Üreme, doğurganlık ve soy devamlılığı algısı üzerinden toplumda kabul görmüş iki cinsiyet vardır; kadın ve erkek. Biyolojik var oluşları sebebiyle bu tutum içselleştirilmiştir. Üremenin yapıtaşlarından olan bu kadın ve erkek birlikteliği doğurganlığın her an aktif olmasını sağlayarak toplumdaki soy devamlılığını ileriye taşıma görevi üstlenir. Bu görevle birlikte kalıba oturtulan tutum “kadın-erkek vardır; ‘eğer bir kişi bir cinsel hayata girmek ve birbirini sevmek istiyorsa, ya kadın ya erkek olmalıdır. Bunu kabul edebiliriz’ e dönüşür. Dolayısıyla insanlar kadın ve erkek algısı üzerinden kendilerini var ederken, cinsel yönelimleri de tek tipleştirilir. İki erkeğin birbiriyle olan ilişkisi, iki kadının birbiriyle olan ilişkisi nasıl olur, sapık mısınız?” kalıbıyla, da bu tek tipleştirmenin temelleri sağlamlaştırılmaya çalışılır. Bunun sonrasında araştırmalarla ve görünürlük çalışmalarıyla cinsel yönelim, yani LGBT hareketi kendini var eder. Tek tipleştirmenin temellerini yıkan bu hareket LGBT bireylere, bizde varız deme özgürlüğünü getirmiştir. Ve görünürlükleriyle kentin her alanına dâhil olabilmeyi, kısmen de olsa, sağlamıştır.
Fakat ötekileştirilmenin dürtüsüyle görünür olmaya yönelik çıkan bu hareket, kendi içinde de ötekinin ötekisi durumunu, bedensel farklılıklar üzerinden var etmiştir. Bedenleriyle bile politik duruş sergileyen trans bireyler, toplumun o tek tipçi temellerinin tek yıkıcıları ilan edildiler. Çünkü bu hareket içerisindeki eşcinsellerin, görünürlükleri daha gizli yaşanabilir ve müdahale görmemiş bedenleri, kentlinin normal algısıyla, kentin her alanına girip çıkabilmeye müsaittir. Ancak kentlinin bu geleneksel algısı, trans bireyler için gündüz yaşamında aynı toleransı göstermez. Davranışsal olarak görünmezliği tercih eden eşcinsel kimlikler (feminen ve ya maskülen olanlarının dışında) ve topluma karşı ‘ben buradayım’ demeyen herkes, toplumun içinde yer alabilir. Yani her alanda çalışabilir ve doğal olarak gündüzü yaşayabilirler. Örneğin hayatın içerisinde kendi politikalarını üretebilirler, bir kadın arkadaşıyla hamam kültürünü yaşayabilir, ekmek aldığı bakkalla sohbet edebilir, yani kamusal alanda yaşayarak ve o alanları yaygınlaştırarak yaşadığı bir gerçekliğe sahip olur.
‘ Pantolonu Çıkarıp Eteği Giymek, Eteği Çıkarıp Pantolonu Giymek’
Trans bireyler için bu gerçekliğe sahip olmak, heteroseksist bir baskıda, yıpratıcı bir hal alır. Bu yola giren herhangi bir birey için ilk önce kabul etme sürecinin başlaması gerekir. Toplumun kabul ettiği müddetçe, ettiği yer kadar, toplumun içerisine entegre olabilir. Bu entegre olma sürecindeyken birey, doğal olarak, kendi bedeniyle de ilgili bir takım problemler yaşar. Gerek ameliyat süreçleri, gerek bedeniyle ilgili ‘ pantolonu çıkarıp eteği giymek, eteği çıkarıp pantolonu giymek’ gibi bir şey üzerinden “bir dakika! Ben ne yapıyorum? Etrafımdaki herkesi reddederek bir hayata başlıyorum ve tek başımayım; yani hiç kimsenin kabul edemediği bir yerdeyim” cümleleriyle değişen hayatının ilk adımlarını atar. Yine bu süreçte toplumla birlikte nasıl yaşayacağına dair argümanlar kurması, tekrar nasıl yürüyeceğini öğrenmesi ve nasıl yürüyeceğinin yöntemini çizmesi gerekir. Ancak tek basına çıkılan bu yolda hali, hazırda açık olan kapıların kapanmasıyla zorlasan entegre olma süreci ileride acık kapı bulunamayacağı sinyalini verir. Her gidilen yerin diyetini fazlasıyla ödeme haline bürünür. Ve kaçınılmaz olan soruyu görünür kılar ; ‘aslında bir farkımız yok, kimimiz muhafazakar, kimimiz sosyalist, kimimiz militarist, kimimiz şovenist..bizde farklı farklı kültürlerden ,ailelerden gelen birer bireyiz. Peki bizler neden sosyalleşemiyoruz, neden hayatın içinde akamıyoruz?’ ‘ ***…
Bu soruların gerçekliğiyle birlikte bir gerçek daha vardır; hayatın içinde olan her birey maddi ya da manevi varlığını sürdürür ve sürdürmelidir. Hiçbir bakış açısı bu gerçekliğin önüne geçemez ve dışarıda tutulan her bireyin, alternatif çözümler üretmesi normalleşir. Böylece heteroseksistlerin dünyasında tıkanan ve kapanan yollara rağmen hayatını kazanmak zorunda olan trans bireyler zorunlu seks işçiliğinin kucağına itilirler. Kendisini en ahlaklı sayan toplumların ahlaksızlığı olarak nitelendirilen fakat nedense her daim var olan, talep gören olgu; zorunlu seks işçiliği. Bu olguyu yok sayanların talep etme gücüyle varlığını sürdürebilen ‘’ötekileştirilmiş’’ işçilik. Hiç düşünülmüş müdür peki, bu kadar kınanan, bu kadar aşağılanan, bu kadar ötekileştirilen bu işçilik tüm engellere rağmen canlılığını nasıl devam ettirebiliyor? Gündüz var olan kalıp yargılar, gecesinde nasıl bu denli kırılabiliyor? Talebin görünmezliği kimin için ve ne için önemli? - Peki, arzuların şiddetine maruz kalan gerçek özneler?
‘’Bir Arkadaşımızın Eceliyle Ölmesine Seviniyoruz’’
* Seks işçiliğinin zorunlu kılındığı trans bireylere karşı dokunmanın ve tenle temasın gücü değişir. Yumuşak bir dokunuş, sıkılmış bir yumruğun gücüne dönüşür çoğunlukla. Tecavüz, taciz, şiddet rutinleşir. Ve bir trans bireyin ağzından ‘1o kişinin tecavüzüne uğradım yetmedi 2 kişi daha geldi, kendime geldiğimde ölmedim diye eve mutlu döndüm.’** cümlesini duymak kaçınılmazdır. Bu şartlar altında iyice dışarı itilen trans bireylerin çalıştıkları ve yaşadıkları alanlar, saatler birbirine karışır. Toplumdan kopartılmaya çalışılan trans bireylerin, gündüz yaşamındaki sokak hâkimiyeti kaybolur. Cinsel yönelimi ya da cinsiyet kimliği her ne olursa olsun bu tutum, her bireyde farklı bir etki yaratır. Kiminde savunma haliyle herhangi bir söyleme, bakışa tepki verme kiminde sindirilmişlikle eve kapanma, intihar, hap kullanımı… Toplumun yaratması ve yine toplumun yok etmesi… Yani toplumun anormalleşmeye sürüklediği bu bireyler, yine toplumun onlar için biçtiği normaller dâhilinde eritilmeye çalışılıyor. Peki, bu eritilmeye maruz kalan hepimiz?
‘LGBT Bireyler Özgürleştikçe Heteroseksüeller De Özgürleşecektir’
İnsanlar topluma entegre olmaya çok çabuk alıştırmış kendini. Yani diğeri gibi olup kendini kurtarmak… Başkasına benzediğin, aynı şeylerden hoşlandığın müddetçe sıkıntı yok. Bunu kendi içimizde kapalı olarak; dört duvarımızda yaparız, o ayrı bir şey. Ama görünüş olarak, herkesin zevk aldığı hoşlandığı şeylerden hoşlanır hale gelmişiz. O yüzden ne olursan ol, görünür olmadığın müddetçe, sorun yok. Mesela şiven bozuksa ve Türkçeyi düzgün kullanamıyorsan, Kürt’sen de, aynı sıkıntıyı yaşıyorsun. Yani bir tası vermedi diye kavga ettiğin komşun, direkt gidip şunu söyleyecektir; “doğudan gelmişler, ülkeyi bölüyorlar, burada dükkân açıyorlar” . İlk saldırdıkları argüman bu olacaktır. Ya da bir Aleviysen, Ermeni’ysen, her neysen, yani ötekiysen… Ama şöyle baktığımızda, bir de ötekinin öteki olma hali var; bu da bizleriz.
Bedenimizle ilgili bir sıkıntımız var biz bu değiliz diyoruz. Başka bir şey yaşıyoruz ve lütfen bizi anlayın yani bize bunu yaşatmayın, bize zorunlu seks işçiliğini dayatmayın, bizi yalnız bırakmayın diyoruz. Gelin beraber dayanışalım diyoruz. Burada LGBT hareket yalnızca LGBT bireylerin tekelinde değildir bu sancı aynı zamanda toplumun sancısıdır sizin sancınızdır diyoruz. Yani senin nasıl pantolon giyeceğine, nasıl etek giyeceğine, saçını nasıl toplayacağına, kıllarını aldıracağın ya da aldırmayacağına dair şeyi, devletler, toplumlar, ve insanlar, yani normatifler, normal olmayı zorunlu hale getirenler kuruyor, diyoruz. O zaman benim mücadelemden çıkıyor. Beraber yapabiliriz, bu sadece benim hakkım değil diyoruz. LGBT hareketin yıllardan beri savunduğu şey budur. Bu senin hakkın. LGBT bireyler özgürleştikçe heteroseksüeller de gerçekten özgürleşecektir. Yani demek ki, bu mücadeleyi berber verdiğimiz sürece, bu algı değişecek. Ve hepimiz rahat edeceğiz. Biz siz diye bir şey yok. İlk önce bunu anlamak gerekiyor, ‘biz’ var. Çünkü benim yaşadığım zorlukların aynısını, farklı yansımalarıyla, sen zaten yaşıyorsun. Ama bunun ne kadar farkındasın?’’
Yorumlar (0)