Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Öteki Bisiklet Ayaş Yollarında…

Sabahın altısında, “Güvenpark’ta o anıta çok saygı selam” ederek, sert bir Ankara soğuğunda toplandık ve yola koyulduk. Amacımız Öteki Bisiklet’in “gelenekselleşmiş Nevruz/ Newroz turunu Ayaş’ın bir köyüne doğru gerçekleştirmekti. Gidiş dönüş toplam 100 km’lik bir yol yapacaktık. Grubumuzun on kişisi Ayaş’ın Orta Bereket Köyü’nde Aydın Abi’nin rüya gibi köy evinde konaklayıp soluklanarak bu yolu pedallayacağından, ödülü çok güzel bir bedeldi ödeyeceğimiz nihayetinde.

Öteki Bisiklet Ayaş Yollarında…

Bir gün içinde bisikletle ilk kez bu kadar yol yapacak arkadaşlarımız oldukça heyecanlı ve fakat son derece kararlı görünüyorlardı. Derken yola koyulduk. İstanbul Yolu’nun deli trafiği henüz güne gözlerini açmamıştı neyse ki. Eşyalarımızı ve güzelim Itır köpeciği de yanına alıp bize eskortluk eden bir arkadaşımız arabayla kah yanımızda, kah arkamızdaydı yol boyu. Uzunca bir süre, Yenikent’i aşana dek çok da zorlamayan bir yolda sabahın erinde dizi dizi bisikletlileri görüp donuklaşmış bakışları değişen durak insanlarının önünden tek tek süzüldük.

“Ayaş yollarından aştım da geldim Boyunu boyuma ölçtüm de geldim Güzeller içinden seçtim de geldim”

Bir kısmımızın aklını bir kısmımızın dilini ara ara ziyaret etti bu türkü tabi ki. Öncü bisikletlilerimiz ve önceden dersini iyi çalışanlarımız Yenikent çıkışında yokuşun başladığını haber ettiklerinde solda küme küme ağaçlar, ufkumuzun sağında ise beyaz çıplak bir tepe vardı. Aysantı Geçidi’ni nasıl bilirsiniz ey ahali? Otobüsteyken gidişinde de dönüşünde de yükseklere çıkıldığı hissedilir, içinde bulunduğun araç savrulur bir hem onca yüksekliğe çıkmaktan hem aynı anda inişte olmaktan ötürü. Ama işte tam da bu yol bisiklet üstünde ne keyifli imiş meğer, biz yedisi kadın on iki demir atlı bunu bildik işte. Lokum gibi bir yokuş, hani denizde sabahın erken saatlerinde toplanıp birlikte yüzen teyzeler o saatin pürüzsüz denizinde sakin sakin kulaç atarken bir yandan da “ ah su şerbet gibi” derler ya, bu yokuş da işte öyle. Hafif terleterek, yokuş olduğunu açıkça söyleyen ama dermanı kesmeden pedallamaya izin veren bir yokuş. Ne kadar yükseldiğini mutluluktan çığlıklar atarak katman katman dönerek yokuş aşağı pedallarken anlıyor insan.

Ve o yokuşun durulduğu yerde sağda bir bakkal var. Hepimiz bir araya gelip bu bakkalcıktan alışverişimizi yaptık. O bakkalın önünden giden 7 kilometrenin sonunda önce bir köy mezarlığı karşıladı bizleri. Yolun en güzel yanı bu belki, tam soluk almanın ne değerli olduğunu tüm duyu organlarınla hissederken birden toprağa karışmış çok eski mezar taşları olan bir köy mezarlığıyla karşılaşmak. Ve bu dünyadan göçüp gitmişleri selamlayarak önlerinden geçip gitmek. Haddini bilmesi gerektiğini daha iyi hangi dersle anlar insan? Herkes kendince hızını alarak yola devam etti burada ve köyün meydanına çıkarken teyzelerin “Ah yavrum sizi görünce ben yoruldum, Maşallah size, Angara’dan mı geliyonuz?” soruları ile sıcak bir karşılama yaşadık. Ardından da evsahibimiz Aydın Abi’nin koca bahçeli, Kangal köpekli, ördekli, müzikli evinde bulduk kendimizi. Hep birlikte uzun bir kahvaltı sofrası hazırladık. Güneşin sofrasındaydık sanki, yorgunluk havaya ve birbirine çarpan sözlerimize, kahkahalarımıza karışıp kaybolup gitti.

Sofranın sonrasında her birimiz toprağa attı kendini. Ankara’nın başka başka semtlerinde oturan ağaca, toprağa hasret insanlar olduğumuz o an çok açıktı işte. Güneş ve toprağı bir arada görünce bir kısmımız kumsalda sandı kendini (E yanıbaşımızda boş da olsa bir havuz olması bu düşünceyi pekiştirdi sanırım J). Ağaç budayan evsahibimizin elinden makası alıp işe koyulanlar, çamlara bakıp bakıp dalanlar, kendini ısınmış toprağa bırakanlar, türlü türlü yeşil görmüş garip şehirli halleri işte. Bunlar yetmezmiş gibi bu köyün bir de minik baraj gölü varmış. Bunu duyunca tabi ki keşfetmek üzere kendimizi tepelere vurduk. Dikenli, ağaçlı yokuşları tırmandık ve en yükseğe çıkınca aşağıdan sular gülümsedi bize. Kayaların üzerine çöküp söyleştik. Pedallamak yoruyor insanı, bu nedenle gölün kıyısına inmeyi bir başka ziyarete bıraktık. Yine her birimizin kendi katkısını koyduğu bir güzel sofra kurduk akşama. Evin köpekleri sevgi delisi olduğundan yıldızları seyretme şansını yakalayamadık. Köpecikler sevgi istiyorlardı evet ama patileri pek büyüktü, kendileri de pek oyuncu. Onca yolun ardından bulduğumuz yeri çok beğendiğimiz uykulara daldık.

Ertesi günün öğleden sonrası dönüş yoluna koyulduk. Köyden çıkıp Batıkent’e gelene dek neredeyse hep inişteydik. Batıkent sonrasında hem İstanbul Yolu’nun akşam keşmekeşine girmemek hem de yeni yapılan o tartışmalı AOÇ yolunu bir görmek niyetiyle rotamızı yeni yola çevirdik. Yokuşu bol, emniyet şeridi geniş, bir noktadan sonra bitmeyecekmiş hissi uyandıran bir yoldan şehre doğru pedalladık. Şehre girdiğimizi hissettiren birkaç nazik! araba manevrası sonrası Kızılay’a vardık. Çok yol tepmiş olmanın yorgunluğu, gururu ve şaşkınlığı ile Tayfa’da çaylarımızı içip evlere dağıldık. Böylelikle bu hunili gündemden az da olsa sıyrılabildiğimizden bahar bize hoş geldi. Hepimize hoş gelmesi dileğiyle Newroz piroz be!

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış