Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Yeni Başlayanlar için Ankara – Yeniden

Yeni Başlayanlar için Ankara – Yeniden

Cüneyt Özdemir’in İstanbul’a veda yazısını okuyordum pazar günü. Aklımda da yeni başlayanlar için Ankara dosyamızı nasıl ele alacağımız düşüncesi vardı. Yazıyı okurken anladım ki, “yeni başlayanlar” için yazmak için, mutlaka “yeni başlayanların” daha önceki kentini, o kente olan bağlılıklarını ve bu bağlılığın niteliklerini özelliklerini de dikkate almak gerekiyor… “Bir şehri sevmek zor. Daha zor olanı ise, sevdiğiniz bir şehirden ayrılmak” diyor Özdemir. Belki de kendimizi ait olduğumuzu hissettiğimiz kentten ayırmak, koparmak zor olduğu için böyle düşünüyoruz. Yani, “yeni başlamanın” bir de öncesi var. Bir kente yeni başlamak için onun öncesindeki kentle, o kentin sadece bize özel biçimde sunduğu o karmaşık ilişiklerden ayrılmanın güçlüklerini de düşünmek gerekiyor. Eski kente bağlılık ne kadar güçlüyse, yeni kente başlamak o denli güç oluyor.

Bir Ankaralı olarak Özdemir, İstanbul’dan dönerkenki duygularını şöyle anlatıyor: “hayatın bize bir koza gibi sunduğu Ankara’mıza, yani mahalle, iş okul arkadaşlarımın, sevgilimin olduğu şehre hevesle geri dönüyordum.” Solfasol aynı konuyu geçen yıl ele alırken, bu konuyu hiç düşünmemişti doğrusu. Yani sadece, “yeni başlayanların,” önlerine serilen Ankara için ne düşündüğünü, Ankara’daki geçecek günlerini düzenlerken, onlara ne gibi bilgiler sunabileceğimizi önemsiyorduk. Bu bir anlama, sıfır noktasındaki bir Ankara düşüncesinden başlayan bir yaklaşımdı. Oysaki “yeni başlayanların” bir de daha önce başlamış ve kendi kimliklerini, ağlarını-ilişkilerini geliştirmiş oldukları bir başka şehir vardı. Ve Ankara için ortaya çakabilecek her düşünce veya değer, ancak daha önceki kentle karşılaştırılarak kendi niteliklerini bulabilecekti. Diğer bir değişle, önemli olan Ankara değildi. Ankara’nın, daha önceki kentle karşılaştırıldığında sunabildikleri ve sunamadıkları, ya da hangi hızla ve olanaklarla Ankara’da eskisine benzer yeni olanakların, yeni bağların ve rahatlatıcıların, Ankara tarafından sunulabileceğiydi… Geçen defa galiba bunu anlayamamıştık tam olarak. Gerçi batıdan ve liman kentlerinden gelenlerin Ankara’da daha mutsuz, doğudan ve daha küçük kentlerden gelenlerin Ankara’yı genellikle önce korkutucu sonra da yaşanabilir bulmaları arasındaki farka işaret etmeye çalışmıştık biraz, ama tam değil. Ankara’yı mutlak olarak değil, karşılaştırılan ve yeni başlayanlara sunabileceklerini nasıl ve hangi hızda sunabilecek bir kent olduğunu düşünmek gerekiyordu. Aslında bütün kentler, “yeni başlayanlarına” karşı korkutucudur. İstanbul’a karşı bir tepenin üzerine çıkıp, “işte geliyorum İstanbul, kork benden” diyerek bir kente yeni başlayanlara, ancak Türk komedi filmlerinde rastlayabiliriz. Özdemir “Biliyorum ki, yeni şehirler insanı tazeliyor. Yeni insanlarla tanışmak, gidilen şehrin bilinmedik kokularını yakalamak ama en önemlisi geride bıraktığımız şehre biraz da olsa uzaktan bakmak (…) insanın ruhuna iyi geliyor.” diyor. Yapmamız gereken aslında bu galiba: “yeni başlayanlara” Ankara’nın bir insanı nasıl tazeleyebileceğini, ona yeni neler kazandırabileceğini anlatmaya çalışmak.

Ancak geçen yıl bu dosya üzerinde çalışırken anladık ki, bu kent, bozkırın ortasındaki bu çok iri kasaba, kendini yeni gelenlere çok kolay açmıyor. Kolay kolay kendini ele vermekten hoşlanmıyor. Değerlerini biraz gizleyen, kolay göstermeyen ve kentsel özelliklerini daha çok insanlarına ait niteliklerde toplamayı yeğleyen bir kent… Kentin mekanlarını, o mekanların sahibi olan devlete bırakmış. Kent, öyle gösterişli ve gürültülü mekanlarla, okazyonlarla, dinamizmle kendini ifade edemiyor, ya da hoşlanmıyor kendini öyle ifade etmekten. Daha derinden bazı nitelikler geliştirmiş de sanki bunları hemen ortaya koymak, herkese göstermek istemiyor. Onların örtük kalmasını ve kendisini tanımak için biraz derinlere inmeyi göze alamayanların Ankara’yı anlamamasını önemsemiyor gibi… Aslında yazdıklarımın bir kent için yazılabilir olmasından çok, bir insan için yazılabilir olması beklenir. Bir kent böyle anlatılmaz. Bunu biliyorum. Ama bu Ankara için söylenen bütün sözlere dikkatli bir biçimde bakarsanız, gerçekten kentin böyle karakteri varmış gibi. Biraz kapalı, biraz alıngan, biraz mahcup ve biraz düpedüz, süssüz ve gösterişsiz olmayı seçen bir kent. Evet, başka bir yönden bakarsanız, bürokrasinin, devletin ve otoritenin yani bir anlamda despotluğun ve çürümenin, rüşvetin ve baskının ve üniformanın kenti olmak gibi göz kamaştırıcı bir başka başkent imgesi var Ankara’nın. Ama kent, bu yapıştırma imgeden hiç hoşnut değil. Üzerine yapışmış olan pislenmişlik duygusundan hiç hoşlanmıyor. Bunun, onu simgesi ve anlatıcısı olmasından hiç de hoşnut değil gibi. Sanki bütün bu başkentlik retoriği yokmuş gibi, cumhuriyetin kurucu şehri değilmişçesine, kendini bugün bile arıyor ve bocalıyor. Ağırbaşlı, örtük ve bulanık bir arayış bu. Henüz tamamlanmamış. Çok kendinden emin değil. Bu nedenle kendini hemen ele vermiyor.

İzmir’e ne kadar benzemez, olduğunu, İstanbul’a ne kadar benzemez olduğunu, orta Anadolu’nun diğer kentlerine ne kadar benzediğini, ama ona eklediği ve bir anlamda içselleştirmeye başladığı modern kimliğiyle, yeni ve kendisine özgü bir sentez O şaşaalı “başkentlik” imajından kurtulmak istiyor sanki ve despotik devletin değil de, özgür genç insanların kenti olmak istiyor gibi. Ama kolay mı bu? Washington, ne kadar bu nitelikten uzaklaşabilmiş ki, hatta Paris, Berlin, Madrid, bu başkentlik ağırlığından ne kadar kurtulabilmiş ki? Ankara’dan bir insanmış gibi bahsetmeye devam ettiğimin farkındayım. Ama, bana göre Ankara, gerçekten, henüz kendini kanıtlayamamış delikanlı bir genç kız, ya da genç bir erkek gibi, kendini saklayan ve az konuşan, kolay ele vermeyen bir kent hala…

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış