Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Şeyda Hindistan'dan Bildiriyor: Hindistan'a Varış

Aylardır hazırlıklar devam ediyordu. Önce Ankara’daki evimi kelimenin tam anlamıyla paketledim. 25 koli kitap, 3 koli mutfak malzemesi, eşyalar ve 10 koli ne olduğunu bile hatırlamadığım ıvır zıvırı Ezine’nin 299 nüfuslu (ben yerleşince 300 olacak) köyündeki yeni yuvama taşıdıktan sonra yolculuk hazırlıkları başladı. Önce işten ayrıldım ardından vize işlemleri, farklı kentlerdeki hoşçakal buluşmaları, 16 yaşındaki köpeğim Karemel ve gençliğinin doruklarındaki kedim Çero’ya geçici güvenli yuva bulmak uğraşları, Ankara ve içindeki dostlarla veda partileri, zorlu bir referandum ve en son aileme hoşçakalın dedikten sonra şu an uçakta Hindistan’a yaklaşıyorum. 2003’te ziyaret ettiğim Hindistan’a doğru 3 saattir yoldayım.

Şeyda Hindistan'dan Bildiriyor: Hindistan'a Varış

Beş buçuk saatlik uçak yolculuğunun ardından 12 saatlik tren ve ardından 5 saatlik otobüs yolculuğu beni bekliyor. Altı ay boyunca yaşamayı planladığım Andretta’ya doğru trenle yola çıkmadan önce bir iki gün Delhi’de kalacağım. Reyaz ve Edolie Delhi’de beni bekliyorlar.

Aslında Hindistan’a ilk 2000 yılında gitmiştim. UNESCO bir zamanlar genç sanatçılar için
bir burs programı açmıştı. Her yıl Hindistan da dahil olmak üzere 20 ayrı ülkeye üçer genç sanatçıyı burslu olarak gönderiyorlardı. Ben de Hindistan için bir fotoğraf projesi yazıp başvurmuş ve kabul edilmiştim.

Dijital fotoğrafın daha hayatımıza girmediği zamanlardı. Aldığım burs kapsamında Delhi’de bir orman içindeki sanat enstitüsünde karanlık oda kurmam, seyahatler boyunca çektiğim fotoğrafları bu karanlık odada yıkayıp basmam gerekiyordu. Sürekli trenlerdeydim, Hindistan’nın bambaşka eyaletlerini, kentlerini geziyor, rengarenk Hindistan’da siyah beyaz fotoğraflar çekiyordum. Yorulunca ya da filmin bitince Delhi’deki enstitüye dönerek evimdeki karanlık odada baskılarımı yaptıktan sonra biraz dinlenip tekrar yola çıkıyordum. Sanırım hayatımın en güzel zamanlarıydı desem abartmış olmam.

Delhi’deki SankritiSanat Enstitüsü’nde tek burslu fotoğrafçı bendim ancak farklı sanat dallarından hem ulusal hem de uluslararası pek çok sanatçı kalıyordu enstitüde. Sürekli keman çalan İrlandalı bir yazar, Newyorklu bir ressam, Almanya’dan bir tasarımcı, Avustrulya’dan bir şair ve Hintli bir seramikçi. İşte bu Hintli seramikçi beni seramikle tanıştıran kişi oldu, dostum Reyaz Badduriddin.

Reyaz ile yıllar boyunca dostluğumuz hep devam etti. Türkiye’ye sanat festivallerine, seramik buluşmalarına sık sık geldi. Reyaz’ın ve yine seramik sanatçısı
olan Fransız eşi Edolie’nin işlerini hep takip ettim. Sadece seramik yaparak yaşanan bir hayatı merak ettim. Reyaz ve Edolie’nin motivasyonu ve Ankara’da yaşamanın bana kazandırdığı zamanında sayesinde yıllar sonra Atölye Çamurdan’da seramiğe zaman ayırmaya başladım. Ankara’daki iki buçuk yıllık seramik deneyiminden sonra işte şimdi yine Reyaz ve Elodi’nin sayesinde Hindistan’da seramik ustalarının yaşadığı bir köyde Andreatta Pottery’de çalışma ve öğrenme imkanı buluyorum.

Delhi’de bir hafta kaldıktan sonra önümüzdeki altı ay boyunca Himachal Paradesh eyaletinde, bahçesindenHimalayaların göründüğü bir evde yaşayıp seramik öğreneceğim, Reyaz ve Edoli’ye Andretta’da yeni kuracakları stüdyo için yardım edeceğim .Odun fırını kurmanın ve farklı seramik sırlarının sırlarını öğrenmeye çalışacağım. Ve elbette biraz da seyahat edeceğim. Bakalım bu kez hangi maceralar beni bekliyor olacak diye düşünürken Delhi’ye iniyoruz.

Delhi’de saat 04:30 ama hem havaalanı hem de sokaklar kalabalık. Sanki kimse uyumuyor bu kentte. Telefonum kendini ayarlamakta zorlanıyorTürkiye’de saatlerin değiştirilmemesi yüzünden akıllı telefonlarımız aptallaştı telefonum Hindistan’a adapte olamadı. Manuel ayardan çıkarıyorum ve kendi haline bırakınca doğru saati göstermeye başlıyor. Türkiye ile aramda iki buçuk saat fark var. Burada birazdan güneş doğacak Türkiye’de gece daha yeni başladı sayılır. Delhi havaalanı çok değişmiş. Yeni ve modern bir havaalanı inşa etmişler. Uçaktan inip havaalanına girince bir an Ankara’ya geri döndüm sandım korkarak. Aynı mimari, arada karşıma çıkan Buda heykellerini görmesem Hindistan’da olduğuma inanmayacağım. 15 yıl önceki havaalanını göremediğim için biran üzüldüm sanki. Hindistan çok değişmiş midir? Eskisi gibi bulmak istiyorum ve bulamazsam diye biraz korkuyorum sanırım. Reyaz’ın sağdan direksiyonlu arabasına

binip trafikte 5 dakika gidince yoğun korna sesleri ve sabahın ilk saatleri olmasına karşın yoğun bir trafikle karşılaşıyorum. Önümüzdeki kamyonun önünde büyük harflerle “PleaseHorn” (lütfen korna çalın) yazıyor. (Hindistan’da başka bir arabanın yanından yöresinden geçince korna çalmak trafik kuralı, ben buradayım dikkat et demenin bir biçimi). Yazıyı görünce rahatlıyorum işte hatırladığım Hindistan diyorum. Pencereyi açınca dışarıdan Hindistan’a özgü o güzel koku doluyor ciğerlerime...Dünyanın en kirli havasına sahip kentinde. 

Haber Şeyda Sever

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış