Klasik-liberal temsili demokrasi zora girdi. Batı’da ve Türkiye’de. Bilişim Devrimi toplumsal ilişkileri altüst ederken siyasal davranışın ve temsil ilişkilerinin sabit kalması olanaksız. İlkokul çocukları şahsi bilgisayarlarında program yapabiliyor, yurttaş ile vekâlet verdiği arasındaki bağın niteliği de dönüşecek tabii. Demokrat Parti, 1945’te halk arasına karıştı, siyaset yapma şeklini değiştirdi; altmış yıl sonra, siyasetçiler seçmenleriyle sosyal medya üzerinden haberleşiyor, yüz yüze ilişki kuruyor. Buna mukabil, yine, altmış yıl önceki gibi miting yapmayı, otobüs tepelerinde aynı sözleri yinelemeyi, sağa sola broşür dağıtıp parti amblemleri asmayı ihmal etmiyorlar.
“Ankara şehrinin de her parkı, her meydanı, her salonu, farklı kesimlerin bir araya gelip konuşabildiği birer meclise dönüşebilir. Kolay değil, ancak mümkün”
Alışkanlıkların terk edilmesi kolay değil. Türkiye’de, kitaplarda temsili-doğrudan demokrasiler arasındaki fark anlatılırken, ayırt edici nitelik hemen her zaman ‘nüfus’ olarak belirtilir. Buna göre, doğrudan demokrasi için küçük nüfus gerekir, temsili demokrasi ise kalabalık nüfuslu ülkeler içindir… Tartışmalı olsa da ikna edici bir yanı var bu ayrımın. Ancak iletişim olanaklarında yaşanan devrim, fiziksel engelleri büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Bırakın ülke sınırlarını, dünya çapında ortak karar almak, eskisinden farklı olarak artık mümkün. Nasıl ki salgın gibi sınır aşan bir felaket tüm dünyayı ilgilendiriyor ve ulusal sınırlar bir anda anlamını yitiriyorsa; herhangi bir soruna da dünya çapında çözüm bulunması mümkün. Dolayısıyla, her düzeyde yönetime katılım, kendi kendini idare etmenin türlü yol ve araçlarının keşfi, yalnızca bir idealden ibaret değil. Yerellik konusunda aynı anda birden çok ve birbirine zıt görünen düşünce ve gelişmeyle karşı karşıyayız. Öncelikle, son yıllarda yerel yönetim hizmetleri ve yerel yöneticiler daha önce tanık olmadığımız ölçüde gündemde. Siyasetteki en popüler simalar belediye başkanları ve üstlendikleri işlevler itibariyle merkezi yönetimle rekabet ediyorlar. Büyük bütçelere sahipler. Ankara belediye başkanı Mansur Yavaş, belediye meclis toplantılarını internet üzerinden canlı yayınladı. Kamusal yaşamın hareketliliği bakımından önemli mekânlar yaratılıyor, tarihi binalar restore edilerek yurttaşın kullanımına açılıyor. İstanbul’da Feshane’nin ihya edilmesi, diğer tüm yapılar ve kütüphaneler vs. bir yana, Eyüp çevresindeki sosyal yaşam ve gençlerin günlük yaşama katılımında gözle görünür biçimde etkili oldu. Belediyelerin kreş ve öğrenci yurdu açması, ha keza, şehrin sosyal yaşamı ve Türkiye koşullarında kadınların-gençlerin eşit fırsata erişimi için hayati. Sevgili Ulaş Bayraktar’ın sık kullandığı ifadeyle, şehirlinin ‘hemhal’ olması için, öncelikle birbiriyle karşılaşması ve yoksul muhit insanının şehre dahil olabilmesi çok önemli. Bana kalırsa metro başta olmak üzere ulaşım olanaklarını da bu çerçevede ele almak mümkün, mahallelerin karşılaşmasını sağlıyor.
Belediyelerin benzer etkinliklerine dair sayısız örnek bulmak mümkün; demek ki yerel yönetimler pek çok bakımdan görünür oldu, yaptıkları ve yapmadıklarıyla. Yerel demokrasi, yerel katılım, artık demokratik sistem tartışmasının merkezindeki bir konu. Diğer yandan, yerel seçimleri salt ‘hizmet’ olarak görenlerin sayısı da az değil. Basında ve muhtemelen sıradan yurttaşta hâkim görüş, ‘çöp toplasın, ulaşımı sağlasın…’. Kanaat önderleri genellikle kamuoyu ortalamasının gerisinde kalan kanaat üretiyor gibi gelir bana. Şu ya da bu gerekçeyle, yerel yönetimlerin ve yöneticilerin giderek güçlenen ‘politik’ konumu görmezden geliniyor. Bunun bir nedeni alışkanlıklar ise, diğer nedeninin ‘yerellik’ sözcüğüyle ‘bölünme’ endişesi arasında kurulan malum ve yersiz ilinti olduğu kanısındayım. Buna mukabil, söz konusu endişeler, yaşamakta olduğumuz bilişim çağının vaatleri karşısında çok fazla direnemeyecek muhtemelen. Giardano Bruno şehir meydanında yakıldığında, Descartes dört yaşındaydı; ‘zamanı gelmiş bir düşünceyi’ ancak geciktirmek mümkün olabiliyor. Temsili demokrasinin bugünkü yolu yordamının da bir ömrü var. Son olarak, belediye seçimi; belediye başkanı, belediye meclis üyeleri, itibar, makam, imar, rant, izin, yerel paylaşım demek. Büyük ölçüde yerleşik siyasal kültürün ve hukuk sisteminin ürünleri. Seçim sürecinde neredeyse hiç değinilmeyen konu, yerel halkın yönetime katılması. Belediyeciliği büyük ölçüde imar ve asfalttan ibaret görmenin bir sonucu.
Görüldüğü üzere, yerel seçimi birden çok başlık altında ele alıp yorumlamak mümkün. Bana kalırsa önemli olan, yönetim ve temsil biçimlerinin dönüşümünü, ya da dönüşüm zorunluluğunu kavrayabilmek. Bu bakımdan, Türkiye’nin yakın geçmişteki en görkemli deneyimi ‘Gezi Parkı’ idi. Defalarca yazdığımı bir kez daha yinelemek isterim; ‘Gezi, geleceğin yönetim biçimidir.’ Gezi Parkı’nda yaşananlar, ülke geneline, şehirlerin irili ufaklı parklarına, kamusal mekanlarına yayılan bir ‘idare’ deneyimiydi. Bir talepti. Şehrin parklarında dertleşen yüzbinlerce yurttaş, nasıl yönetilmek istediğini, nasıl bir ülkede yaşamayı hayal ettiğini ‘duyurdu’. Bu yüzden müesses nizamın tüm figürlerine rahatsızlık verdi ve kısa sürede kriminalize edildi.Bu ay yerel seçimler yapılacak. Filanca ya da falanca kazanacak. Yorumcular ekranlarda ve yazılı basında, seçmenin verdiği mesajları çözümleyecek. Sonraki beş yıl boyunca halk, seçtikleriyle pek karşılaşmayacak. Şehirdeki çoğu karar yurttaşa danışılmadan alınacak. Halkın taleplerinin yerini müteahhitlerin özlemleri alacak. Tarih hep iyiye doğru ilerlemiyor kuşkusuz, ancak bana öyle geliyor ki, bir süre sonra halk kendi yaşamına yön veren kararlara giderek daha fazla katılacak. Ankara şehrinin de her parkı, her meydanı, her salonu, farklı kesimlerin bir araya gelip konuşabildiği birer meclise dönüşebilir. Kolay değil, ancak mümkün.
“Seçim sürecinde neredeyse hiç değinilmeyen konu, yerel halkın yönetime katılması. Belediyeciliği büyük ölçüde imar ve asfalttan ibaret görmenin bir sonucu”
Yorumlar (0)