Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Paris’te Sınıf Mücadeleleri

Paris’te Sınıf Mücadeleleri

Paris’in bugün kurulu olduğu yerde M.Ö. 200 yılında Lutetia adlı küçük bir köy vardı. Ünlü Romalı komutan Caesar (Sezar) M.Ö. 100 ila 98 yılları arasında burada kamp kurup köyü kent haline getirdi. Adını da «Lutetia Parisiorum» koydu. Sonradan Frank Kralları M.S. 508 yılında burayı kendilerine başkent yaptılar. Vikinglerle yapılan savaşlarda Paris’in tahta ile kerpiçten yapılmış olan ilk duvarları yıkıldı. XII. yüzyıla kadar da yapılamadı. 1215 te Papa’nın da yardımıyla Sorbonne Üniversitesi kurulunca, Paris Ortaçağ Avrupa’sının en önemli şehri oldu. Bundan sonra Fransa tarihini kaplayan bütün büyük olayların din kavgalarının, kuşatmaların ve devrimlerin merkezi oldu.

Ardından Paris birçok mücadeleye tanıklık etti. Bu mücadelelerin kent üzerinde bıraktığı etkiler de büyük oldu. Kentin onlarca kez kuşatılması, işgal edilmesi ve isyanların çıkması, onlarca kez yeniden yapılanmasını gerektirdi. Bu mücadeleleri ve kent üzerinde bıraktığı etkiyi, birkaç önemli tarihsel dönemi inceleyerek anlatmaya çalışacağım. 1848 Paris’i 1848 Paris’inde Sanayi Devrimi büyük ölçüde tamamlanmış, burjuvazinin gelirlerinde büyük artış olmuş fakat işçi sınıfı bu gelirden payını alamamıştı. İşçiler günde 13-15 saat çalışıyor, sağlıksız konutlarda kalabalık aileler halinde yaşıyorlardı. Bu koşullara karşı ayaklanan Paris işçi sınıfı başarılı olmasa da, sınıfının ilk büyük deneyimini kazandı.

Tarihte ilk kent barikatları bu isyanlar sırasında kuruldu, ilk defa bir kentte top ateşlendi. Frederich Engels, isyanın önderlerinden Kersausie’yi “ilk kent barikatı komutanı” olarak adlandırmıştır. İşçiler, Paris’in işçi mahalleleri kesimi olan doğu yakasından Belediye Binası’na (Hôtel de Ville) doğru ilerliyordu. Ayaklananların başarısı tamamen, Paris’in merkezine oldukça hızlı ulaşılması ve Belediye Binası’nın alınmasına bağlıydı. Böylece hem Paris’in merkez noktasını hem de yönetimini ellerine alabilirlerdi. İsyandan sonra kentte yapılan temel değişiklikler işçilerin bu tavrı göz önüne alınarak yapıldı. İsyanın ardından, Seine Valisi olarak atanan Georges Eugène Haussmann, Paris’i ayaklanma çıkamayacak şekilde “dönüştür”dü. Planı dahilinde Paris’i bulvarlarla bölgelere ayırdı. Bulvarlar hem sokaklara barikat kurulmasını engelliyor, top atışları için gerekli geniş alanı sağlıyor, hem de işçi bölgelerini birbirinden ayırarak isyan durumunda işçilerin birleşmelerini engelliyordu.

Fakat en temel değişiklik şehrin genişletilmesi ve işçi bölgelerinin şehir dışına taşınmasıyla oldu. Ayrıca bu bölgeler bulvarlarla birbirinden de ayrılmıştı. Bu, işçi sınıfını şehrin yönetiminden ve burjuvaziden uzaklaştıracak, bir isyan sırasında onlara yaklaşmadan engellenebilmelerini sağlayacaktı. 1871 Paris Komünü 1870’de III. Napolyon tarafından maceracı bir şekilde başlatılan Prusya savaşı işçi sınıfı için bir felaket oldu.

 Prusya orduları, III. Napolyon ordularını ezdi ve Paris’i kuşatarak bombalamaya başladı. Kuşatma dördüncü ayına ulaştığında hükümet tarafından ateşkes çağrısında bulunuldu ve Paris, Prusya tarafından işgal edildi. Ancak Paris’li işçi sınıfı ve yoksullardan oluşan, Ulusal Muhafızlar bu yenilgiyi kabul etmiyor ve silahlarını teslim etmek istemiyordu. İşçiler bu birlik dahilinde Prusyalılara karşı direniş göstererek Paris’teki bütün Prusya topları ve silahlarını ellerine geçirdi. Ele geçirilen bu toplar işçi mahallelerinde gizlenmeye başlandı. Daha sonra Prusyalıların çekilmesiyle hükümet işçilerin ellerinde silahları tehdit olarak görmeye başladı. 18 Mart’ta bir operasyonla bu toplara el koymak isteyince, hükümet askerleriyle Ulusal Muhafızlar karşı karşıya geldi, fakat komutanlarının ateş emrine uymayan hükümet askerleri Ulusal Muhafızlara katıldı ve bir isyan başladı.

 Birkaç gün sonra Paris, hükümet tarafından tahrip edilerek tamamen terk edildi ve Versay yeni hükümet bölgesi oldu. 1 milyon 600 bin kişilik kentin, karayolları, aydınlatma, telgraf gibi soluk alma organları çalışmıyordu. Komün bağımsız mahalli örgütler halinde örgütleniyor ve her örgütün Merkez Komite’de bir temsilcisi bulunuyordu. –seçilen hükümet yumuşak davrandı- 2 Nisan’da hükümetin Paris’i bombalamaya başlamasıyla işçi milisler Versay’a doğru ilerlemeye başladı fakat hükümet ordusu üstün çıktı. Bu sırada hükümet, Prusya’dan yardım alarak gücünü 60 bine çıkardı. Ayrıca hükümet, askerlerle arasındaki “kardeşliği” ortadan kaldırmak için yeni askerlerine iyi görünümlü üniformalar yaptırıyor ve iyi beslenmelerini sağlıyordu. 21 Mayıs’ta kentin batı kapısı bir ihanetle açıldı ve hükümet ordusu işgale başladı. Paris’in Batı kesimi zenginlerin yaşadığı bölgesi olduğu için, mahalle sakinleri tarafından sevinçle karşılandı. 1850’de Haussman’ın yaptığı bulvarlar burada hükümet ordularının işine yaradı. Komün’ün örgütlenme biçimi karşısında merkezi bir komuta sistemi olan hükümet ordusu avantajlıydı.

Savaş 8 gün sürdü. Bu dönem Kanlı Hafta olarak anılır. İdamlarla birlikte ölen kişi sayısı 70.000 kişi olarak tahmin ediliyor. Paris sonraki 5 yıl boyunca sıkıyönetimle idare edildi. 1947 Renault Grevi Renault grevinin asıl önemi, işçi sınıfının 2.Dünya Savaşı’nın baskısından kurtulup harekete geçtiği ilk mücadele olmasıdır. Daha sonraki dönemlerde yayılarak işçi sınıfına cesaret vermiştir. 2. Dünya Savaşı yeni bitmiş ve Fransa işçi sınıfının yaşam koşulları korkunç bir hal almıştı. Savaş sırasında, 8 yıl boyunca, grev yapmak yasaklanmıştı. Savaş bittikten sonra “önce kollarınızı sıvayın, sonra hak isteyin” politikasının hüküm sürdüğü bir dönem başladı. 1946 senesinde fabrikalarda ücretler üretime göre belirleniyor, hükümet hem özel hem kamusal şirketlerde asgari ücreti belirliyordu.

Ücretler üretime göre belirlenmeden önce Renault’da üretim kotası %116 iken bu değişimden sonra %150’ye çıktı. Bunun sonucunda iş kazaları artmaya başladı. Gıdalar karne ile dağıtılıyordu. Savaş sırasında kişi başına günlük 350 g düşen ekmek, savaştan sonra kişi başı günlük 250 g olmuştu. Fiyatlardaki yükseliş hızlıca artıyordu. Ancak ücretlerde bir değişme yoktu. Enflasyonda senelik %50’lik bir artış görülüyordu. Ancak ücretlerde (1947’de) sadece %22,5’lik bir artış olmuştu. 1947’de hükümet fiyatlara %5’lik indirim getirdi ama bu indirim anlamsızdı, çünkü zaten indirimin uygulanıp uygulanmadığı hakkında bir denetim yapılmıyordu. Gıdalar az bulunuyordu ve karaborsa fiyatından satılıyordu.

1946 Aralık ayında, CGT’nin (FKP’nin dahilinde bir sendika) hesaplarına göre, yaşamak için gereken en düşük ücret aylık 7000 Franc’tı. İşçilerin bu rakama ulaşabilmeleri için, saatlik 10 Franc’lık bir zam gerekiyordu. Bu talep doğrultusunda Renault’nun Paris’teki fabrikasında bir grev başladı. 23 Nisan’da, greve çıkmadan önce 700 işçinin katıldığı bir toplantıda grev kararı alındı. 19 Mayıs’a kadar süren grev bütün fabrikalara yayılmış ve 3bin işçi örgütlemişti.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış