Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Piyasa ve Perili Köşkleri

Türkiye’deki tüm kentlerin ortak sorunu olan bu “perili köşkler”, Ankara’da daha da yoğunlaşmış durumdadır.

Piyasa ve Perili Köşkleri

Atakule’den Ulus’a kadar yapılacak bir yürüyüş bizi bir çelişkiyle karşı karşıya bırakacaktır. Tamamen ya da kısmen boş, koskoca binaları gördükçe aklınıza maaşının yarısını kira olarak ödeyen arkadaşınız ya da sıkış tepiş sınıflarında ders yapıl(an)amayan üniversiteniz ya da belediye yetkililerinin ağzından çıkan tek bir sözcükle atölyesinden olan seramik sanatçısı gelebilir... Ve hatta Ankara’nın göbeğinde Yugoslavya’nın dağılma süreci üzerine bir film çekilmesine hayli hayli izin verecek mekânlar olduğu sonucuna varabilirsiniz.

Bir yanda arz fazlası diğer yanda ise talepler vardır ama ne hikmetse bunlar hâlihazırdaki piyasa mekanizmasıyla buluşamamaktadır. Bir ideolojiyi çağrıştırdığı için “kapitalizm” yerine “piyasa ekonomisi” kavramını tercih eden sistem yandaşları, “görünmez el” metaforunu tekrar tekrar hatırlatarak, sosyal refahı arttıracak ve kaynak dağılımını optimal düzeyde gerçekleştirecek “doğal bir düzen” ve “kolektif aklın insanlık tarihi boyunca geliştirdiği bir birikim” olarak serbest piyasa ekonomisini vaaz edeceklerdir. Kent merkezindeki basit gözlemleriniz bile, kamu yararına kullanılabilecek milyonlarca metrekarelik kapalı alanın boş durduğunu; yani kaynak dağılımının optimal düzeyde gerçekleşmediğini; daha da vahimi, birkaç kişinin mülkiyet hakkı lehine milyonların barınma hakkının yok sayıldığını kanıtlayacaktır.

Bu aşamada inşaat sektörü üzerine birkaç şey söylemek gerek: Türkiye’de siyasal iktidarlar sermaye birikiminin kendi yandaşları lehine el değiştirmesini sağlamak için inşaat sektörünü kullandı ve hatta AKP örneğinde olduğu gibi, sömürdü. Müteahhitler öylesine güçlendi ki 12 Haziran 2011 seçimlerinde sosyalistlerle ittifak yaparak Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nu oluşturan Barış ve Demokrasi Partisi bile, bir müteahhidi Ankara’da milletvekili adayı olarak gösterdi. Devlet ihaleleriyle AKP’li müteahhitler kayırıldı; öyle ki pastadan yeterince pay alamadığını düşünen cemaat lideri, 7 Şubat 2012’de “hep bana, hep bana, rabbena…” anlayışının yanlış olduğunu vaaz etti ve bir hafta sonra 14 Şubat 2012’de de Kamu İhale Kurumu -ne hikmetse- polis tarafından basıldı. İnşaat sektörü yeni yeni zenginler yaratırken kentsel dönüşüm adı altında ellerindeki gayrimenkulleri de alarak yoksulları daha da yoksullaştırdı. Kentsel dönüşüm devlet eliyle yeni zenginlere sadece özel güvenlikli siteler sunmakla kalmadı; Alevileri (Ankara’da Dikmen, İstanbul’da Gazi), Kürtleri ve Romanları (Sulukule) onyıllardır oluşturageldikleri kültürü yok ederek rejime tabi kılmaya da yöneldi. Hazin olan kamu yararı kavramının bu şekilde işlevsel kılınmasının bizatihi kamuyu yok etmesidir.

Türkiye’deki tüm kentlerin ortak sorunu olan bu “perili köşkler”, Ankara’da daha da yoğunlaşmış durumdadır.

Planlı kentleşmeye son verildiğinden bu yana Ankara sürekli yıkılan ve yeniden inşa edilen ve kolları dört bir yana yayılan dev bir ahtapot görünümündedir.

Merkezsizleşen Ankara’nın eski merkezleri olan Ulus ve Kızılay hızla değer yitimine uğramaktadır; Bakanlıklar ve diğer devlet kurumlarının yanı sıra ticarî alanlar kentin çeperine kaydırılmaktadır. Kent merkezindeki konutlarsa yüksek kira beklentisiyle, iktisadî kriz gibi nedenlerle uzun süre boş tutulmaktadır.

Bu dosyada çok çeşitli nedenlerle kullanılamayan binaları ve alanları, perili köşkleri ele alacağız. Bunlardan Kızılay Rant Binası yıllar yılı boş kaldıktan sonra birkaç ay önce “kullanıma” açıldı. Kamu yararına çalışan bir derneğin, kendisine yapılan bağışları değerlendirmek için yapılan binası, bir perakende zincirinin açtığı dava sonucu, haciz altında yıllarca boş kalıyorsa, sistemin akıldışı oluğunu söylemek bile gereksizdir. Dahası bu bina açıldığında gördük ki Ankaralıların ortak mülkiyetinde olan Kızılay Meydanı’nın yaya bölgesinin önemli bir kısmı(2 dönüm kadar) tahta perdelerle yıllar yılı gasp edilmiş.

Yıllar boyunca oradan geçerken hissettiğimiz daralmanın aslında birkaç kişinin keyfî kararının sonucu olduğunu bilmek haksızlığı daha da arttırıyor. Ne diyelim sistem bu…

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış