“bu sabah söyleyecek çok sözüm vardı sana dilimin ucuna bir bir dizdim kelimeleri salınmak için rüzgarı bekleyen yaprak gibiydi her biri sonra… çelme taktı dudaklarım düşündüklerime sustum oysa bu sabah söyleyeceğim çok sözüm vardı sana ey kent! simdi söyle bana yanlış anahtarla, doğru kapı açılır mı?”
Ankara Garı’nın kapısındayım. Kente adım atmama ramak kalmış. Birkaç adım ötesine geçtim mi “yeni başlayan…” olacağım. Ardıma bakıyorum geldiğim yere doğru yol alan bir tren, dumanını tüttüre tüttüre bozkırın bilinmezine karışıyor. Belli belirsiz el sallıyorum, uğurluyorum bir bir vagonları. Ki ben artık buralıyım. Tren kayboluyor kendi yolunda. Etrafımdakiler bir yerlere yetişme telaşı içinde. “İnsanın ne yapacağını bilmesi ne güzel!” diye düşünmeden edemiyorum. Gelen ve giden trenler arasına sıkışmış gibiyim. Teklik duygusu sarınca zihnimi, başım öne düşüyor. Yaşantımı içine tıkıştırdığım valimize bakıyorum. Tüm hayatımı sıkıca elimde tutmuş, kentin giriş kapısında duruyorum. “Şuncacık kapalı bir kutucuğa kendimden, geldiğim yerden ne sığdırmış olabilirim ki?” diye hayıflanıyorum. “Yok yok buralar bana göre değil geri dönmeliyim” derken istasyon memuru ile gözgöze geliyorum. “Getirdiklerimle, burada bulduklarımı sahiden harmanlayabilecek miyim?” diye soruyorum ona. Beni duymuyor. Ayaklarım geri geri giderken, pat diye biri çarpıyor omzuma “Pardon hemşerim ya!” diyor önce. “Hemşerim…” dedi bana diye gülümsüyorum. Bu sefer çıkışıveriyor “Neden yolun ortasında duruyorsun!”…
Ankara’dayım. Ankaralıyım. Neredeyse Kale’de dalgalanan bayrak kadar eskiyim burada. Ama hemen her gün yeni bir kente yeniden uyandığımı düşünüyorum. Yeni bir kent ve bilinmezlerle dolu bir yaşama merhaba diyorum. Bildiğim mekanlar bir bir kapanıyor ya da dekor değiştiriyor. En son Akman kapandı. Sadık okurlar Akman haberlerimizi anımsayacaktır. Sonra Flamingo pastanesi’nin dekoru değişti. 40 yıldır gittiğim pastane bana el oldu. Yediğim, içtiğim şeylerin tadı değişti. Kentin ana arterleri metro yapılamama çalışmaları nedeniyle kapatıldı. 40 yıldır gittiğim yolların olmayan alternatiflerinde kayboldum. Her gün kendi kentime yeniden uyanmanın yabancılığını üzerimden nasıl atacağım?
İki ayrı “yeni başlayan” öyküsü okudunuz. Hepsi hikaye deyip geçmeyin. İddia ediyorum biri sizsiniz. Yeni olmak ilgi çekici ve keyifli olabilir. Bir süreliğine bizi kentin karmaşasına karşı korur. Ancak kenti bir istasyon gibi kullanmayıp, içinde nefes alacaksak o vakit mürekkep kokusu çoktan kaçmış Solfasol’ler bize yardımcı olabilir. Hamamönü, Hacıbayram dosyaları “muhafazar makyajla biçimlendirilen, ama hala kendi özünü koruyan kentin arka sokaklarını içinde barındırmaya devam ediyor” diye sesleniyor size. Şehrin sessiz tanıkları heykeller hala yerlerinde. Gördünüz mü? Çiçek isimli apartmanlar, hep aynı harfle başlayan sokak isimleri olan mahalleler… Solfasol’ün cumartesi gezilerine gelenler görebilir. Belki nostalji, belki modernizme direnme ama kentin ortasında bir bostan bile var.
Sahiden kentin altını üstüne getirmişiz. Pasajlar! Ne nerede var biliyor musunuz? Gizli saklı, pahalı, ucuz… İn cin top oynasın size ne! Şehrin perili köşklerinin haritası elinizde. Doğrudur herkes gibi biz de kentin artılarını yazıyoruz. Bardağa dolu tarafından bakıyoruz. Yoksa gri şehirde uzuncadır göç almamış bir yüreğe benzeyen Eylül nasıl yaşanır? İşte her Eylül olduğu gibi bu sarı yaz da da elinizde “Yeni Başlayanlar İçin Ankara…” Keyifli okumalar.
Yorumlar (0)