Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

“Son”dan Başa Uğur Polat

Tiyatro, sinema oyuncusu arkadaşım Uğur Polat’la artık vaktinin çoğunu geçirdiği Kaş’ta bir söyleşi gerçekleştirdim. “Bu işlerin garipliğinden sıkıldığı” için kısa ve acılı olmaya çalıştım!

“Son”dan Başa Uğur Polat

Uğur Polat tiyatroya 80’den önce politik/propaganda amaçlı skeçvari oyunlarla girmiş. 1978 yılında bu etkinliklerin birine Meral Niron’un davetiyle gelen Rutkay Aziz’in tok sesiyle; “yolculuğa çıkar mısın bizimle?” diye sormasının ardından Ankara Sanat Tiyatrosu’na (AST) katılmış. 79’da Vasıf Öngören’in “Oyun Nasıl Oynanmalı”sıyla başlamış Uğur Polat’ın oyunculuk serüveni. (İlk maaşı Tavukçu’da ıslatmışlar!) Birkaç yıl gazetecilik okusa da, 1981’de Mimar Sinan Konservatuar Tiyatro Bölümü’ne girerek devam etmiş oyunculuğa. Mezuniyet sonrası İstanbul ve Adana Devlet Tiyatroları’nda çalışmış. “Bütün Kapılar Kapalıydı” filmindeki performansıyla 1990’da Ankara Film Festivali Umut Veren Oyuncu ödülünü, tiyatro ve sinema dalında bir dolusu takip etmiş. Ankara, Uğur Polat’ın önceleri yaşadığı, sonrasında turneler ve ziyaretlerle yolunun düştüğü bir şehir. Tiyatro ve sinema kadar şehrin ve insanlarının değişen haleti ruhiyesi üzerine de konuştuk.

EA: İstanbul’dan önce yaşadığın şehir Ankara’ya dair ne gibi değişimler gözlemliyorsun?

UP: Akşamları sokakları boş görüyorum! Kızılay Ulus’laşmış, şehir yukarı doğru gidiyor. Bizim sektöre dair İstanbul’a beyin göçüne sebep olmakta genel şehrin koşulları.

 EA: Ankara’da neden deneysel tiyatro çıkmıyor, gelişmiyor? İstanbul bu konuda çok fark atmış durumda, nelere bağlıyorsun?

 UP: Ankara’dan mezun olan bir genç tiyatro yapmak hevesiyle yanıp tutuşuyor, her oyuncu için vazgeçilmez bir şey tiyatro yapabilmek, müthiş bir istek, ama bunu yapabilmek için de İstanbul’a göçüyorlar. Bu kaynak Ankara’da kalmıyor, durmuyor, deneysel tiyatroyu besleyecek seyirci de sokağa çıkmadığından maalesef, üzülerek söylüyorum; emek de harcamadığından seyirci, daha çok televizyona ağırlık verdiği için oluşmuyor.

EA: Ankara’da denemeler çok varmış da başarısızlık çokça başa gelmiş durumu yok aslında, genel olarak şehre küsmüşlük, sinme durumları yüzünden girişilmiyor gibi, belki de yapılsa tutacak. Ne var ki şehrin haleti ruhiyesi etkiliyor galiba.

 UP: Doğru belki de… Ancak bunu yapabilmek için İstanbul’a geliyorlar işte! İstanbul bu konuda çok zengin, bir dolu deneysel tiyatro seyircisini de buluyor, gerçi zaman zaman hayal kırıklıkları da yaşanıyor salon bulunamıyor, bulunan salon elden kaçıyor. Olmazsa olmaz bir şey tiyatronun salona ihtiyacı.

EA: Ankara’da Erdal Beşikçioğlu’nun Dip Sahnesi’ni unutmayalım bu arada, bir denemedir.

UP: Evet, düşün Erdal bile istikrarlı hale getiremedi. Sürekliliği sağlamak mesele, gerçi biliyorsun garip başka sebeplerle ilintili olarak devam etmedi orası. Bunu İstanbul’da DOT çok iyi yaptı, Mısır Apartmanı’nda 50 metrekarelik bir alanda başladılar, sonra Tünel’de daha büyük çaplı hacme geçtiler, şimdi Küçükçiftlik’te MARS Entertainment’ın sağladığı salonlarda oynuyorlar, onlar için tadilat yapıp iki sinema salonunu tiyatroya uygun hale getirip onlara tahsis ettiler.

EA: Filmciler böyle tiyatroya destek veriyor mu? Ne güzel!

 UP: Böyle bir adam çıktı. Menderes Utku destek oldu. DOT ekibi, başta Murat Daltaban kardeşim, ki çok iyi bir Ankaralı’dır; Dil Tarih Tiyatro’dan, alkışlanası bir iş yapıyor. Ekibin bir dolu Ankaralı oyuncusu var. Heves mi, aşk mı? Tiyatro için hevesten çok aşk lazım. Tutup koparmak lazım, Murat bunu becerdi. Zor iş!

EA: Sinema eleştirmenleri eleştirisine gelelim, ilk filmini çeken yönetmen Hasan Tolga’ya acımasız davranmalarına kızdığını biliyorum?

UP: Şöyle yaklaşıyorlar; bir festivalde Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Reha Erdem yoksa o festival sıradan, önemsizmiş gibi davranıyorlar. Eleştirmenler takım tutar gibi yönetmen tutuyorlar, inanamıyorum. Adam ilk filmini çekmiş; bin bir emekle hayalini gerçekleştirmiş. Herkese ikinci bir şans vermek lazım.

EA: Sen, yenilere destek oluyorsun.

UP: 30 filmimin yarısından fazlasında yenilerle çalıştım. Gömmeden, yok etmeden ikincisini beklemek lazım. Herkesin ikinci bir şansı olmalı. Herkes önce ilk filmini çekiyor. Hasan Tolga da ilk filmini çekti; şimdi ikincisini bekleyeceğiz. Elbette ilk film sebebiyle acemilikleri vardır, zaafları vardır, olmaz mı? Belki çok iyi bir sinemacı olacak! Adam ilk filmini çekmiş Altın Portakal’da en iyi film ödülünü aldı. Ona bile doğru düzgün sevinemedi!

 EA: Yeni bir adamın cesaretini kırıyorlar. Sen de sorumluluk hissediyorsun; ortak hissediyorsun oyuncu olarak; ayrıca senin için bir anlamı varsa giriyorsun. Projeye katılımında bir yerinden dokunacak değil mi?

UP: Elbette bana bir şey dokunacak, etkileyecek, beni oradaki adamın dünyası etkiledi. Karakterin dünyası önemli, o filmde oynadığım karaktere ben “İzzet Ç.” diyorum, ama kötü polis o!

EA: “Behzat Ç.”yi sorayım öyleyse.

UP: Televizyondaki iki üç iyi işten bir tanesi pek tabii!

 EA: “Son” isimli dizi film var senin de yer aldığın, format ilginç, kadro iyi. Televizyonda izlenirlik önemli kıstas olarak aykırı işlerin önündeki engel olabiliyor. Uzun vadede izleyici sayısının ötesinde kalıcılık önemli. Son” da alternatif bir proje özel hali belki zamanla anlaşılacak.

UP: Estetik bir iş. Uçağın düşmesiyle başlıyor hikâye; uçakta olduğu sanılan kişinin orada olmadığı anlaşılıyor. O kaybı aramakla geçiyor, uçak düşmesi, uçağın düştükten sonrası, kurgusu farklı, geri sıçramalar, ileri atlamalar... Duygu sömürüsü olmayan bir iş “Son”. Son yıllarda yapılan önemli işlerden biri. Benim için de güzel bir deneyim oldu, güzel bir rol oynadım, iyi bir ekiple çalıştım, iyi bir yönetmen, en önemlisi iyi bir yapımcısı vardı, Ay Yapım sektördeki iyi şirketlerinden biri.

EA: Cesur işler sosyal medyanın desteğiyle yol alıyor artık, sahip çıkılıyor, yayılıyor beğenilen işler. Alternatif işler başarılı olunca cesaret verip yeni işleri tetikliyor. Behzat Ç. için Serdar Akar; “3-5 bölüm kimse bir şey anlamayacak” demişti.

 UP: Nitekim öyle de oldu!

EA: Edip Cansever’in şiirlerinden oyunlaştırılmış “Ben Ruhi Bey Nasılım?” senin için çok önemli, bu oyunu özel kılan neydi?

UP: Hayatımda bir dönüm noktasıdır. Kariyerimde oynadığım 30 oyun içinde onu ayrı bir yere koyarım. “Irmak Şiir” diyorlar o akıma, yönetmen rahmetli Cüneyt Çalışkur bana oyunu teklif ettiğinde butik bir oyun 15-20 kez oynarız özel bir seyirciyle, Edip Cansever’e bir saygı duruşu gibi olur yarım sezonda biter diye düşünmüştük. 400’e yakın oynadım Ruhi Bey’i. Hep tıklım tıklım seyirciye, 7 yıl kapalı gişe oynadım. Şiiri oyuna dönüştürmek, atmosfere sokmak, yaşatmak enteresan geldi seyirciye. Edip Cansever’in şiiri o kadar katmanlı, o kadar yoğun ki, çok metaforları var, oynadıkça fark ediyordum. 200. oyunu oynarken bile yeni bir şeyler keşfedebildim “ya bu lafta bunu söylemek istiyormuş, bu böyleymiş!” deme hallerim oldu. Bu durum tamamen değiştiriyor akışını. Her oyunda bir şeyler bulabildim, yeni renkler katabildim, oynayışım ilk zamanlardan farklı oldu zamanla. Bu heyecan vericiydi!

 EA: Darısı iyi bir Cemal Süreya oyununa olsun! Sinema filmlerinden hangisini ayrı yere koyarsın?

UP: Sinema filmlerimin içinde “Karşılaşma”yı ayrı bir yere koyarım, çok özeldi Ömer Kavur’dan dolayı, harika bir insandı, bir prensti! “Sis” keza ilk filmim olmasından dolayı sinemayla, setle tanışıyorsun, kamerayla tanışıyorsun. Müthiş bir şeydi!

 EA: Tiyatrodan sinemaya geçiş nasıldı?

UP: Bocaladım başta. Tiyatroda biz sıralı baştan sona doğru gidiyoruz, sinemada parça parça, sonu başı ortası karışık çekildiği için duygu devamlılığını sağlamak gerekiyor. Film çekiminden önce tiyatro oyunu gibi dersime çalışmış bir dosya hazırlamıştım, karakterin tahlili onun diğer karakterlerle ilişkisi öyle bir şeyle gittim Zülfü Livaneli’ye; “Çok teşekkür ederim Uğurcum çok güzel çalışmışsın ama sinemada o sahneyi ezberleyeceksin çok iyi konsantre olacaksın ve çekeceksin tiyatrodaki gibi değil farklı, mesela yarın motor diyeceğiz ama son sahneyle başlayacağız!” demişti.

EA: Fikret Kuşkan’ın da ilk filmiydi “Sis” değil mi? Benzer bir tarzınız var onunla.

UP: Evet kardeşimi oynamıştı, kısa bir rolü vardı. Doğrudur hocalarımız aynı: Yıldız Kenter.

EA: İkinizde de gözlemlediğim bir eleştirim olacak, sinemada bazen tiyatrodaki gibi arka sıradakilerin de görebileceği mimik hareketleriyle oynamanızı beğenmiyorum. Tiyatrocuyuz dibine kadar gösteririz tarzıyla oynadığınız zamanları sevmiyorum!

UP: Doğrudur, bu da bir tecrübe. Kamera farklıdır, bu da bir ders…

 

Söyleşi Enver Arcak

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış