Bu noktada LGBTİ hareketin içinden bir gey olduğumu da belirtmem gerekir sanırım. Kimliğimle orada var olmak çoğu zaman bir meydan okumaya dönüşüyor. Neleri değiştiremeyeceğimin ya da neleri başarabileceğimin sınırları her gün yeniden belirleniyor. Ama OSTİM’de herkesin deneyimlemesini istediğim bir ruh var. Bu yazıda bahsedeceklerim de ‘’OSTİM’i yaşamayan anlayamaz’’ mottosuyla çok temel insan manzaraları olacak.
OSTİM’e ulaşmak için çoğu işçi gibi ben de metroyu kullanıyorum. Her sabah dopdolu olan metro, OSTİM durağına gelince neredeyse tamamen boşalıyor. Yüzlerce işçi metro çıkışına yöneliyoruz. Oluşturduğumuz görüntü epik, işçilerin resmi geçidi gibi. Sonra da efsanevi OSTİM ringi 234 için sıra oluyoruz. 234, saat yedi buçuk ile dokuz arası 10-15 dakika arayla orada oluyor, sık geliyor çok bekletmiyor ama kalabalığı nefes aldırmıyor. Ancak balık istifi şeklinde sığabiliyoruz. Adım atılacak yer kalmayınca otobüs hareket ediyor. Hikayeler de burada başlıyor. Kadın işçiler, genç işçiler, yaşlı işçiler, mülteci işçiler, mülteci çocuk işçiler... Hepsinin yüzünde benzer ifadeler, tarif etmesi zor ama bakınca çok tanıdık, toplayıp bölsek aynılık hissinden doğan umutsuzluğa ulaşırız aşağı yukarı. Sabahları herkes bitkin, yıllardır aynı yolu kullanmanın verdiği bıkmışlık kokusu otobüse hakim. Kimin hangi durakta ineceği ezberlenmiş, bazen bir günaydın, bazen günaydın yerine geçen bir bakış. Her yönden yetersiz patronlarının insiyatifinde geçen ömürlerin isyanı, otobüsün sıkışıklığında oflamalarla dışa vuruyor.
Orta yaşlı işçiler kıdemli, sessizliği bozuyorlar, sohbet konuları genellikle patronlarının yaptığı yatırımlar, kazandıkları çokça paralar oluyor. ‘’Ah bizde de bir sermaye olacaktı’’ serzenişleriyle sohbet kapanıyor.
Arabası bozulmuş takım elbiseliler, Melih Gökçek Bulvarı’nda bir plazada yeni işe girmiş beyaz yakalılar, başka şirketleri dolaşan müşteri temsilcileri ortama yabancı. En kısa yoldan bir taşıta ihtiyaç duyuyorlar, ellerindeki telefonlarla taşıt kredilerini inceliyorlar.
Genç işçiler yeni iş fırsatlarını birbirleriyle paylaşıyorlar, ‘’Yok ben en fazla bir yıl daha çalışırım burada’’ ortak cümleleri. Yaşça büyük olanlar gençlere kulak kabartmışlar, yüzlerinde yıllar önce aynı cümleyi kurmanın verdiği buruk bir tebessüm.
Emektar kadınlar herkesten daha yorgun görünüyorlar, muhtemelen dün akşam mesaileri evde devam etmiş. Ama dayanışmaları güçlü, kendi duraklarından 8
durak ötede inen kadınlarla arkadaşlıklar kurmuşlar, birbirlerine yer tutuyorlar, oradan buradan sohbet ediyorlar, bazen bir kahkaha patlatıyorlar, ülkede kahkahalarından rahatsız olanlara inat.
Bir tarafta Suriyeli mülteci işçilerin Arapça konuşmaları yükseliyor. En az parayı kazananlar, en pis işlerde çalıştırılanlar. Yüzlerindeki acılar okunmak için bile çok ağır. Bir Suriyelinin Ankara kartı binişte ‘’yetersiz bakiye’’ diyor, kimseden kartını paylaşmasını istemeden kapıya yöneliyor. ‘’Ben yerine basarım’’ diyorum, şaşırıyor. Cebinden bozuk paraları çıkartıyor, almıyorum. Kötü bir Türkçe ile ‘’Al bunları ben yabancıyım’’ diyor.
Anlıyorum neden kimseden yardım istemeden inmeye kalktığını, yerin dibine geçiyorum, almıyorum parayı ısrarla, birlikte yerin dibine geçiyoruz...
Duraklar geçiyor, herkes birer ikişer iniyor. Benim durağım son duraklardan biri, ben de varıyorum. Poğaça almak için durağın arkasındaki dükkana giriyorum. Televizyonda yandaş kanalların en yandaşı açık, üstü kapalı bir bahçe var, poğaçasını-çayını alan oturmuş mesai saatini bekliyor. Kimileri gözlerini devirerek bakıyor televizyona, kimileri gözlerini parıldatarak. Ama hiçbiri yorum yapmayı tercih etmiyor. Erken gelmişler çünkü ulaşımı sağlayan bir de taşıt sahibi işçiler var. Yaşadıkları semtten dolmuş tarifesiyle insanları getiriyorlar, benzin paralarını paylaşıyorlar. Çok değerliler, hem kendi ulaşım çilelerini çözüyorlar, hem de bizim otobüste daha fazla sıkışmamızı önlüyorlar.
OSTİM’de gün başlıyor. Mutlaka bir kamyon bir yere sığdırılmaya çalışılıyor ‘’gel gel gel gel duur’’, büyük testere demirleri kesiyor. Trafik ışıksız sokakların birinde kesin bir araba kazası olmuş. Koca koca makinelerin sesleri insan seslerine karışıyor. Şehrin emeği bütün gürültüsüyle bugün de harcanıyor.
Yoğun, yorucu bir günün ardından yine 234’te buluşuyoruz.Akşamları ayakta dikilmek daha zor. Daha uzun geliyor metroya dönüş yolu. Metronun orada bir stant 1 Mayıs’a çağırıyor. Standı açanlar belki bir partinin temsilcileri, belki sendikalı işçiler kim bilir. Uzattıkları broşürlerden uzaklaşan bir kalabalık var karşılarında. Herkesin derdi bir an önce eve gidebilmek. Ama her yıl aksatmadan alanlara indiğim 1 Mayıs günü benim için daha anlamlı artık. Alıyorum broşürlerden birini, kıdemli işçilerle patronlarımı çekiştiremediğim, kadın işçilerle bir kahkaha patlatamadığım, genç işçilerle gelecek planlarımı paylaşamadığım 234 OSTİM ringinin acısını çıkarmaya geliyorum. 1 Mayıs’ta OSTİM ruhunu, gökkuşağı renklerimle harmanlayıp alanlara getiriyorum!
Yorumlar (0)