Özerklik! Neden bu kelimeyi gördükten sonra, yazıya daha kuşkulu yaklaştığımızı söylemek gerekirse, iktidar kendisini bütün kurumlarıyla görünür kılarken, toplumsal kodlarla da bilinçaltımızı işgal etti. Özerklik denince bundandır ki aklımız karışır, yüreğimiz sıkışır, ateş basar, kaos sirenleri çalmaya başlar.
Lakin öyle değil, gelin dünya örneklerine bakalım, bakalım ki özerklik öyle kötü pis bir şey olmadığını görelim. Dünyada özerklik, konfederasyon, federasyon ve eyalet sistemleri ile organize olan ülkelerden birkaçı şöyle: İtalya, Hollanda, Finlandiya, Danimarka, İngiltere, İzlanda, Fransa, Brezilya, Kanada... İtalya örneğini biraz açacak olursak, İtalya, 20 yerel yönetim bölgesine ayrılmış ve bu bölgeler halk tarafından doğrudan seçimle oluşturulan bölge meclisi, bölge meclisinden oluşan yürütme komitesi ile organize olmakla beraber yerel sosyal hizmetler, yerelin ekonomik faaliyetlerini düzenleme ve yerelin kaynaklarını kullanma gibi yetki alanlarında merkeze iradi bir uyum göstermek ile beraber tamamen özerkler ve merkezden atama yolu ile gönderilmiş bir vali ya da bir rütbeli tarafından denetlenme gibi bir durum söz konusu değil. Danimarka da şaşırtıcı bir örnek; 1938 yılında Faroe Adaları’nda yaşayan halkın özerkliğinin ilanı sonrasında anadilde eğitim, yasal bir zemine oturtularak, adalardaki halk anadilde eğitime kavuştu.
Özerk yerel yönetimlerin inşasını ve devamında sürerliliğini sağlamasını gerektiren perspektif ise, demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü paradigmadan temelini alır. Belli dinamikler vardır ki bu dinamikler ayrıca açıklamak istediğim yerel yönetim sistemi, felsefesi ve toplumsal duruşu ile Rojava’da uygulanmakta olan sistemdir. Rojava (Batı Kürdistan) bugün 3 ayrı kantona ayrılmış ve demokratik özerkliğin zihniyet devrimiyle ilmek ilmek örülüp hayata geçirilmiş bir halklar bütünlüğüyle organize olunan bir coğrafyadır. Günümüzde yerel siyaset, yerelin iradesini yansıtmaktan çok merkezi iktidarın ilişkilenmelerinin bir türevi olma boyutundadır. Hal böyle olunca zaten sistematik şekilde korkunçlaştırılan siyaset ve içi boşaltılan demokrasi kavramları, yerel için de yabancılaşmanın ne demek olduğunun en somut kanıtlarından biri oluyor. Rojava’da uygulanan sistem, bu kavramları yerelin siyasete aktif katılımını öngörerek reel anlamına kavuşturuyor, yerel siyaset kent konseyleri, mahalle meclislerinde her bireyin özgür politik birer özne olmasına dayanarak kendisini örgütlüyor, ideolojik eğitimler belediye koordinatörlüğünde gerçekleştiriliyor, bu modelin yaşama geçmesi ise, bütün Ortadoğu halklarına bir umut oluyor.
Ekonomi konusu ise özerk yerel yönetimlerin bel kemiğini oluşturuyor, yerel siyaset kendisini giderek yerel ilişkiler ve yerel dinamikler üzerinden yeniden üretirken yerel ekonominin yerelleşememesi ve halen merkezi siyasetin güdümünde olması, yerel siyaseti de handikaplı bir alana sıkıştırıyor. Bu durumun aşıldığı örnekler ise gerçekten ulus devlet ve küresel sermaye arasında sıkışmaktan başka bir yol olduğunu ortaya koyuyor, şöyle ki; İspanya iç savaşında Bask halkının yaklaşık 15.000 direnişçisi öldürüldü, 30.000 Basklı tutuklandı ve Bask dilinde bırakın kitap-dergiyi, sokakta bile konuşmak yasaklandı. Bir halkın yok edilmeye çalışılması bakımından Kürdistan ve Kürt halkı ile benzerliği yadsınamaz. Bask halkı var olma mücadelesini ise ekonomik anlamda Mondragon Kooperatifleri’ni örgütleyerek ve bu kooperatiflerde öz örgütlülüğünü de sağlayarak başarıya ulaştırdı.
Zamanla kooperatif odaklı meslek okulları, kredi kooperatifleri ve tüketim kooperatifleri de bu ilkeli oluşuma eklemlenerek ülkenin 7. en olanaklı ve yerele yetebilen şirketi haline geldi. Brezilya’daki Topraksız Tarım İşçileri de tabandan ekonomik örgütlenmenin geliştiği bir örnektir. Özerk yerel yönetimlerde hedef alınan ekonomi modeli ise demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü paradigmadan temel alan doğayla uyumlu, cinsiyetsiz, demokratik, kar ve sermaye birikiminin en aza indirildiği kooperatifçiliktir. Yerelin, yer altı ve yer üstü kaynakların kullanımında şu an Türkiye’de bir inisiyatifi söz konusu değilken, özerk yerel yönetim modelinde yerelin problemlerinin çözüm kaynağı yine yereldir ve kaynak kullanımı, hizmete açılması yerelin inisiyatifindedir.
Problemleri somutlayacak olursak, özellikle ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanan Kürdistan’da üreticilerden alım yapan şirket ve kişilerin kendi aralarında rekabet etmeleri alışılmış olan olsa da Malatya’da 2007’de bu karteller kendi aralarında anlaşıp kayısı fiyatını çok düşük belirlemiş ve bu fiyatı köylüye dayatmış, ucuza aldıkları kayısıları ihraç ederken de çok büyük bir kar elde etmişler, tarımla uğraşan birçok aile ise iflas etmiş ve hatta zorunlu göç yaşamışlardır.
Burada bir parantez açacak olursak zorunlu göç denince ille de aklımıza yakılan yıkılan köyler gelmesin. Öyle ki eğer iktidar bir yerele ne kendi kaynaklarının kullanımını açıyor ne de orada bir iş alanını desteklemiyorsa insanların çalışmak ve yaşamına devam edebilmek için göç etmek zorunda kalması da sistematik bir uygulamanın sonucudur. Mevsimlik işçiler de yerel ekonominin halka yetemediğinin açık göstergesidir. Bu durum kaynak eksikliğinden değildir.
Tek başına Muş ovası bile 7 Kürdistan’ı doyurabilecek kadar verimli topraklardır, sorun yerelin yerelleşememesidir. Eğer bugün Kürdistan’dan çocuk denecek yaştan tutun da ileriki yaşlardaki insanlara kadar yazın Türkiye’ye inşaatlarda ya da tarım işinde çalışmaya geliniyorsa, yerel ekonomi halkına yetmiyordur ya da orada yerelin menfaatine uygulanan bir ekonomi-politik yoktur. Yine güncel bir problemden örneklendirecek olursak bugün ağaçları kesilmek istenen, katledilmeye çalışılan Hewsel bahçeleri bundan yaklaşık 50 yıl öncesine kadar Amed(Diyarbakır)’in bütün meyve ve sebze ihtiyacını karşılıyor ve tohum ekiminden pazara çıkmasına kadar bütün üretim aşamalarında kadınlar aktif rol oynuyorlardı. Öngörülen kooperatifçiliğin hayata geçirilmesi için tabi ki ilk başta gerekli olan yerelde yeterli ideolojik örgütlenmeyi sağlayabilmektir ki, üretim yapan köylü ürününü dışarıdan gelen büyük bir şirket yerine, amacı yerel kalkınmayı demokratik ve ekolojik ilkelerle gerçekleştirmeyi amaçlayan bu kooperatife versin.
Burada hedeflenen sistemin yarattığı kutsallaşmış özel mülkiyet algısına bir darbe vurup kar ve sermaye birikimini en aza indirebilmektir, kendi kutsalını emek üzerinden yaratmaktır. Her ne kadar ütopik gelse de bir halk devrimi ile özerkliğini ilan eden Rojava’da hem ekonomik anlamda hem de toplumsal yaşam boyutuyla bir zihniyet devrimi gerçekleşti. Rojava bugün 3 bölgeden oluşan bir kanton sistemi ile organize olmakta, kendi güvenliğini kendi oluşturduğu öz savunma birlikleri ile sağlamakta, Rojava’da yaşayan farklı kimlik ve inançlardan halklar Kürtler, Acemler, Süryaniler, Araplar, Aleviler, Müslümanlar ve Hristiyanlar anadillerinde okul açabilmekte ve kimliklerini insanlık onuruna yakışan biçimde yaşayabilmektedir. Yerel katılımın esas alındığı tabandan örgütlenme, öncelikli kadınlar olmak üzere tüm yurttaşlara belediye koordinatörlüğünde hem ideolojik eğitimler hem de toplumsal yaşamdaki ana-tanrıça kültürüne dönme çabasıyla yerini alıyor, sağlık ve sosyal hizmetler de yine demokratik ulusu inşa etmeye yönelik.
Hastaneler yerine ücretsiz halk sağlık merkezlerinin faaliyete geçmesi, vergilendirmenin halkın özgün koşullarının gözetilerek uygulanması ve ekonominin bahsettiğimiz ilkeli kooperatifleri örgütleme ve üretime geçirme çerçevesinde gerçekleştirilmesi temel ihtiyaçlara çözüm olmuştur. Rojava bütün halklara umut veren bir Devrimdir.
Yorumlar (0)