Benim aile çevremin de dahil olduğu genelde ülkemizde bir farklı “asker sevgisi” vardır. Analar çocuklarını “subayım, paşam” diye severlerdi. Pek militarist olduklarından değil de militarizmin kültürel empozesinden ve bir asker toplum kültüründen gelme ,asırların “genetik” etkisini de varsayarız. Kolay değil 800 yıl üç kıtaya kök söktürmüş askerleriyle, en son kapanışı vahim yapmasına rağmen o yoklularla başarılı dahi bir komutanın ve ağırlıkla milis kuvvetlerle donanmış bir garip orduyla “Ulasal Kurtuluş Savaşı kazanmış” bir ülkenin insanlarıydık ve askeri severdik. Tabi bunca yıllık cumhuriyetin içinde nice dönemler geçer de asker döneminin şekline bürünmez miydi? Elbette bürünürdü ama hep bir “üst” ten havası vardı. Yani asker olup da ast-üst olmazsa olmazdı da halkın yanında önünde karşısında bu biraz tuhaf kaçıyordu. Halktan olanları da vardır da. İstisnadır belki de…Benim böyle bir izlenimim oluştu nedense.
Öyle bilmedikleri konu yoktu. Siyasetten hiç geri durmamışlardı. Hatta onları okutan , karnını doyuran, elbisesini veren, silahını teçhizatını verip “çakı” gibi diken halklarına danışmayı bile gerek görmezlerdi, her konuda fikir beyan ederken. Birincisi her konuda fikir beyan edecek kadar fikirli olmaları da kaçınılmazdı bir yer de bütçeden alınan payla eğitimin en iyisini almakta idiler de, sanki fikir beyan ediş ve bunu gerçek hayata tatbik de biraz sorun vardı. İkincisi herkesi esas duruşa geçirdiklerinde de konuşacak kimse kalmıyordu.
Neyse gel zaman git zaman devran döndü ve global düzeyde jeopolitik konumumuzun da gereği militarist araçların böyle istikrarı istikrarsızlaştıran arz-ı endam etmelerine gerek kalmayan bir ulusal ve uluslar arası düzenlemeyle birden sahneyi terk ettirildiler. Hem de yapanların günahı boynuna biraz hile hurdalı delillerle kuru yaş demeden sahneden uzaklaştırıldılar. Memur oldukları hatırlatıldı. Kanunların onlar için de var olduğu hatırlatıldı. Kanun ve hukukun aslında ne kadar da önemli olduğunu böyle acı tecrübelerle öğrenmek zor bir deneyimdir gerçekten. Her ne kadar Roboski gibi olaylarda kanun hukuk istenince tatil edilebilse de böyleydi. Halen de bu konu sonuçlanmış değil…
Bir adım geri marş! Sadece bir adım gerideler…
Oradan seslerini ve çırpınışlarını duyuyoruz. Hele de bir “Kumpas” sözü ortaya atıldıktan sonra. Türkiye Emekli Subaylar Derneği’nin geçtiğimiz cumartesi 11 Ocak’ta Sakarya Caddesi’ndeki heykelin etrafında öbeklenmiş halde bir gösterisi, bir seslenişi vardı. Giyimleri ve duruşlarıyla halktan ayrı bir endamla orada “hukuksuzluğa” dikkat çekmeye çalışıyorlardı. Hatta sloganlar atıyorlardı. Dikkatle yapılınca sayılabilecek kadar azdılar. Ayrıydılar. Biraz mudanasızlardı. Bir çok döviz vardı ellerinde. Bir tanesinde şöyle yazıyordu: ”AYDINLARI KORKAK OLAN ÜLKENİN, ZALİMLERİ CÜRETKAR OLUR”. Ne kadar da doğru bir sözdü. Kime diyorlardı bu sözü, halka mı? Acıyla gülümsememek elde değildi. Aydınlarına zulümlerden zulüm beğendiren bunu da kolluk güçlerinin marifetiyle yapan bir ülkenin ibretlik öyküsüydü bu. Paşam yalnız kalmıştı ve bu sözle yardım istiyordu. Dövizi tutan emekli kişinin duruşu yine esas duruşu aratmıyordu.
Aydınları, işçileri, köylüleri, öğrencileri, Kürtleri, Türkleri, Alevileri bilimum azı, garibanı postalların altında çiğnenmişti. Çok cüretkardınız…Ölümlerden ölüm beğendirilmiş, işkencelerden geçirilmiş, kaybedilmiş, izbe yerlere gömülmüş, o hapis senin bu hapis benim, sürülmüş, dövülmüş. Buna işaret eden aydını, direnen aydını ezilmiş… Paşam aydın arıyor adalet için… Neden bu kadar yalnızsın paşam hiç düşündün mü?..
Yorumlar (0)