şekilde bir araya geliyoruz, saz söz eğlencesi düzenliyoruz. İlkokuldan sıra arkadaşım Serdar, çok güzel bağlama çalıyor. Kardeşi Serhat da hem çalıyor hem de güzel, davudi bir sesi var. Tüm çete Neşet Ertaş ve Ruhi Su hayranıyız. Bana annem, yaş günü hediyesi bir gitar almıştı. Çalmak için çok uğraşıyorum ama sıfır nota bilgim var. Üstelik hiç nota öğrenmeye niyetim ve isteğim yok. Müziğin her türünü seviyorum. Lakin matematik kısmından nefret etmekteyim. Bizim ekip toplandıkça, bağlama çalma denemelerim de başladı. İlkokul arkadaşım Serdar Atabilen, bana yardımcı oluyor. Önerileri var yeni başlayanlar için. “Tren Gelir Hoş Gelir”, diye bir türkü var. Onunla başlamak lazım diyor sürekli. Fakat ben bir an önce deli gibi Neşet Ertaş türküleri çalmak istiyorum. Zamanla birkaç şey çalmayı, tekme tokat başarınca, “saz alma zamanı” geldi dedi, benim ilkokul arkadaşım Serdar. Ben o sıralarda NATO Müşavirliğinde çalışıyorum. Fena da para almıyorum. “İyi bir saz alalım” dedim arkadaşıma, fakat iyi bir saz nasıl olur hiçbir fikrim yok. Arkadaşımın bir sazı var büyükçe. Divan sazı, kara düzen çalıyoruz. O tarihlerde, Sivas akordu, (Bağlama düzeni) bugünkü kadar yaygın değil. Genelde ilk başlayanlar kara düzen dediğimiz orta Anadolu tarzı ile başlıyorlar. Arkadaşım Serdar, “Recep Kırıcı var çok iyi saz yapıyor. Ona gidelim.” dedi. O tarihlerde Ankara Ulucanlar semti merkezi saz yapım ustalarının. Hepsinin atölyesi Ulucanlar’da. Bir hafta sonu gittik rahmetlik Recep Kırıcı Ustanın Ulucanlar’daki atölyesine. Kendisi yok ama oğlu var dükkânda. Duvarlara asılı birçok çeşit bağlama var. Usta ve oğullarının yaptığı.

Ben hiç karışmıyorum. Arkadaşım tek tek indiriyor, deniyor bağlamaları. Ustanın oğlu da yardımcı olmaya çalışıyor. Arkadaşım ile önceden konuştuk. Parası önemli değil iyi bir saz alalım derdindeyiz. Serdar sonunda denedikleri içerisinde bir sazı beğendi. Bu ince uzun saplı Karaağaç oymalı oldukça büyük bir erkek sesli bağlamaydı. Divan sazı denilenlerden. Kocaman bir tekne, ince uzun sap. Fakat Recep ustanın oğlu, beğendiğimiz sazın satılık olmadığını, Neşet Ertaş için yapıldığını söyledi bize. Burulduk ama bir yandan da ben yalvarıyorum. “Ona gene yaparsınız bunu ver sen bize” diyerek. Ama kesinlikle satılık olmadığını, Neşet Ertaş’ın çok kızacağını anlatıyor. “Ama dedi, bu sazın ikizi var, aynı ağacın diğer yarısından oyuldu. Ama bir budak denk geldi, budak yerine bir yama yaptık.” Duvardan sazı indirdi ve arkadaşım Serdar a verdi. Ben yama konusundan ciddi rahatsız oldum. Defolu saz mı alacaktım yani. Buruşuk bir surat ifadesi ile Serdar’ın sazı çalmasını, test etmesini izliyorum. Fakat o da neydi, bağlamanın o kadar güzel bir sesi ve tınısı vardı ki, inanamadık. O ana kadar denediklerimizin en iyisiydi. Serdar da aynı fikirdeydi. Ve biz, o teknesinin delikli yerine yakın yerde, budak yaması olan sazı almaya karar verdik. Pazarlık bitti parayı ödedik ve uçarak Serdar’ın evine gittik. Benim sazın ses kalitesi Serdar’ınkinden daha iyiydi. Gece yarılarına kadar saz çaldık birlikte. Tabi henüz tam çalamadığım için benim eşliğim müziğin kalitesini bozuyor. Ben artık gece gündüz her boş vaktimde deli gibi saz çalmaya uğraşıyorum. En çok sevdiğim Neşet Ertaş türkülerinin birini bırakıp diğerini çalmaya çalışıyorum. Uzun havalar tercihim. Evdekiler benden bıktılar ama ses çıkarmıyorlar.

Bir ay kadar sonra şirkete telefon geldi, beni arıyor Recep Kırıcı usta. Sonradan bir kez daha gidip onunla da tanışmış, bir arkadaşımıza cura almıştık. Recep Kırıcı, selam sabahtan sonra konuya geldi. Neşet Ertaş siparişi sazı almaya gelmiş, denemiş fakat “bunun ikisini de bir deneyim” deyip benim sazı istemiş. Tabi saz yok. Bana satıldı. Kem, küm etmişler ama Neşet Ertaş yıkmış ortalığı. “Siz benim siparişim sazı, nasıl satarsınız arkadaş.” Diyerek söylemediğini bırakmamış. Sonuç, Recep Usta çaresiz beni arıyor. “Gel parası pulu önemli değil, dükkânda hangi sazı beğenirsen, fark falan istemiyorum dilediğini götür, aldığın sazı bana geri getir yeter ki.” Ben hiç düşünmeden reddettim ustanın teklifini. Neşet Ertaş hayranlığı ile saza başlamışım, kendimi parçalıyorum onun gibi çalabilmek için, elime Neşet Ertaş’ın sazı geçmiş, verir miyim geriye? Recep Usta epey bir ısrar edip beni ikna edemeyince, bir hayli kırılmış şekilde telefonu kapattı. Bu olaydan sonra Recep Usta ile bir daha hiç karşılaşmadık. Şimdi oğulları devam ettiriyor baba mesleğini ama Ulucanlardan Cebeci Stadı arkasındaki sokaklardan birine taşımışlar atölyeyi. Geçen sene bir Hollandalı öğrencime saz almaya gittik. Yıllar sonra iki oğlu ile de bu anımızı konuştuk. İki kardeş bize çok güzel bir müzik ziyafeti çekti. Sonradan da CD’lerini göndermişler, sık sık dinliyorum. Neşet Ertaş ile hiç karşılaşamadık. Birkaç kez iletişim kurup, sazı ona bir çaldırmak için çok pati çektim. Lakin bu mümkün olmadı. Haberler gönderdim, ulaşmaya çalıştım fakat başaramadım.

Kaybettiğimiz ozan Anadolu’nun az sayıda yetiştirdiği ender bir ozan, sanatçı ve filozoftu. Ürettiği sayısız eserin her birinde ayrı bir incelik, derinlik vardı. Daha fazla söze zaten hiç gerek yok bildikleriniz. Ölümsüz bir ozanın, filozofun arkasından söylenecek pek az şey vardır. Kendisi söyleyeceklerini söylemiş, yaşarken efsane olmuştur zaten. Yolun açık ve aydınlık olsun büyük usta. Her nereye yola çıktıysan.

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış