İlk geldiğim zamanlarda otobüsle yanından geçtiğimiz bahçeli gecekondular, artık birer birer değil onar onar yerlerini dev, gri apartman inşaatlarına bırakmış durumda. Devlerin arasında kalmış yıkık gecekonduların camları dökülmüş pencereleri bir garip hüzün veriyor her sabah. Çivit mavisi, çiğ yeşil iç duvarlar, koltuk eskileri, bırakılmış ayakkabılar, yaklaştıkça evlere yaşamlardan kalma ayrıntılar düşündürüyor insanı. Ödev kapağı, mor çiçekli plastikten ev süsü, kuğu desenli tül parçası, teki kalmış terlikler ve çocuk ayakkabıları. İnsan, izi kalmış hayatların gölgelerinde kalakalıyor. Şimdi sizlere anlatacağım hikaye, mavi gözlü Kemal Amca ve onun (şimdi seslenirken “nalet” dese de) 44 yıllık aşkı Nazlı Teyze'nin hikayesi. Şentepe’de yokuş kenarında kalmış birkaç gecekondudan birinde yaşıyorlar. Sabah çıkarken asıl amacımız gri devlerle kaplanmakta olan mahallenin fotoğraflarını çekmekti ama yolun bu tarafında kalan birkaç gecekondu bizi kendine çağırdı. Eski bir mağaraya çıkar gibi çıktık sokağa, insan ayağının gide gele oyup merdivenleştirdiği toprak basamaklardan yukarıda söyleşen iki kadının yanına tırmandık. Selamımızı yadırgasalar da geri çevirmediler. Ayşe Abla'yla Nazlı Teyze'ydi söyleşenler. Ayşe Abla biraz sinirli ve şüpheci “biliyom buralar antika oldu, ondan çekceniz fotraflarını” diye söylendi. Açıklama yapmaya çalıştım “ben yukarıda öğretmenim, bunlar da öğrencilerim. Buralar yıkılıyor ya, işte siz ne yaşıyorsunuz, neler olup bitiyor onu sormaya geldik biz.”
Şüpheyle bakmaya devam ediyor Ayşe Abla, haklı ne işi olur öğretmenin, okulun çevresiyle? Hem de Cumartesi sabahı. Açıklama çabasını bırakıp sohbet etmeye başlıyoruz. Nereden başladı hatırlamıyorum ama kendimi, annemi Nazlı Teyze'ye anlatırken ve onu rahatlatırken buluyorum bir süre sonra. Kemal Amca mavi gözlerini kısıp sigarasını tüttürerek yanımıza yaklaşıyor. Elleri kara, gülüşü güzel, konuşması tok, sözleri kinayeli. Onlar da gecekondularını vermişler müteahhite ve beklemedeler. Neyle geçiniyorsunuz diyorum. Biz yeşil kartlıyız kızım, bak bunları toplayıp satıyorum diyor, yakınımızdaki yıkıntıların içindeki çuvalları göstererek. Kağıt topluyor Kemal Amca. 65 yaşında. Simit paylaşıyoruz. Evi bırakınca beklerken ne yapacaksınız diyorum, kiraya gideceğiz diyorlar. “Hatun da sana yardım ediyordur işte” diyorum takılmak için. Nazlı Teyze bacaklarını gösterip “yürüyemiyom ben, çok kötü oldum yavrum” diyor. Sonra Kemal Amca Nazlı Teyze'ye nasıl aşık olduğunu anlatmaya başlıyor. O anlatırken 17 yaşındaki haline dönüveriyor sanki. Nazlı Teyze de o yıllara dönüveriyor, kızarıp terslenerek eşlik ediyor arada hikayeye. Kemal Amca yolun karşı tarafında kalmış birkaç gecekonduyu göstererek “Bu orada otururdu” diyor. “Birgün bizim evin önüne çıktım. Aha bu sokaktan, önümden geçti bu. Saçları upuzundu beline kadar. (Burada benim saçlarımı tutup sallıyor) Bunlar ne ki, dört beş katıydı saçlarının, kapkara. Nasıl oldum biliyon mu? Hani eline sigara basarlar da için cızırdar ya, kalbim öyle yandı sandım. İşte ondan sonra tarak gönderirim, haber ederim ama yüzünü göremem. (Nazlı Teyze elinde tuttuğu sopayı kaldırıp, “Yaklaşabilir miydin ki? Tepene yapıştırırdım sopayı” diyor gülerek) Buradan evine bakarım. Pencerede beyaz gömlekli, uzun saçlı kız gördüm mü el sallarım. Ama bilemem o mu? Bunlar üç kız gardaştılar. Üçünün de saçı uzun, gömleği beyaz. Bir kere gördüm yüzünü, buradan geçerken. Allahım dedim, dönse de bi kerecik baksa. Dememe kalmadı dönüverdi, bi o sıra gördüm yüzünü işte”. Kemal Amca bunları anlatırken Nazlı Teyze öyle güzel gülümsüyordu ki. “Şimdi işte böyle oldu nalet” diyor Kemal Amca, bir yandan da kaç yıldır evli olduklarını hesaplıyor. “Evlendiğimizde 16 yaşındaydın, 3 yıl da çocuğun olmadı, hani İzmir’de o kadın belini doğrulttuydu, ondan. Sonra Yılmaz doğdu o 41 yaşında ya. Biz 44 yıldır evliyiz.”. Bu arada İzmir’de iki yıl yaşadıklarını anlatmaya başlıyor “Benim bi cezam vardı, hapis yattım orda”. Ayşe Abla da Nazlı Teyze de, okuma yazma bilmediklerini söylemişlerdi zaten onlara selam verip geliş nedenimizi anlatmaya başladığımda. Size bir şeyler sorsam olur mu dediğimde “Okur yazarlığım yok, cahilim ben” demişti Nazlı Teyze. Hesap sırasında da “ben ne bileyim işte” diye söylendi.
