Jeologlar bu işe ne der bilemeyiz ama Türkiye'deki her depremin merkez üssü biraz Ankara'dır. Bunu geçmiş pek çok deneyimden biliyoruz. 1999 Marmara Depremi ardından Başbakan Bülent Ecevit'in televizyon ekranından Ankara'ya haber göndermeye çalışması, 2003 Bingöl Depremi'nde 81 öğrenci ve öğretmene mezar olan Çeltiksuyu İlköğretim Okulu'nun müteaihitinin 7 yıl sonra, 3.5 yıl hapis cezası alıp serbest kalması da, 2010 Elazığ Depremi ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Anadolu'da köylerdeki yapı stoğunun %90'ını oluşturan kerpiçle ilk kez karşılaşmış gibi tüm faturayı kerpiç evlere kesip kenara çekilmesi de hala akıllarda. Aradan geçen yıllara rağmen başımıza gelenlerden ders çıkardığımız söylenemez.
23 Ekim'de meydana gelen Van-Erciş depreminin merkez üssü de Ankara'ya hiç uzak değildi. Depremin ardından 'gücümüzü sınamak' için dış yardım kabul etmeyen, ardından ortaya çıkan afet tablosu karşısından geri adım atmak zorunda kalan hükümet iç destek ve yardıma karşı takındığı isteksiz tavrı halen sürdürüyor.
“Bırakın da Devlet kiminle çalışacağına karar versin”
Hasar tespit çalışmalarından, yardım dağıtımına kadar her alanda kendi hakimiyetini hissettirmeye çalışan hükümetin tavrını bir tek yeni depremler değiştirebiliyor. 23 Ekim'deki 7.2'lik ilk depremin ardından yardım malzemelerinin dağıtımını organize etmek yerine gelen yardım kamyonlarını yoldan çevirip tekelinde toplamaya çalışan, BDP'li Van Belediyesi'ni çalışmalardan dışlayan, Van Kadın Derneği'ne bile akreditasyon vermeyen, hasar tespit komisyonlarına Belediye'nin ve TMMOB uzmanlarının katılımını kabul etmeyen, yardımların fazla geldiğini ilan edip daha fazla yardım gönderilmemesini isteyen Van Valiliği 10 Kasım 2011'de akşam saatlerinde meydana gelen 5.6 büyüklüğündeki depremin ardından kamuoyu baskısı ve sorumluluk alacak paydaşların sayısını artırma refeksi ile tavrını değiştirmeye başladı. 11 Kasım'da tüm kamuoyuna yardım çağrısında bulunan Valilik, bir kaç bün önce de Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) ile hasar tespit çalışmaları ile ilgili protokol imzaladı.Tüm tavır değişikliğine rağmen Devlet Van'daki afetin boyutlarını henüz kavrayabilmiş değil. Sivil Toplum Örgütleri'nin çalışmasından sorumlu bir mülkiye müfettişi, bölgede çalışmak için izin (nam_ı diğer akreditasyon) almaya çalışan bir sivil toplum kuruluşuna yazılı başvurmalarını salık verince, durumun aciliyetini anlatmaya çalışan sivil toplum gönüllüsüne depremin 20. gününde: "Bırakın da devlet kiminle çalışacağına karar versin." diyiveriyor.
Van'daki afetin boyutları her geçengün artıyor. Kitlesel göçün ardından bölgede kalan yüzbinlerce insan kendilerine yardım ulaşmasını bekliyor.
Güvenlik Penceresi Ardına Kadar Açık
Çatışma halinin şiddetlendiği günlerde meydana gelen depremin ardından, afet durumu bile bölgede devletin hala herşeye güvenlik penceresinden bakmasını engellemiyor. Alışılagelenin aksine asker bu sefer pek ortalarda görünmüyor. Ama askerin eksikliğini hissettirmeyen bir sivil bürokrasi kolgeziyor. Bölgede devletin sosyal hizmet altyapısı ise çok yetersiz. İşte size bir örnek: Erciş'te Sosyal Hizmetler İlçe Müdürlüğü'ne bağlı rehabilitasyon merkezinin bekçisi F.A. depremin üçüncü haftasında henüz psikolojik destek alamamış olmaktan ve hiç uyuyamamaktan yakınmaktaydı. Bunda acayip olan şu ki bakanların cirit attığı bir yerde depremden 15 gün sonra, devlet kendi rehabilitasyon merkezinin bekçisine bile ulaşamamıştı. Geriye kalan bir milyon Vanlı için durumunu sizin değerlendirmenize bırakalım.
Her Artçının Ardından Bir Kriz Merkezi Kuruluyor
Bunca organizasyonsuzluğun tek sebebi güvenlik öncelikli yaklaşım değil. Sürekli değişen kriz yönetimi, kendisi bir kriz olmaya aday. Kasım başında Erciş'te dört, Van'da üç ayrı kriz merkezi vardı. Tabir caizse her artçının ardından bir kriz merkezi kuruluyordu bölgede. Şimdi durum daha sakin görünse de muhattap bulmak ve sorun çözmek hala çok zor. Devlet söylediği pek çok sözün altında kaldı gibi. Örnek mi: Depremin 4. gününde Milli eğitim Bakanı Ömer Çelik okulların 14 kasım'da açılacağını söylendiğinde bölgeyi gören kimse inanmamıştı zaten ve ertelemek için şöyle şiddetlice bir artçı deprem bekleniyordu sanki. 10 Kasım'daki 5.6'lık deprem okulların açılışını 5 Aralık'a ertelemenin bahanesi oluverdi. Bölgedeki öğretmenlerden konuştuğumuz M.K. okulların açılması için hiç bir ciddi hazırlık olmadığını belli bazı köylerde ya da beldelerde bazı okulların açılabileceğini ama Van ve Erciş merkezde okulların açılmasının mümkün olmadığını düşündüğünü belirtti.
Nüfusun %3’ü Vitrin Çadırkentlerde...
Van ve Erciş'te kurulan çadırkent, mevlana evleri, konteyner kent vb. organize yardım alanlarında barınan nüfusun toplamı yirmibini aşmıyor. Depremden etkilenen nüfus bir milyonun üzerinde... 10 Kasım'da meydana gelen 5.6'lık depremin ardından gerçekleşen göçün ardından bölgede en az 600.000 kişi kaldığı tahmin ediliyor. Devlet bu nüfusu ve kapıya dayanmış kış koşullarını dikkate alan tedbirler almak yerine eldeki sembolik çadırkentleri parlatmak derdinde. Gelen siyasiler bu çadırkentlerden çıkmıyor. İliştirilmiş basın bu çadırkentlerde yemeklerden çıkan dumanın haberlerini yapmakla meşgul. Van'daki afet toplumun gündeminden düşürülmeye çalışılıyor.
İnsanlar Yardıma Değil Yardım İnsanlara Ulaşmalı
Bölgede çadırkent benzeri organize yardım alanları dışında yardım dağıtımı çok kısıtlı. Yardıma ihtiyacı olanlar ona ulaşmak zorunda. Oysa afet sonrası çalışmanın en temel ilkesi ihtiyaç sahibinin yardıma değil yardımın ihtiyaç sahibine ulaşmasıdır. Bu ilkenin bile gözardı edildiği afet bölgesinde kamuoyunun ilgisinin bölgeden uzaklaşması afetin insani sonuçlarını ağırlaştıracaktır
Bu yazı Gazete Solfasol'un 2011 yılında basılan 7-8 sayısında yayımlanmıştır.
Yorumlar (0)