İngiliz sömürgesi altında geçen yıllar Kıbrıs adası için hiç parlak geçmiyordu. Emperyalist sömürgecilik politikaları adada yüzyıllardır barış içinde yaşayan iki toplumu birbirine düşürmeyi hedefliyordu. Klasik böl-yönet taktiği Türk-Rum toplumları arasında ilk nefret tohumları ekmeye başlamıştı o yıllarda. İngiliz yönetimi bağımsızlık bilinci yükselmeye başlayan adada egemenliklerini devam ettirmek için her iki toplumu ayrıştıracak taktikleri servis etmekte hiç çekinmeyecekti. Maalesef Kıbrıs için emelleri olan tek devlet İngiltere değildi tabii ki. Yunanistan ve Türkiye de ada üzerinde birtakım faaliyetler yürütmekteydi.
Ada halkları için huzursuz yıllar başlarken Kıbrıs’ın bağımsızlığı için çalışan insanlar da vardı. Tek amaçları egemenlerin ayrıştırma planlarına karşı hür ve özgür Kıbrıs ülkesinin inşasını savunuyor, Rum ve Türk toplumlarının yeniden barış içinde yaşaması için çalışıyorlardı. Çeşitli sendika, dernek ve gazeteler üzerinden örgütlenerek seslerini duyurmaya başlamışlardı. Lakin 50’li yıllardan başlayan ve 60’lı yıllarda iyice artan şiddet olaylarının hedefinde bağımsız ve birleşik Kıbrıs’ı savunanlar vardı artık. Adanın tamamı veya bir kısmını kendi hakimiyetleri altına almaya çalışan gruplar şiddete başvurmaya başlamıştı. Bir tarafta Türk tezi olan Taksim için uğraşan TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı), diğer tarafta Yunanistan’ın ENOSİS tezini savunan EOKA örgütleri kendi toplumları üzerinde baskı kurmaya çalışıyordu.

Bu şiddet ortamında barışı savunan bir grup insan açıkça tehlike altında yaşamaktaydı.Şiddetin sıklığı ve dozu adada hızla artmakta idi. Kıbrıs İşçi Federasyonu PEO üyesi Derviş Ali Kavazoğlu yıllardır Türk ve Rum toplumlarının barış içinde yaşanmasını savunuyordu. Ona göre barış ancak işçi sınıfının birliği üzerinden sağlanabilirdi. Kendi toplumunda örgütlenme faaliyetleri yaparak arkadaşlarıyla beraber Türk Eğitim Birliği adında derneği kurmuş, aynı zamanda Nazım Hikmet ile de bağlantıya geçmişti. 1954 yılında bir bildiride Nazım’ın kendisine yolladığı mesajı yayınlamıştı;
“Türkiyeli kardeşlerinizin sizden ricası şunlardır. Kıbrıs’ta barış ve hürriyet için, Kıbrısınızın sömürge olmaktan, emperyalizme askeri üs vazifesi görmekten kurtulması için dövüşen Yunanlı kardeşlerinizle el ele verin. Kıbrıs adası bugün insanlık düşmanlarının elinde bir harp gemisi, bir uçak gemisi, ölüm yağdıracak bir gemi haline sokuldu. Yeşil Kıbrıs’ınızın bir barış gemisi, halklar arasında dostluk haline gelmesi için Yunanlı kardeşlerinizin yaptıkları savaşa canla başla katılın. Ancak bu suretle bize Türkiye’nin milli bağımsızlığı, hürriyeti, Türkiye halkının bahtiyarlığı ve dünya barışı için dövüşen Türkiye vatanperverlerine faydanız dokunur. Gözlerinizden öperim kardeşlerim.”
Kavazoğlu aynı zamanda AKEL (Çalışan Halkın İlerici Partisi) üyesi idi ve zamanla Merkez Komite üyeliğine kadar yükselen ilk Türk olmuştu. 1954 yılında partiler olarak Türk toplumuna ilk hitabında kolonyalizme karşı sessiz kalmamalarını ve destek olmalarını talep ediyordu. Milliyetçilik ve şovenizmi bulunduğu her yerde eleştiren Kavazoğlu pek çok arkadaşını da etkilemeyi başarmıştı. Kıbrıslı Rum yoldaşı Hristas Vanezos anısında şöyle yazar: “Hem ben hem Leonidas kilisenin, siyasi partilerin ve eğitim sisteminin dayattığı Megali İdeacı saplantıdan arınmayı ve enternasyonalizm yolunda yürümeyi ona borçluyuz.”
1 Mayıs 1958 yılında Türk-Rum üyeleriyle birlikte yürüyen PEO sendikası milliyetçilerin hedefi haline gelir. Sendika üyelerine karşı yapılan saldırılar sonucu Kavazoğlu pek çok arkadaşını yitirir, bazıları da Londra’ya gider. Kendisi o tarihten sonra Lefkoşa’da bir Rum mahallesinde takma isimle yaşamaya başlar.
Baskılar Kavazoğlu’nun derneğinin 1958 yılında yakılmasıyla devam eder. Görgü tanığına göre derneği yakan grubun “vay hainler vay! Buraya Marx’ın resmini de asmışlar” diyerek kırdıkları çerçevedeki şahıs Namık Kemal’den başkası değildi.1 Ekim 1960 günü Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmasıyla birlikte faaliyetlerini hızlandıran Kavazoğlu, arkadaşları olan iki Türk Avukat Ayhan Hikmet ve Ahmet Muzaffer Gürkan ile planlar yaparak aynı sene bir parti ve ardından bir gazete açılmasına destek olur.

Kıbrıs Türk Halk Partisi ve Cumhuriyet gazetesi üzerinden bağımsızlık yanlısı fikirleri savunmaya başlamalarının üzerinden çok zaman geçmeden iki gazeteci 23 ve 24 Nisan 1962 tarihinde arka arkaya suikaste kurban gittiler. Açıkça susturulan bu iki gazeteci Türk toplumunda büyük infial yaratan Ömeriye ve Bayraktar camilerinin bombalanması olaylarını çözmek üzereydiler. Öldürülmeden önceki gün sahibi oldukları Cumhuriyet gazetesinden şu satırları yazmışlardı.
“Evet tekrar ediyoruz: Bomba hadiselerinin sorumlusu alçak, adi ve satılmış herifin kim olduğunu aklı selim herkes tahmin etmiştir. Bu alçağın, bu satılmışın yüzündeki maskenin indirileceği gün yakındır.”
Gazeteciler kimi kastetmiştir bilemiyoruz ama katledilmelerinin Kıbrıslı Rumların provokasyonu olduğunu ve üstüne yıkılmak istendiğini ileri süren Rauf Denktaş, iki gazetecinin öldürülmesini kınamadığı gibi cenaze törenlerine de katılmadı. Olayın araştırılmasını da engelledi. Bugüne kadar ne camileri bombalayanlar ne gazetecileri öldürenler ortaya çıkarıldı.
Kavazoğlu güvenlik nedeniyle arkadaşlarının cenazesine gidemez. Derin bir üzüntü ve suçluluk duymaya başladığını çalışma arkadaşları Hristakis Vanzelos ve Hristos Çattalos şahitlik etmektedirler. 1958 yılından itibaren yakın çevresini cinayetlerle kaybetmeye başlayan Kavazoğlu’nu ölüme götüren, belki de iki gazeteci arkadaşının katledilmesiyle ortaya çıkan boşluğu doldurma çabası olacaktı.
Kavazoğlu diğer yandan üyesi olduğu AKEL’in değişen politikalarından da rahatsızlık duymakta ve siyaseten giderek sıkışmaktaydı. AKEL popülist bir kararla ENOSİS karşıtlığını terk etmişti. Dostu Vanezos’a söyledikleri bu sıkışıklığın ifadesidir;
“Ben bugüne kadar yaptığım gibi bundan sonra da mücadeleye devam edeceğim. Fakat AKEL’in Enosis politikası beni zor durumda bırakıyor. Bir AKEL üyesi olarak Türk-Rum dostluğunun kurulmasına nasıl yardımcı olabilirim ki? İş birliği yaptığım Kıbrıslı Türklere AKEL’in izlediği Enosis politikası konusunda ne yanıt vereceğim?”
Kavazoğlu, Türkiye Komünist Partisi önde gelenlerinden Bilal Şen ile buluşmasında TKP’nin de AKEL ve Yunan Komünist Partisinin dümen suyuna girdiğine çok şaşırdığını ifade eder;
“Bu durum gericilerin ülkemiz halkının yurtseverlik duygularını kendi kirli amaçları için kullanmasına olanak verecektir.”
Parti içinden bir arkadaşının vaftiz olup Hristiyanlığa geçmesi gerektiğine çok içerleyen Kavazoğlu, “beni vaftiz etmekle elinize ne geçecek, siz böyle yaptıkça Kıbrıs Türk toplumunu kaybediyorsunuz” diyecekti. 1965 yılının ilk aylarında Lurucina (Akıncılar) köyündeki TMT yönetimini devirmek isteyen birkaç köylü ile irtibata geçer. Makarios ile buluşmalarını ve yaşadıkları sıkıntıları anlatmalarına aracılık eder. Köyde yaşayan TMT üyesi ortaokul müdürü Numan Ali Levent’in anılarına göre olaylar şöyle gelişir;
Köyde dağıttıkları broşürü alan bir köylü ihbar edince yakalanan iki köylü TMT tarafından vatan hainliğiyle suçlanarak kurşuna dizilme cezası alırlar. O dönem TMT başındaki Albay Kenan Çoygun köye gelerek idama mahkum edilen köylülere “ya siz ya o” diyerek Kavazoğlu’nu öldürmeleri için anlaşmaya zorlar. Yakın bir zamanda Ankara’dan adresine yollanan bir tehdit mektubuna aldırış etmez Kavazoğlu, zaten ilk değildir son da olmayacaktır. Mektupta “alçak, canının cehenneme gideceği gün yakındır” yazmaktaydı.
11 Nisan 1965 günü arkadaşı Kostas ile Luricina yolunda hiçbir şeyden habersiz aracıyla giden Kavazoğlu’na beklenen suikast gerçekleşir. Yakın mesafeden vurularak öldürülen iki yoldaş Kıbrıs’ta barış için uğraşan diğer insanların akıbetine uğrarlar. Kıbrıs iki faili meçhulü daha acılı tarihine gömmek zorunda kalır.

Kıbrıs’ta etnik çatışmalar hızlanır, her iki tarafın halkından on binlercesi köylerini terk etmek zorunda kalır. Yüzlerce masum insan kadın, çocuk demeden katledilir. Milliyetçilik adaya hâkim olur. Yüzlerce yıldır barış içinde birlikte yaşayan iki toplum 1950’lerden itibaren ayrıştırılarak birbirlerine düşman hale getirilir. Egemenler başarmıştır. Kıbrıs adası toplumuyla birlikte bölünmüştür artık. Kıbrıs jeopolitik açıdan önemli bir noktada olmasının bedelini ağır öder. Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da varlığını korumak için adada stratejik iki askeri üs sahibi olan emperyalizm ise Kıbrıs’ın tek kazananı olur. Halka da kayıplarını ve acılarını içlerine gömerek yaşamasını öğrenmek kalır.
Yakın geçmişe baktığımızda iki devletli adada yaşanan faili meçhul cinayetlerin bitmediğini anlıyoruz. Yeniçağ gazetesi yazarı Kutlu Adalı milliyetçilik karşıtı, birleşik Kıbrıs için mücadele ederken 6 Temmuz 1996 gecesi evinin önünde kurşunlara kurban gider.
Biraz daha geriye doğru gidersek bu sefer çok önemli bir kişinin Rauf Denktaş’ın oğlunun şüpheli bir trafik kazasıyla öldüğünü görürüz. Oğul Raif Denktaş 1982 yılında babasına muhalif bir parti kurarak Türkiye’nin Kıbrıs Federe Devleti’nin ilhakı tehlikesine karşı mücadele etmeye başlar. Diğer muhalif parti liderleriyle beraber güneye geçerek Rum liderleriyle yaptığı görüşme akabinde bazı medya organları tarafından “hain” ilan edilir. Kendisine uyuşturucu ticareti yaptığına dair itibar zedeleyici asılsız iddialar ortaya atılır. Buna rağmen siyasi mücadeleye devam eden Raif Denktaş 24 Aralık 1985 tarihinde askeri aracın çarpması sonucunda ağır yaralanır, ardından yaşamını kaybeder. Geçmişte pek çok faili meçhul ile bağlantılı olduğu iddia edilen Rauf Denktaş bu sefer öz oğlunu da benzer bir şekilde yitirir.
Bugün Kıbrıs’a sessizliğin hâkim olduğunu görüyoruz. Lakin bunun adına barış diyebilir miyiz, çok şüpheli. Günümüzde adada her iki taraftan bir avuç insan hâlâ gerçek barışın iki toplumun birleşmesiyle ve İngiliz üslerinin kapatılmasıyla mümkün olabileceğini savunmakta. Kavazoğlu, Misiaoulis, Adalı, Denktaş gibi barışı savunduğu için öldürülen isimsiz pek çok kişinin mücadelesi bugün de devam ediyor.
Kaynak: Bir Hınç ve Şiddet Tarihi, Niyazi Kızılyürek
Yorumlar (0)