Nazlı Teyze yürüyemiyor. Dertli dertli giderek daha az hareket edebildiğini anlattı. Kemal Amca çok bilge bir bakış eşliğinde “Allah en büyük derdi, tasayı en sevdiği kuluna verirmiş” dedi. Sonra bize dönüp bir soru sordu: “Allah en büyük cezayı kime vermiş, bilin bakalım”. En büyük acıyı ve sabrı. Sonra Eyüp Peygamberin hikayesini anlatmaya başladı: “Eyüp peygamberimiz çok zengin bir kimseymiş. Sonra Allah ona en büyük cezayı vermiş. Vücudunda yaralar çıkmış, kurtlar kemirirmiş yaralarını. Karısı doktorlardan aman dilenmiş. Ama doktorlar peygamber kendi derdine derman bulamaz mı canım deyip yüz vermemişler kadına.
O karun kadar zengin adam bir dilim ekmeğe muhtaç kalmış. Karısı ekmek için bakkala gitmiş. Bu arada şeytan koşmuş Eyüp’ün yanına “ bak karın bakkaldan ekmek dileniyor haberin olsun” diye fitlemiş onu. Eyüp tamam tamam deyip savmış şeytanı. Karısı Eyüp’ün yanına ekmekle geldiğinde “senin ne yaptığını, niyetini bilirim ben” demiş kadına. Koca peygamber bilmez mi karısının ne yaptığını? Sonra kadın bir kez daha gitmiş bakkalın yanına. Ama şeytan, bakkalın aklına girip Eyüp’ün karısı bir kez daha ekmek almak isterse ondan saçının bir tomarını kesip kendisine vermesini istemesini söylemiş. Bakkal saçından tutam istediğinde kadın düşünmüş. Kocasının aç karnını doyurmak için bu teklifi kabul etmiş. Şeytan koşarak Eyüp’ün yanına gelmiş. “karın saçını kesip bakkala verdi ekmek için, haberin olsun” demiş. Kadın ekmekle eve geldiğinde Eyüp “sonra seni değnekle 40 kez sopalayacağım, unutma bak, senin ne yaptığını biliyorum ama” demiş. Bu arada Eyüp’ün vücudunda yaralar çoğalmaktaymış. Ama Eyüp hep sabretmiş. Hiç isyan etmemiş.
Hatta yaralarından yere düşen kurtları yerden alıp yaranın üstüne koyar, “karnını iyice doyur öyle git” dermiş kurtlara (Kemal Amca bu kısımda yere eğilip gerçekten düşen bir kurt varmış da onu yerine koyuyormuş gibi gösteriyor anlattığını kendi vücudunda). Sonra bir gün bütün yaraları kaybolup gitmiş Eyüp’ün, bütün acıları dinmiş. Karısını yanına çağırmış. Seni 40 kez sopalayacaktım ya, gel bakalım, bana kibrit getir demiş. 40 kibrit çöpünü karısına tek tek atmış.” Hikayesini bitirirken karısına sabır öğüdü veren Kemal Amca, bize seslendi bir de “hocayım ben hoca, gelin bakalım, bir de buranın fotoğrafını çekin”dedi.
Çocukları götürdüğü yer evinin arka tarafına yaptığı dar bir odaydı, içi gaz kokan ve tavanı rengarenk balonlarla dolu bir oda. Bu odada uçan balon şişiriyordu satmak için. Yaşarken masalımsı hale bürünüveren bu hal, okurken belki masal geliyordur, bilemem. Ama öğrencilerimle şaşkın ve mutlu, odada fotoğraflar çektik. Sonra Ayşe Abla, ayakta dikilmek isteyen Nazlı Teyze ve Kemal Amca'yla son fotoğraflarımızı çekip vedalaştık onlarla. En iyi dileklerine dualar karıştı bizi uğurlarken son gecekondu sakinlerinin. Bizim aklımızda sabır, yoksulluk, Kemal Amca'nın bitirim gülüşü ve sigara dumanlarına karışan sözleri: Boşverin zenginleri, yoksulları yazın siz! Belgeleme Ekibi: Fahri Aksırt, Zeynep Alica (öğretmenler) Mustafa Sarı, Ömer Serçe, Taner Özdemir ve Hakan Cengiz (öğrenciler)
Yorumlar (0)