Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Orada Bir Köy var Yakında: Güneşköy

Orada Bir Köy var Yakında: Güneşköy

Marketlerde her biri birbirinin kopyası tarım ürünleri ne kadar güvenli? GDO’lu ürünlerin yasallaşmasına dair tartışmalarla tekrar hatırlanan bu soru gerçekte uzun yıllardır Türkiye’nin gündeminde. 1990’lar boyunca doğal ve sağlıklı ürünlere yönelik kendiliğinden bir talep gelişirken diğer yandan da bu taleple ilişkili doğal ve sürdürülebilir tarım çerçevesinde değerlendirebileceğimiz çeşitli arayışlar ortaya çıktı. Söz gelimi, böyle bir arayışıyla Aydın Basmakçı’da 1983 yılında kurulan Ersöz Çifliği 1992 yılında organik tarım uygulamaları alanında çalışmalara başladı ve 1996 yılında sertifikalı organik sebze üretimine geçti. Deprem sonrası Van’a yaptığımız ziyaretin yoğunluğu nedeniyle bir arada hazırladığımız yedinci ve sekizinci sayımızda (Kasım-Aralık 2011) Ankara’daki farklı girişim ve çalışmaları özetleyen oldukça geniş bir dosya çalışması yer vermiştik. Doğal Besin, Bilinçli Beslenme grubu üyesi dostlarımız Nihal Poyraz Temürcü ve Ceyhan Temürcü’nün hazırladıkları on sayfalık bu özel dosya bugün Ankara’da doğal, sürdürülebilir ve kentsel tarım çalışmalarıyla ilgili geniş bir kaynakça sunuyor ilgilisine. Sonrasında ise bu çalışmalarla ilgilenenlere bir buluşma platformu oluşturması amacıyla Tayfa Kafe’de “Permakültür Cumartesi Buluşmaları” başlığıyla toplantılar düzenlenmeye başlandı.

İnci ve Ali Gökmen Ankara’nın bu alandaki en köklü girişimlerinden Güneşköy ile ilgili deneyimlerini aktardıkları toplantıda AnkaraSivas arasında yapımı öngörülen hızlı tren hattının tam da ekim alanlarının ortasından geçeceğini belirtmiş ve böylesi belirsiz bir süreç başlamadan önce Ankara’daki ilgili kimseleri Güneşköy’ü ziyaret etmeye davet etmişlerdi. Ali Gökmen davetini tamamlarken, “Doğadaki her şey ölürken tohum bırakır. Biz de sizleri Güneşköy’ün tohumlarını toplamaya çağırıyoruz” diyerek on yıllık bir dönemi kapsayan bu önemli deneyimin kentte taşınması konusunda omuzlarımıza değerli bir yük bıraktı. Biz de SolFaSol olarak 10 Haziran tarihinde düzenlenen geziye bu sorunun cevaplanmasına katkı sunabilmek üzere katıldık.

Güneşköy’ün kadim türküsü: “Aldığın besin ilacın, aldığın ilaç besinin olsun.” Memleketlimiz Hipokrat’ın binlerce yıl öncesinden yankılanan deyişini şiar edinen doğal ve sürdürülebilir tarım hareketini sadece beslenmemiz ve mutfağımızla ilgili bir mesele değil. Türkiye’de kentleşmenin üçüncü kuşağa geldiği, geçmişte doğal tarım yapılan kırsal alanlarla kentteki mahalleler arasında görece korunabilmiş bağların hepten çözülmeye başladığı bir dönemde sabah kahvaltısında doğal bir domates tadı arzulamak gerçekte oldukça siyasi bir talep olarak duruyor hayatın içinde. Zira, bir kuşak öncesinde zahmetsizce ulaşabildiğimiz bu lezzeti bugün yeniden tadabilmek doğal gübre sağlanmasından tarımsal üretimin yönetilmesine, tarladan markete uzun bir aracılar zincirinden tüketim alışkanlıklarının değişime kadar oldukça geniş bir yelpazede iktisadi ve toplumsal örgütlenme çabası gerektiriyor.

Söz gelimi, doğal ve organik tarım ürünlerine olan talebin yükselmesiyle birlikte kimi büyük marketlerin sözleşmeli tarıma başladığını görüyoruz. Böylece, doğrudan üreticiden gelen ürünleri raflarına taşıyan marketler tüketicilerin güvensizliğini teskin etmeye yöneliyor. Fakat, Güneşköy gezimizde yaptığımız sohbetlerden öğrendiğimiz kadarıyla bu girişimleri doğal ve sürdürülebilir tarımsal üretim çerçevesinde görmek pek mümkün değil. Her ne kadar, belirli kolaylıklar sağlıyor olsa da sözleşmeli tarımla üretici/ üretim ve tüketici/tüketim arasında başka bir engel dikiliyor. Öncelikle, üretici uzun vadede belirli ürünlere bağlanıyor ve doğal tarımsal üretimin önemli ayaklarından biri olan ekim alanındaki tarımsal çeşitlilik kısıtlanmış oluyor. Diğer yandan, tüketici üretim sürecinde yabancı kalmaya devam ediyor. Özlenen doğal lezzetin korunmasında bir tüketici olarak kendisinin de çeşitli sorumluluklar üstlenebileceğini öğrenmesi mümkün olmadığı gibi üretimin denetlemesi marketlere delege edilmiş olduğu için tüketicinin üretim sürecini sahiplenebilmesine de ket vurulmuş olunuyor.

Ali Hoca’nın her konuşmasında dile getirdiği gibi organik bir tarımsal ürünün gerçek değerini kavrayabilmek için tüketicinin elinin mutlaka toprağa değmesi gerekiyor. Değilse, sözleşmeli tarım örneğinde olduğu gibi doğal ve sürdürülebilir tarım çalışmalarının mevcut üretim ve tüketim ilişkisine bir seçenek oluşturması pek mümkün değil. Peki bu denklemin dışına nasıl çıkılacak? Güneşköy’deki izlenimlerimiz bunun ancak kırdaki üretim ile kentteki tüketim arasında yeni bir ilişki kurmakla mümkün olacağı yönünde. Kentlerde gelişen doğal tarımsal ürün talebinin kırdaki küçük çiftçileri iktisadi ve toplumsal olarak destekler biçimde örgütlenmesi işin en hayati ama bir o kadar da zor kısmı.

Bir Pazar sabahı Güneş’e yolculuk

 Ali ve İnci Gökmen’in Permakültür Cumartesi Buluşmaları’nda yaptıkları davete icabet ederek 10 Haziran günü ODTÜ’nün Yüzüncüyıl kapısında buluştuk. Güneşköy deneyiminin içinden gelenlerle birlikte bu geziye ilk defa katılacak 20 kişilik küçük bir toplulukla yola çıktık. Güneşköy Ankara’ya 65 km mesafede Elmadağ’a bağlı Hisar Köyü’nde 75 dönümlük bir arazide faaliyet gösteriyor. Bölge, Ayaş ve Çubuk gibi Ankara’nın önemli vadilerinden biri, “Bir Zamanlar Anadolu” filminin de çekildiği Balaban Vadisi’nde bulunuyor. Güneşköy’ün 1990’ların sonunda ODTÜ’lü bir grup öğrencinin Kırıkkale Hasandede Beldesinde “Köy Enstitüsü Kibbutz Sentezi” olarak andıkları Hocam Köy deneyimiyle doğrudan bir akrabalığı var. Bu inisiyatiften elde edilen deneyimler ODTÜ Kimya Bölümü’nde öğretim üyesi olan İnci ve Ali (Gökmen) Hocalar vasıtasıyla Güneşköy’e taşınmış. 10 ailenin bir araya gelmesiyle birlikte Güneşköy Kooperatifi kurulmasının ardından uygun bir arazi arayışına girişilmiş. Daha önce üzerinde hiç bir tarımsal etkinlikte bulunulmamış, dolayısıyla endüstriyel tarımla kirletilmemiş, olan mevcut arazi 2000 yılında devletten satın alınmış.

İki yıl boyunca araziden taşlar toplanarak ve hayvansal gübreyle toprak zenginleştirmesi yapılarak doğal ve sürdürülebilir tarımsal üretime elverişli tarlalar oluşturulmuş. Bu zorlu sürecin ardından 2005 yılında ise sertifikalı organik tarım başlamış. 2007 yılında “mandala” tekniğine dayalı ilk ekolojik bina saman balyalarından inşa edilmiş. Güneşköy’de bugün iki ekolojik bina bulunuyor. Yeni yapılan binada şu anda bitkisel yağ üretim atölyesi olarak kullanılıyor. Tüm dünyada uygulanan bir yöntem olarak tarımsal üretimde kullanılan araçların yakıtı mevcut ekilebilir alanının %10’nundan sağlanacak yağ bitkisinden karşılanabiliyor. Şu anda bitkisel yağa dayalı yakıt üretimi yapılmıyor olsa da Güneşköy’deki atölye tüm aşamaları başarıyla tamamlamamış. 2011 yılında Tarım bakanlığı hibesiyle ekolojik-jeozedik bir sera inşa edilmiş. Özel taş mimarisiyle ısı toplama özelliği olan serada bitkiler gerekli büyüklüğe eriştiğinde doğal olarak mikro bir iklimlendirme oluşuyor ve böylelikle Orta Anadolu koşullarında sınırlı olan üretim sezonunu iki ay uzatmak mümkün oluyor. Güneşköy’de bir kuyu vasıtasıyla oluşturulan küçük bir göletten doğal akış ve damlama yöntemiyle sulama yapılıyor. Böylelikle geleneksel yöntemlerle kullanılan suyun %10’yla aynı miktarda üretim yapmak mümkün oluyor. Diğer yandan, gübre ihtiyacını karşılamak üzere geniş bir kompost alanı da oluşturulmuş. Tarımsal üretimin verimini arttırmak üzere kullanılan bir diğer yöntem ise “kardeş bitkiler” ekimi. Aynı tarlaya birden çok çeşitli ürün yan yana dikilerek bir anlamda birbirleriyle dayanışması sağlanıyor. Örneğin, mısır fasulyenin ihtiyacı olan irtifayı sağlarken, fasulye havadaki azotu toprağa katıyor, kabak ise geniş yapraklarıyla alçak gölgelendirme yaparak bitkilerin köklerinin nemli kalmasını sağlıyor.

Güneşköy bize ne anlatıyor?

Peki doğal tarımsal üretim neden önemli? Ankara’nın yıllık tarımsal tüketimi 1 milyon ton olarak hesaplanırken kentin doğal hinterlandının bu tüketimdeki payı %5’i bulmadığını belirterek başlayalım. Bunun önemli nedenlerinden biri bölgede tarımsal üretimin iklim koşulları nedeniyle Haziran ve Eylül ayları arasındaki kısa bir dönem yapılabiliyor olması olduğu kadar üretim ve tüketim arasındaki ilişkinin sağlıklı yönetilmiyor olmasından da kaynaklanıyor. Gezimiz boyunca doğal tarımsal üretimin yeterli ve sürdürülebilir olamayacağı yönündeki yaygın önyargılara karşı oldukça tatmin edici cevaplar aldık. Tüm mesele mevcut denkleme eleştirel sorularla farklı açılardan bakabilmekte. Söz gelimi, işsizliğin %10’un altına düşmediği bir ülkede tarım endüstrisi ve aracıların yarattığı spekülasyonun yeniden dağıtılmasıyla toplum yararına doğal ve sürdürülebilir tarımsal üretimi yaygınlaştırmak mümkün. Bir hektar bir alanın ise mevsimine göre 100 ila 300 kişiyi besleyebilir olduğunu da not edelim. Hisar Köyü’nün çıkışında bulunan Güneşköy’de 75 dönümlük bir arazi içerisinde 10 dönümlük bir tarlada organik tarım yapılıyor. 2005 yılında sertifikalı organik tarıma geçtiklerinde köylüler çalışmaları üç yıl boyunca izlemiş. Ali Hoca insanları organik tarıma geçmek yönünde ikna etmenin mevcut ön yargılardan dolayı güç olduğuna işaret ediyor. Ancak Güneşköy’deki çalışmaların başarılı olduğu gördükten sonra köyden bir kaç aile daha organik tarıma yönelmiş. Fakat, ne bu kararı almak ne de üretime geçmek kentle olan ilişki kurulmadığı sürece bir anlam taşıyor. Zira, hasattan sonra eldeki ürünle ne yapılacağı neredeyse nasıl üretim yapılacağından daha zor bir soru.

Her şeyden önce kırda yapılan doğal üretimin kentteki taleple buluşmasının önünde bir dizi engel var. Hallere girmeyen ürünün semt pazarlarında satışı yasal olarak mümkün değil. Dolayısıyla tüketici ile buluşabilmek kendi başına bir mesele. Güneşköy bu bariyeri “Bahçemiz” olarak andıkları toplum destekli tarımla aşmışlar. Bu yöntemle tüketici yılın başında bir kutu alıyor ve yıl içerisinde tarladan çıkan ürünler üye tüketiciler arasında eşit olarak pay edilerek adreslerine teslim ediliyor. Ersöz Çifliği’nin de dört yıldan bu yana “Ekolojik Kutu” ismiyle benzeri bir yöntem uyguluyor. Bugün Ankara’da Çankaya ve Yenimahalle Belediyelerinin desteği ile açılan organik pazarlar mevcut. Fakat, bu alanlar doğal tarımsal ürün tüketimini yaygınlaştırabilmek için yeterli değil. Bunun için ise kentteki talebin örgütlenerek bu ürünlerin semt pazarları aracılığıyla mahallelere girişinin sağlanması gerekiyor.

Güneşköy deneyiminden öğrendiğimiz doğal ve sürdürülebilir tarım oldukça önemli toplumsal bir mesele. Her şeyden önce, kentli insanın toprağa elinin değmesine ve tarımsal üretimin zahmetini anlamasını kolaylaştırıyor. Bu doğrudan temasla birlikte ürün güvenilirliğinin önemi konusunda güçlü bir farkındalık gelişmesi sağlanabiliyor. Özellikle, çocukların gelişimi açısından doğanın hayatın içindeki yerini deneyimleme olanağı sunuyor. Aile sosyalliğinin televizyon ve AVM’lere indirgendiği Türkiye’de Güneşköy bir çok aile için tüketici bönlüğünden bir kaçış alanı. İşin kır toplumsal yaşamı açısından da önemi büyük. Endüstriyel tarım yaygınlaşmasıyla küçük tarım üreticisinin kırda kalmaya devam etmesi imkansız bir hale gelirken doğal ve sürdürülebilir tarım sayısı milyonları bulan aileler için önemli bir imkan yaratıyor. Türkiye’de uluslararası dayatmalarla hazırlanan yeni kanunlarla tarımsal üretimin tümüyle endüstrileştirilmesi ve tektipleştirilmesi söz konusuyken Güneşköy geleneksel deneyim ve bilgiyi geliştirerek doğal, yerel, sürdürülebilir ve çeşitliliği koruyarak tarımsal üretimin yapılabileceğine ve başka bir dünyanın mümkün olduğuna işaret ediyor. Hem de orada bir yerde değil hemen yanı başımızda.

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış