Yeni Bir Gezi Direnişi?
Hayır. Aynı nehirde iki kere yıkanılamayacağını öğreneli az çok 2500 yıl geçti. Yeni bir Gezi olmayacak. Her toplumsal olay, tarihteki ya da çağdaşı benzeri toplumsal olaylar ile kimi ortak noktalara sahip olabilir ama bu, bir sonrakinin öncekinin güncel versiyonu olduğu anlamına gelmeyecektir. Heraklitus’un (ö.: M.Ö. 475) hesabı işte, köprünün altından çok sular akıyor, aynı nehirde iki defa abdest alınmıyor. Ancak bu, toplumların balık hafızalı oldukları, dünkü deneyimlerinin (Gezi) bugünkü eylemlerine rehberlik edemeyeceği anlamına da gelmiyor. Lafın kısası, başarılarıyla/hatalarıyla Gezi, sokaktaki gençlerin hafızalarına, deneyimlerine kazınmış durumda ama sokaktakilerin Gezi’yi yeniden canlandırmak gibi bir amaçları yok.
Her toplumsal olay gibi Gezi de nev’i şahsına münhasırdı. Yaklaşık olarak 2013 yılı haziranından eylül başına kadar devam eden ve tüm yurda yayılan Gezi Direnişi, AKP iktidarının -sözün gelişi değil bizzat iktidarının- sorgulandığı ve sallandığı, sarsıldığı bir toplumsal hareket oldu. Gezi gibi bir toplumsal hareketi ortaya çıkaran tek bir sebepten bahsetmek zor. Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesi, hareketin fitilini yakan kibritse AKP’nin (o tarihe kadarki) 10 yıllık iktidarında izlediği politikaların biriktirdiği grizu da Gezi Direnişi adı verilen toplumsal hareketin nedenini oluşturuyordu. Kibrit, Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında trafiğin yer altına indirilmesi için çalışmalar devam ederken Topçu Kışlası'nın yeniden inşasına karar verilmesi; 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nca, Topçu Kışlası'nın yeniden inşasının kamu yararına uygun bulunmadığı için reddedilmesi; buna karşın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın “Reddi reddederiz.” diyerek inşaata devam etmesi ve toplumun buna gösterdiği tepkilerdi. Grizu ise AKP’nin 2002-2013 yılları arasındaki iktidarının biriktirdiği gerilim ve artık onun son kullanma tarihini doldurduğu düşüncesiydi. Nihayet Gezi Direnişi, Türkiye denilen maden ocağında, Taksim Yayalaştırma Projesi vesilesiyle çakılan kibritle, AKP’nin 10 yıllık iktidarının biriktirdiği grizunun patlamasının yarattığı bir sarsıntı olarak kayıtlara geçti. Teşbihte hata olmazmış, Gezi’yi bir maden ocağındaki patlamaya benzetmem bu sebepledir.
Gezi, toplumla iktidarın karşı karşıya geldiği önemli bir sivil itaatsizlik eylemiydi. Gezi’de, toplum iktidara yenildi(k) ama -vallahi- “çok güzel yenildi(k)”. Gezi (toplum), iktidara (AKP’ye), Seyit Rıza’nın da giderayak dediği gibi “Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun.” der gibi yenildi. Gezi’de patlamaya sebep olan biriken grizu olsa da ona yol açan çakılan kibritti. Grizuyu biriktirenler, kibriti çakanları yendilerse de bu olay maden ocağını yönetenlerin zihninden hiç çıkmadı; onlara dert oldu.
Bugün sokakları dolduran gençler Gezi’de el kadar bebeydiler; kendi kızımdan biliyorum. İktidar aynı iktidar, bezmişlik aynı bezmişlik ama üstadın dediği hesap, “olanla görünen aynı olaydı” bilime ne hâcet vardı: Gevezelik etmemek, sözü uzatmamak için, Gezi’nin toplumsal sorunları ve koşuları ile günümüzünkilerin ciddi farklar taşıdığını belirtmekle yetineceğim. Gezi ile ilgili sosyolojik/politik analizler bu yazının mücavir alanından taşar; başka bir yazıya akar.
Yaşayageldiklerimizle Gezi’nin farklı toplumsal olaylar oldukları konusunda hemfikirsek devam edelim. Olaylar, konjonktür vb. farklı farklı olsalar da zihnimizin iki toplumsal hareketi yan yana getirdiği aşikâr. Nitekim AKP’nin aynısı yada güncel versiyonu olmasa da Gezi’yi andırır bir toplumsal hareketi karşısına almakta zorlandığı; CHP’nin ise Gezi’yi andırır bir toplumsal hareketi çekip çevirmekten, örgütsel kol kanadı altında tutabilmekten çekindiği için geri adım attıkları üzerinde bir önceki gün sohbet etmiştik. AKP yeni bir Gezi’ye karşı; CHP ise yeni bir Gezi için zaten hazırlıklı da değildiler ki kitle aynı kitle değil, konjonktür de aynı konjonktür değildi; olamazdı da.
Z Kuşağı Öğreniyor
Bugüne kadar gök kubbe altında Z Kuşağı hakkında söylenmedik ne kaldı: apolitik ve asosyal oldukları, kafalarını cep telefonlarından kaldırmadıkları; sosyal medyadan başka bir şey bilmedikleri, okumadıkları, dünyanın umurlarında olmadığı… Gönül rahatlığıyla, Z Kuşağı hakkındaki bu fikirlere hiçbir zaman katılmadığımı söyleyebilirim. Nasıl katılayım; Z Kuşağı denilenler öğrencilerim benim; bizzat çocuklarım. Az ya da çok tanıdığımı; bizden farklı bir politizasyon, bizden farklı bir sosyalizasyon dinamiklerinin olduğunu zaten biliyordum. Bu farklılığın altını çizmek için hep aynı örneği verdim. 1968’de 68 yaşında bir sosyalist olduğunuzu -Bolşevik diyelim- düşünün. Hippi kıyafetleriyle sizi ziyarete gelen 20’li yaşlarındaki kızınız/oğlunuz/torununuz kendisinin de sizin gibi sosyalist olduğunu ama“Seviştikçe devrim yapmak” istediğini, “devrim yaptıkça da sevişmek” istediğini söylüyor. Tansiyon ilacınız masanın üzerinde, bastonunuz koltuğun yanında; kafasına vurabilirsiniz. Şaka bir yana, her kuşağın sosyalizasyon -ve elbetteki politizasyon- süreçleri o dönemde câritoplumsal kültüre göre şekilleniyor. Kültürü şekillendiren şeylere hiç girmeyelim.
…ve Öğretiyor
A, B, C ve Y kuşaklarından(!) farklı bir toplumsal kültürle müzeyyen Z Kuşağı’nın yeni bir politik eylem kültürüne sahip olduğunu, faklı bir öğrenme süreci içinden geldiğini bilmem özetleyebildim mi? Şimdi, şu anda, kampüslerinde forumlar yapan, ders boykotları yapan; Saraçhane’de, Güvenpark’ta, Gündoğdu’da, Kayseri’de, Çorum’da… eylem koyan gençler ikinci bir Gezi Direnişi örgütleme peşinde değiller; değiller ama politizasyon müfredatları içinde ağabeylerinden/ablalarından öğrendikleri Gezi’nin olduğu da tartışmasız.
Z Kuşağı, öğrendiği kadar öğretiyor da. Sadece önceki kuşaklara değil, CHP örgütüne de Erdoğan’a da, tüm siyasetçilere de. Sanıyorum, Z Kuşağı’nın bize öğrettiklerinin başında da dabizim kuşakların korkulu rüyası provokasyon geliyor. Dertlerinin vandalizm olmadığını, vurup kırmak derdinde olmadıklarını, barışçıl eylemlerle seslerini duyurmak derdinde olduklarını; evet, evet, kelimenin tam anlamıyla öğrenmemiz, bellememiz, anlamamız, kafamıza kazımamız, hıfzeylememiz gerekiyor. Ne gazdan boğulacak ne coptan kırılacak ne de üniversitelerdeki yoklama ya da soruşturma tehdidinden tırsacak gibiler. Bunu da öğrensek, bellesek -en başta da üniversitelerin idarî kadrolarındaki akademik zâdegân bellese- iyi olacak.
Tiktok’da bir genç eylemci kadın şunları söylüyor: “Z Kuşağı çok güzel bir ‘eylem nasıl yapılır?’ dersi veriyor tüm siyasetçilere ve ben bunun detaylarını açıklamak istiyorum sizlere.Alanda hiçbir şekilde provokasyona izin vermiyorlar… Olayın saptırılmasına, karşı tarafın eline koz verecek bir şeylerin olmasına asla izin vermiyorlar. Bunun dışında çok güzel siyasetçileri yönlendiriyorlar. Ne zaman konuşmalar mitinge doğru kaysa Mitinge Değil Eyleme Geldik sloganı atılıyor. Bunun dışında, yanlış kararlar, alanda, çok güzel bir şekilde eleştiriliyor. Demokrasi Sandıkta Değil Sokakta sloganı yine çok güzel bir şekilde siyasetçilere ne yapması gerektiğini öğretiyor. Alanda üç gündür yemek, su… hiçbir şey yoktu. Bugün alanda yemek dağıtıldı. Bu gençlerin talebiyle oldu. İftarda iftar yemekleri verildi, sıcak çorba dağıtımı yapıldı. Yani üniversite gençleri [içinde] hem alana oruç tutup gelen hem alanda orucunu açan hem de hakkını arayan gençler var. Bizi ayrıştırmaya çalışanlara asla izin vermiyorlar. Herkes herkesi kabul etmiş ve hak arayışını almış durumda.Bunun dışında dün ilk defa gençlik kollarından kişilerin konuşması güzel bir adımdı; yani siyasetçilerin sürekli olarak kendi reklamlarını yapmalarını istememeleri ve sürekli olarak aynı siyasetçilerin konuşmasını istememeleri [güzel bir adımdı.] Üne ve statüye bakılmaksızın, eylemlere dahil olacak herkesin ününü ve statüsünü bırakarak eylemlere dahil olmasını talep ediyorlar. Mesela Sunay Akın bir televizyon kanalına röportaj vermeye çalışırken ‘Biz ünlüler, sanatçılar olarak,’ falan gibi [ifadeler kullandı ve] gençler mikrofonu direkt elinden aldı ve ‘Biz gençlik olarak buradayız, buraya bizi çekmeye geleceksiniz, ünlüleri çekmeye gelmeyeceksiniz!’ diye tepki gösterdiler. Dün alanda Sunay Akın şiir okumaya çalıştığında aralıksız yuhaladılar. [Gençler] polisin orantısız gücüne karşı çok güzel örgütleniyorlar. Kimseyi arkada bırakmamaya çalışıyorlar. Bir kişi yakalandığı an hep beraber gidip o kişiyi kurtarıyorlar. Dün, mesela, alanda çok acil revir kuruldu, insanlar birbirleriyle dayanışma içerisinde çok güzel örgütleniyorlar. Bunun dışında yüz kapama örgütlemesini de gerçekten tebrik ediyorum. Çünkü alanda bir tane bile yüzü açık öğrenci görmedim.Gerçekten hepsiyle gurur duyuyorum. Çok güzel ders veriyorlar, istediklerini çok güzel anlatıyorlar. Bir de, bence, bu eylemlerin artık Gezi ile kıyaslanmaması gerekiyor… Şu anda gerçekten bitmiş ve bıkmış bir gençlik var ve ne istediğini bilen bir gençlik var.”
Günlerdir süren sohbetimize yarın da devam edeceğiz. Siz bu satırları okuduğunuzda, Ankara üniversitelerindeki gençlerle Solfasol TV sosyal medyasındaki buluşmamız henüz yayınlanmış olacak. Ben bu satırları programdan önce yazsam da sizler programdan sonra okuyacaksınız. Gençler konuşacak, anlatacak, öğretecek; bizler de ne istediklerini, neden sokakta olduklarını öğreneceğiz; daha doğrusu siz bu satırları okuduğunuzda öğrenmiş olacağız.
Programa konuk olarak gelen, canlı bağlantılara katılan, sosyal medya hesapları üzerinden düşüncelerini, eleştirilerini, sorularını ileten, Ankara’daki üniversitelerde okuyan pırıl pırıl dostlarımın bana öğrettiklerini, program ile ilgili izlenimlerimi de sizlerle paylaşacağım. Unutmadan, içinden geçtiğimiz sürecin yeni çözüm sürecine etkileri üzerine de konuşmamız gerekiyor; bu da bir başka sohbetin konusu olsun.
Keyifli günler…
Yorumlar (0)