Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Seni Bi Benzetirim Daha Kendime Gelemem..!

Seni Bi Benzetirim Daha Kendime Gelemem..!

“O gün , dedelerinin Ankara taşından yaptığı kuyu başını öptüklerini…Bu ceviz ağacını babam, bu dut ağacını amcam, bu ayva ağacını anam dikti…dercesine koştuklarını, biraz kalabilmek için babasından aldıkları izni, teşekürlerini, anesinin çay getirmeye gitiğinde babasının: ‘ Ermeni olduğunuzu söylemeyin..’ dediğini duymuştu Levent. 5-6 yaşlarında olmalıydı, henüz okula başlamamış, bütün mahallede girmedik delik, karıştırmadık taş bırakmamıştı. Evlerinin arkasında, derenin yamacındaki mağarayı biliyor, 29 oyma basamaktan oluşan ve sonu küçük bir kuyuyla biten saklambaç alanını çok seviyordu. Merdivenlerin iki yanı erzaklar için oyulmuş, birkaç parçada gümüş çatal bıçak bulunmuştu. Dayısı, alfabeyi çözdüğü bir günün sonunda onu nerede bulacağını bildiğinden bulmuştu. Onları da bulmuşlar… Yıllar öncesi meşeler saklarmış bu mağarayı da… O dayısından neden saklandığını biliyordu, peki bu insanlar neden saklanmıştı? Saklambaç oynama iznini dayısından koparmayı da bilmişti. Fransa’dan gelen Ermenilerin izni birkaç sat içinde bitmiş, geride ve Levent’in kulağında: “Biz bu toprakları çok sevmiştik..!” sözü kalmıştı” ( 1)

Aynadaki adam bağırıyordu: “Seni bi benzetirim bi daha kendine gelemezsin…!” Seni… Seni de… Ama kendini bir türlü bulamıyor, kendini arıyordu. Kimilerine göre kuzeyden Kafkaslardan, kimilerine göre Balkanlardan, kimilerine göre ise ta Orta Asya’dan geliyordu kökleri… Dili parselenmişti çoktan. Biraz Farsça, biraz Arapça, sonrası Fransızca… Aynadaki adam bağırıyordu: “Seni bi benzetirim bir daha…!” Yılar öncesi alınmıştı karar: Ya herkes birbirine– birine benzeyecek ya da gidecekti bu topraklardan. “Her şey vatan içindi.” 1915’ler, 1937-1938’ler, 1955’ler.. “Ne mutlu diyene.” olmuş, ne çok mutlu olamamışlardı sonunda.

Bir şeye benzetilme çabasında kültürlerini, dilerini, becerilerini bırakmışlar; daha çocukluklarında aynı önlük, aynı kolalı yakada yitirmişlerdi renklerini… Siyahlar ve beyazlar vardı artık… Korku hepsini bir güzel ‘birleştirmiş’, bir güzel ‘benzetmişti’ işte. Seni bi güzel benzetirim diyen adam ‘başarmıştı.’ Oysa, binlerce ticaret erbabı Yahudi, on binlerce yaşam üstadı Rum, yüz binlerce yapı ustası Ermeni, ana dilinde eğitim şansı bulmuş milyonlarca Kürt ile ne çok mutlu olabilirdi Türk. Ne de olsa az değerlidir, belki de bu yüzden azaltmışızdır değerlerimizi.

 (1) Mamak Tatlısı, Mehmet Öz, 78.sayfa, Bilim ve Sanat Yayınları, 2013 Ankara

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış