Onu ilk olarak, Makine Mühendisleri Odası’nın düzenlediği “Kent Konseyi” çalışmaları sırasında tanımıştım. Sanıyorum, 1990’lı yılların en sonuydu, Makine Mühendisleri Odası’nın Ankara kenti üzerine düzenlediği bir sempozyumun hazırlık çalışmaları sırasında tanıştık. Sonra da yollarımız, hep kesişti ve son günlere kadar, bu hep böyle sürdü. Kolayca görülebileceği gibi, çok fazla bir tanışıklık değil bu. Ölüm haberi çok şaşırtıcıydı. Hiç beklemediğim bir şeydi. Ailesine taziye için evine gittiğimde, yavaş yavaş, onunla tanışmış olduğum dönemde, Sadık Şahin ile ilgili gerçeğin ne kadar azını bildiğimin farkına varmaya başladım. Eve gelince, son zamanlarda alışık olduğumuz gibi, internet üzerinde neler bulabileceğime baktım ve bütün bunları yaptıkça, giderek daha fazla şaşkınlığa uğradım. Sadık Şahin Ankara’da doğmamış bir Ankaralı ve bu kente katkıda bulunmak için, inanılmaz bir çaba ve inatla neredeyse bütün ömrünü cömertçe harcamış… Aslında sadece kente de değil, siyasete, örgütlenmeye, kültüre, inanca, insanlığa, her şeye, olağanüstü bir gözle bakmış ve bu konularla yakın bir ilişkiye girmiş, kendini geliştirmiş… Yapabilme olanaklarının olup-olmadığına hiç bakmaksızın, hemen bir şeyler yapmaya girişmiş. Ben, büyük bir olasılıkla, yaptıklarının çok küçük bir kısmını görmüş olabilirim. Ama görebildiğim kadarı bile, beni çok şaşırttı. Bunlardan sadece, tiyatro bölümü ile ilgili görebildiklerim hakkında yazacağım.
O gece, taziye için Sadık Şahin’in evine doğru yürürken, yokuş üzerindeki üç-dört katlı, tipik bir 2000’li yıllarda gecekondudan apartmana dönüşmüş bir binanın önünden geçtik. “Burası da işte, tiyatrosu olacaktı” dediler. Bu binada bir tiyatro olabileceğini düşünmek oldukça güçtü. “Neresi?” dedim. Apartmanın bir yanından, arka bahçeye doğru inen ve sonra da tekrar yükselmeye başlayan bir rampayı gösterdiler. Rampanın en alçak noktasında, apartmanın büyük bir demir kapısı vardı. “İşte orası kapısı olacaktı” dediler. Anlaşılan, bu apartmanın bodrum katında bir tiyatro yaratmayı düşünmüştü Sadık. Ama düşünmekle kalmamış, gelecek yıllar için kira sözleşmeleri yapmış, binanın içinin tiyatro olarak düzenlenmesine girişmiş. Bu inşaat işleri için elindeki-avucundaki bütün parayı harcamış ve belki de borçlanmış, ama daha da kötüsü, sağlığı/ astımı hiç elvermese de, o soğukta ve nemde, yalın bir işçi olarak çalışmış. Doktor onu, bu ortamda ciğerine sıçrayabilecek mantarlar konusunda uyardığı halde, o hiç aldırmamış ve çalışmasına ara vermemiş. Eşi “bütün kabloları kendi eliyle çekti” dedi. Durup düşündüğümde, “bir kentte bir tiyatro yapmayı kim ister?” diye soruyorum. Üstelik 2013 yılının Ankara’sında. Üstelik dönüşüme uğramakta olan Mamak, Tuzluçayır’da. Üstelik televizyonun, internet dünyasının, genç olan herkesi giderek daha çok çektiği, sanal dünyada kurulan ilişkiye, herkesin daha çok zaman ayırmaya başladığı bir dönemde.
Devlet buraya bir tiyatro yapmayı göze alabilir miydi? Belediye, böyle bir şeyi göze alabilir miydi? Ankara’da tiyatro denilince ilk akla gelen bu kurumların, göze alamayacağı bir işi, Sadık nasıl ve hangi cesaretle düşündü ve uygulamaya girişti tek başına? Üstelik parası yok. Sponsoru yok, örgütü yok. Tiyatro eğitimi almış, tiyatronun akademisinden geçmiş de değil. Ona bu müthiş gücü veren neydi acaba? Eşi, Sadık’ın yazdığı oyunlardan bahsetti. Kaç tane oyun yazdığını sormaya cesaret bile edemedim. Elbette hiçbiri basılmamış. Ayrıca bazı oyunlarda oyunculuk da yapmış. Bazı oyunları kendi yönetmiş. Besbelli ki, tiyatroya derin bir ilgiyle bağlıymış. İlgi duyduğu bu alanda kendi kendini yetiştirmiş. Yaşam öyküsüne bakarsanız, çok sade: Gece Ortaokulunda ve Giresun Akşam Ticaret Lisesinde okumuş, Giresun Fiskobirlik'te Paketleme ve Entegre Bölümü ustalığından emekli olmuş. Bu kadar olanağa sahip olan biri, kentsel mücadelelerle, kendi çevresindeki insanlara, kültürel çalışmalarla, kente neler iletebileceği ve nasıl iletebileceği konusunda, nasıl bu kadar girişken, nasıl bu kadar umutlu ve mücadeleci ve yapıcı olabiliyor? Nasıl? Elinde hiçbir şey yok. Dönüşmekte olan bir gecekondu çevresinde yaşıyor. Bir anlamda her şey elinden kayıp gidiyor…
Sadık, kentin tiyatroyla ilgili, kültürle ilgili, mimarlıkla ilgili kurumlarının hiçbirinden bir yardım, bir destek almadan, böyle bir şeyin söz konusu bile olmayacağını zaten bilerek, nasıl kendisini, böyle güzel bir hayale kaptırarak, ömrünün son dakikasına kadar, bu kadar güçlü bir inatla uğraşabiliyor? Kaç başka kişi var Ankara’da, onun gibi? Kaç başka Ankaralı, onun yaptıklarının bir bölümünü yapmaya cesaret edebilir? Kaç kişinin fiilen işe girişebileceğini, sormuyorum bile. Karanlıkta gördüğüm, o çirkin apartmanın bodrum katından, bu kadar büyük ve renkli, ömrünü uğruna feda etmeye değen bir rüya üretebilen Sadık Şahin’e aşk olsun. Neden kendisini daha çok tanımak için çaba göstermemiş olduğuma verebilecek bir yanıtım yok. Bu kentin de yok. Belli ki, kentin insanlarını tanımakta ilgisiz, yetersiziz. Vefa duyguları bakımından hele, ne durumda olduğumuz çok açık.
Artık akıma takılan tek soru: Acaba Sadık Şahin’in o tiyatro binası, kültür merkezi için kurduğu hayali de öldürmemek için, Ankara’nın, Ankaralıların, Ankara’daki kurumların filan, yapabileceği bir şeyler olabilir mi? Karmaşık ve zor bir problem. Ama imkansız mı?
Yorumlar (0)