Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Sanat, Köşeyi Dönünce, İki Sokak Arkada…

Sanat, Köşeyi Dönünce, İki Sokak Arkada…

Ülkemizde toplumun ve sanatın bağlantı noktaları hangi coğrafi koordinatlar üzerine isabet ediyor bilemiyorum. Tek bildiğim metropollerde bile ara sokaklara sıkışıp kaldığı. Bu ara sokaklar; ya şehir merkezlerinde, egzoz dumanından rengi dönmüş, köhne dar boğazlar; ya da ayna ve neon ışıklarla cilalanmış büyük alışveriş merkezlerinin, sık aralıklarla paspaslanmış koridorları olarak karşımıza çıkıyor. Elbette bu tarif münhasıran abone ve portföy olarak yaşanılan, sahici dünya için geçerli. Sanal âlemde ise “link”ler sanatı topluma deşifre ediyor. Hatta koca bir insanlığa… Sanatçıyı yetki sahibi olarak görmeyen, tüm siyasi süreçlerden dışlayan, bir üst-kültür objesi haline getiren ve iş dünyasının saygınlık politikalarının hizmetine sunan, beysoylu sanat müzelerinin yerleri ise şüphesiz meydanlar. Ancak bu kurumlarda da çoğunlukla dev isimler ve sergilerle topluma gösteriş yapılıyor. Kimi zaman çağdaş sanat adına sunulan “şeyler”in de sahiciliği kuşkulu. Bunlara cevaben hümanizm ve evrensel ahlak söylemleri içeren cümleler kurulabilir ama ben tüm bu söylemlerin göz bağından başka bir şey olmadığını düşünüyorum.

Walter Benjamin’e göre devrimci, ütopyacı, toplumu aydınlanma ve yeniden yapılanma için yüreklendiren bir organizasyon olan sanat, bana göre düzene uyum sağlasa da toplum dışı kalsa da, bu işlevleri, ne ara sokaklarda ne de duyarlı kapılar arkasında yerine getiremeyeceğe benziyor. Çünkü sanatçının ürettiği sanatı özgürce teşhir edebilmek ve kitlelere ulaştırabilmek için elindeki kısıtlı alanlar; linkler ve kendi yönetimlerinde bulunan alternatif mekânlar. Efendim? Biri Don Kişot’tan mı bahsetti? Evet, sistemin çarklarına karşı girişilen savaşlar genellikle hüsranla sonuçlanıyor. Yine de bu yapılanmaların potansiyellerini azımsamıyorum. Sadece piyasa güçlerine kafa tutmak hayli zaman alan bir iş ve bunun sonucu da sanatsal üretimin azalmasına yol açıyor. O halde sanat, sanal âlemin çevrimdışı mevzusu mu oldu? Eh! Bir parça… Ben, şehrin ara sokaklarında, galerilerde ya da alternatif mekânlarda sanatın toplumla sağlıklı bir bağlantı kurduğunu düşünmüyorum. Bu mekânlara yalnızca sanatçılar, sanat eğitimcileri ve öğrencileri ile bir kısım aydın girebiliyor. Elbette kimsenin yasakladığı yok ama “yoldan geçen adam”ın da çekingenliği bir gerçek. Terminolojik cümlelerden örülü sohbetlere yabancı ve sanatsal beğeni kasasını popüler kültüre teslim etmiş birinin, yoldan geçip gitmesi son kerte olağan. Alışveriş merkezlerinde vitrinlere bakarken ya da yalapşap menüler restoranlarında, lastik toplarla doldurulmuş kafeslerde çocuklar oyalanırken, sanatla karşılaşmak mevzusu ise beni bile ürkütüyor.

Sanal âlemde “ilişim” diye adlandırmamız gereken linkler sanatçıların özerk bölgeleri. Yani usulca iliştikleri bağımsız platformlar. Hem sanatçıyı ve izleyicisini buluşturuyor hem de yüz yüze bakmanın verdiği sıkıntıya perde oluyor. Bu sayede sanat izleyicisi, evde pijamaları ve çayı eşliğinde sanal galerileri, sanat portallarını ve sanatçı web sitelerini gezerken, sürekli ahkâm kesen aydın (!) kesimin dırdırından da kurtuluyor. Ülkemizin ekonomik şartlarında zaten sanat eseri alacak maddi gücü bulunmadığından izlemenin tadını doyasıya çıkarıyor. Domestik hallerin rehavetinde eleştirisini bir çırpıda yapıveriyor. Eserin içeriği ile çoğunlukla, tema politik ve muhalif olduğu zaman ilgileniyor. Bu ilginin sebebi ise “haber değeri”.

Heyhat! Ayrı mı düştük?

Hayır. Bizi bir araya getiren, gündemdeki sanat etkinlikleri var. Sanatçılar kariyerleri için biricik çıkar yol olarak gördükleri bu etkinliklere gözleri kapalı atlarken, izleyici bu etkinliklerde boy göstermeyi bir statü meselesi olarak değerlendiriyor. Elbette sponsorlar için de bu etkinlikler muazzam bir halkla ilişkiler ve reklâm alanları. ( Ben bu cümleyi yazarken bilgisayarım “Yabancı dil kökenli sponsor yerine destekleyici kullanabilirsiniz” diye uyarı mesajı veriyor. Ama nedense bu pek içimden gelmiyor.) Sonuçta sanat fuarları, bienaller ve festivaller de bir çeşit göz boyama ve kültürel beğeni yargıçlarının dayatması olmaktan ileri gidemiyor.

 Sadece kendine yatırım yapmak için bu etkinliklere katılan iyi niyetli insanlar da kültür emperyalistlerinin oyunlarına alet olabiliyor. Sanatçılar ve sanat, reklâm malzemesine dönüşebiliyor. Toplumun ve sanatın bağlantı noktaları hangi coğrafi koordinatlar üzerine isabet ediyor hala bilemiyorum. Bildiğim bu ülkede sanatın kimsesiz ve yersiz yurtsuz olduğu…

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış