Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Ulucanlar Sadece Tutuklu ve Hükümlüler İçin mi Cezaevi?

Ulucanlar Sadece Tutuklu ve Hükümlüler İçin mi Cezaevi?

Bugünlerde 42. yılımı sürmekteyim, şu dünyada. Arada iş ve okul için farklı şehirlerde bulunmalarımı saymaz isem bu zamanın çoğunu Ankara’da geçirdim, bir kısmında da cezaevlerinde ziyaretçi olarak bulundum. 1979-80 yıllarında Mamak Askeri Cezaevi’ni ziyaret ederdim, Çarşamba günlerinde. Ama şu an söz konusu olan Ulucanlar Cezaevi. Egemenler “Müze” dese de içimiz elvermiyor “Müze” demeye. Ulucanlar ile ilk tanışıklığım Ankara Kalesi’nin burçlarından görerek olmuştu. Uzaktan ve yukarıdan baktım çoğu kez. Ta ki 1990 yılında ziyaretçi olana dek. Hangi günler olduğunu anımsamıyorum ama 5. koğuşu ziyaret etmek için giderdim, Ulucanlar’a. Uzaktan, Şentepe’den giderdik. Kocaman bir demir kapısı ve ayni koca demir kapının çerçevesi içinde bir başka kapı vardı, insan cüssesinin geçebileceği büyüklükte. O koca kapı araç giriş çıkışı için açılırdı. Genelde tutuklu ve hükümlülerin çeşitli nedenlerle sevki için kullanılan ring araçları girer çıkardı, bu koca kapıdan.

O koca kapının hemen sağında; önünde sıra olduğumuz, pencerelerinde çeşitli duyuruların asılı olduğu, içerideki görevlinin pek görülmediği, küçük pencere aralığından kimliklerimiz verip ziyaret edeceğimiz kişi ve koğuşunu söyleyerek kayıt yaptırıp ziyaretçi kartı aldığımız kulübe vardı. O kulübe ve kapının yerinde şimdi içerinin görülebildiği bir kapı ve yeniden yapılmış bir kulübe var. Ziyaretçi kartlarımızı alıp koca kapının küçük deliğinden bahçeye geçerdik. Bunun için bazen saatlerce beklemek gerekirdi. Burada ilk aramalar yapılırdı. Hem üzerimiz aranırdı, hem de getirdiklerimiz… İlk aramanın ardından sıra olur, ileride sağdaki -şimdilerde giriş kısmı olarak kullanılan- binaya geçer, gerekli görülürse bir de orada aranırdık. Küçük kapıların oluğu daracık ve dik merdivenlerden çıkar daha önceden söylenen görüşme hücresini bulurduk. Genelde bizi bekliyor olurlardı. Alt kısmı delikli paslı ve arası toz toprak dolu sac, üst tarafı telli, arasında kirli bir cam olan kısımdan, genelde bağırarak konuşmaya çalışırdık. Eylemimizin adı “görüş” idi. Her gittiğimizde görüşemezdik. İçerdekiler, insani talepler için görüşmeye çıkmazlardı bazen ya da görüş yasağı olurdu. Aklımda kalan anlardan birisi şöyle:

Yanlış anımsamıyor isem 90 yılının son günleriydi. Yine bir görüş için Ulucanlar’ın kapısında idik. Kayıtlarımızı yaptırıp dış kapıdan girişimizden hemen sonra içeriden sloganlar duyulmaya başladı. Zaten boykot yapılacağı bilgisi kulağımıza ulaşmıştı. İçerideki yaşam şartlarının iyileştirilmesi talepleri karşılanmadığı için yapılan bu görüşe çıkmama eylemine tutuklu yakınları olarak bizlerde dışarıdan destek vermeye başladık. (Tutuklu yakınlarının dışarıdaki dostluğu ve dayanışması gerçekten etkileyiciydi. Aynı kader paylaşıldığından çok içten ve çıkarsız dostluklar sürer giderdi. Ancak, ne yazık ki, bu dostluklar tahliyeler ya da ceza alan tutukluların başka cezaevlerine gönderilmeleri ile sekteye uğradı ve çoğu bir süre sonra bitti. Sanırım bunda yaşanan o kötü anıları unutma isteğinin etkisi büyük oldu.) Biz dışarıdakiler durur muyuz biz de slogan atmaya başladık. Seslerimizi karşılıklı duymanın coşkusu ile daha da çok bağırdığımız bir anda müdahale geldi. O koca kapı açıldı ve bizi tekme tokat ve cop darbeleri ile bahçenin dışına çıkarttılar. Bu arada, aramızdan birkaç kişiyi de alıkoydular. Bu olanlardan sonra sessiz durur muyuz? Dışarıdakiler ile birleşip daha coşkulu bir kalabalık ile alıkonanları geri almak için uğraştık (ve başardık diye anımsıyorum). Ama aklımız içeridekilerde kaldı. Bize dışarıda bunu yapan içeridekilere kim bilir neler yapmıştı ve yapıyordu acaba?

O hafta görüş olmadı. Ben o akşam sınavlarım için okuduğum şehre, uzaklara gitmek zorundaydım. Sonraki hafta da görüş olmadı. Cezalıydık çünkü. İki hafta sonra ziyarete gidenler içeridekilerin hallerinden ve görebildikleri yerlerinden nasıl bir muameleye maruz kaldıklarını anlamışlardı. Bizim için iki yıla yakın süren bu süreç tahliye kararı ile son buldu. Ama sadece bizim için. Bir süre, içeride kalanların dışarıdaki yakınları ile görüşmeye devam ettik. Ama sonra çoğu zaman olduğu gibi koptu ilişkiler. Bir kısmı ceza alıp başka cezaevlerine sevk edildiler. Bir kısmı tahliye oldu. Bunlar olduktan yaklaşık on yıl sonra “hayata dönüş operasyonu” gerçekleştirildi. Yıllar önce yaşadıklarım gözümün önüne geldiğinde, bu operasyon ve sonuçları derinden etkiledi beni. Hele ki zorla hayata döndürülenlerden öğrenilenleri duyunca, yıllar öncesine ait birçok anıyı tekrar tekrar yaşamama neden oldu.    Dışarıdan bir şey yapmak mümkün olmadı. Bizim ve artık dışarıda olan, kendine yeni bir hayat çizmeye çalışan, iki yıla yakın Ulucanlarda ziyaretine gittiğimiz ağabeyimin yapabildiği yegane şey,  elbise dolabında ne varsa toplayıp Ulucanlar’a ulaştırmak oldu. İçeridekilerin neleri varsa, kendileri dahil, yakılıp yıkılmış, parçalanmıştı çünkü. Elden başka bir şey gelemedi. Yine aradan yıllar geçti. Kapısından geçtiğim birkac zaman dışında uzun süredir Ulucanlar’in varlığını unutmuştum, ta ki boşaltıldığını duyana kadar. Bir çok kez kapısında beklediğim, küçük bir kısmına girdiğim o “meşhur” Ulucanlar’a girmek serbestti. Yanlış anımsıyorsam bu serbestlik Mimarlar Odası’nın girişimi sonucunda saglanmıştı.

Bir gün cesaretimi toplayıp gittim. Kapısından ilk adımımı atarken çok tedirgindim; elimi kolumu sallayarak, aranmadan giriyordum. Bugün neredeyse tamamen yenilenmiş olan alanlar, o günlerde boşaltıldığı hali ve tüm gerçekliği ile gözlerimin önünde idi. Dışardan gelip kısa süreli görüşlerde gördüğümden çok farklı alanlara giriyordum, sorgusuz sualsiz. Koğuşlar, hücreler, havalandırma, koğuş çatı aralıklarındaki gözetleme pencereleri ve gözetleme kulesinden Ankara Kalesi…. Neler hissettiğimi anlatamıyorum, sanırım anlatamayacağım da. Nedenini bilemiyorum. Ulucanlar’a bunca zaman girmiş çıkmış onca insanın neler yaşadığını tamamen bilmemin imkanı yok, tabii ki. Ancak az da olsa anlayabildiğimi sanıyorum yaşadıklarını. Ne de olsa Ulucanlar sadece hükümlü ve tutuklular için değil, biraz da onları ziyarete gidenler için hapisti.

Geçen ay Solfasol toplantılarımızdan birini yaptığımız Ulucanlar’ın öncesi için yazabildiklerim bunlar. Peki ya bugün? Bugün, dönüp geriye baktığımda söyleyecek pek bir şey bulamıyorum. Ya da ne bileyim söylemeye cesaret edemiyorum belki de. Artık çok geride kalmış gibi hissettirilmeye çalışılan birçok şey belki benim için gerçekten de geride kalmış olabilir ama birçok kişi ve yakınları hala benzer kaygılarla yaşamaya devam ediyor. Zira şimdilerde “müze” kılığına sokulan ve resmi açılışı henüz yapılmamış olan Ulucanlar’ın müze olabilmesi için orada yaşananların geçmişte, hem de çok geçmişte kalması gerekir. Oysa bugün Türkiye’de, hala birçok cezaevinde Ulucanlar’da yaşanmış olanlar hala yaşanmaya devam ediyor. İşte bu yüzden, Ulucanlar ya da herhangi bir cezaevi Müze olamaz!

 

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış