Yeni yıla birkaç gün, yeni umutlara birçok gün vardı. Hava, sözcükleri ağızlardan çıkar çıkmaz donduracak denli soğuk ve katıydı. O gece aydede de yol göstermiyordu dağların arasından, patikalardan ilerleyen köylülere ve katırlarına... Şirvan; üniversiteye, batıya gidebilmek için çıkmıştı bu 40 lira kazanacağı yolculuğa ve doğuya… Yolculuk, güneş aydınlığını dağların ardına sakladığında başlıyor, katırlarla iki buçuk; yürüyerek üç buçuk saati aşıyor, gencecik insanlar babalarının eli, kolu, ayağı, yüreği oluyordu bu sıradanlaşan tehlikeli yolculukta. Yükleri ekmeğe, yükleri umuda, yükleri cesarete dönüşüyordu. Başkaca şansları da yoktu.
Dönüşün ortalarında olmalıydılar, yüklerinin ve yürüyüşlerinin en ağırlaştığı zamanda. Çok çok uzaklardan alışık oldukları savaş uçaklarının sesleri geliyordu. Bin nefes alıp bir nefes diliminde durdular, dinlemeye verdiler kendilerini… Yine uzaklara, sınır ötesi operasyona gidiyor olmalıydı bu ölüm ve korku yüklü uçaklar… Gece birden yanmaya, çığlık sesleri dağları delmeye başlamıştı oysa. “Biz düşman değiliz..!”, “Silahımız yok..!”, “Biz…” diyemediler. Dağ-bayır, börtü-böcek, çimen-çiçek, kurt-kuş konuştu. Onlar sustu. Silahlar Kürtçe bilmiyordu… Sesleri gün ağarana dek duyulmadı. Ölümlerinin sessizliği ise tüm dünyada yankılandı. Gazeteler, haber ajansları, televizyonlar hep onlardan söz ediyordu… Yaşamları değil ama ölümleri değerliydi işte. Ölüme çok, yaşamaya azdı zaman bu topraklarda…
Ölenleri öldürülenler köylülerdi. Bu savaşın bir tarafında kalmak zorunda bırakılmışlar, kendilerini öldürenlerin yanında yer almışlardı. Ama kimse sorumluluğu üstüne almıyor, katilin kim olduğu “araştırılıyordu” tüm ülkede: Araştırma komisyonları kuruluyor, heyetler gönderiliyor, bin susuyor, bir konuşuyor, birden çark ediyordu yetkililer, yetkisizler… Ama bu yara kanıyor, kapanmıyordu aylar sonrası bile. Sorumlular bulunmalı ve her zaman olduğu gibi hesap sorulmalıydı. Olmuyor, olamıyor, engelleniyordu yine… Bir sabah uyandığımızda bu acıyı unutturacak nur topu gibi bir konu doğuyordu kürtaj yasaklanmamış olmasına rağmen.
Katil, kürtaj yaptıran, belki de yaptırmak zorunda bırakılan kadınlardı. Uludere’deki Kürt acısı bir anda kürtaj acısına dönüşüyordu. Kentimin “en yetkilisi”: “Çok mu kürtaj yaptırdın, çok mu acıdı..?” larla katılıyordu tartışmalara… Bense her şeye inat cebimde birkaç sözcük, birçok umutla gazetem Solfasol’un yolunu tutuyordum.
Yorumlar (0)