Zaman kavramını daha iyi bilenler, benim gibi seksenine gelmiş moruklardır. Ama moruktan moruğa fark vardır: Şu dünyaya boş vagon gibi gelip boş vagon gibi gidecek olan bir moruk, geçmişinişöyle bir gözden geçirdiğinde, zamanı nasıl boşa harcadığını bilir mi acaba? İşişten geçmiş olduğu için, bu niteliksiz moruklar, “Bak biz neler de neler yaşadık” rolünü oynar. Oynasınlar bakalım, yeter ki “bilge kişi” numarası yapmasınlar. Çünkü zaman içinde uzun yol almak, yani görece olarak uzun yaşamak, kişiyi bilge yapmaz. Esas olan, insanın doğru yolda yoğun yaşaması, tarihin ileri insanlıktan yana yükselen o koca kültür piramidine bir taş da kendisinin koymuş olmasıdır. Böyle yapmayıp da hayatı oluruna bırakan üfürükten adamlar, aslında gerçeği bilir, ama bilmez numarası yapar: Zamanı bir sinema şeridi gibi geriye sarıp yeniden yaşamak olanağı yoktur.
Geçmiş ola moruk kardeşim, geçmiş ola!
Peki, günümüzde gençler ne düşünüyor zaman konusunda? “Zaman” denen boyut, pek umurunda değildir gençlerin. Değerini bilmezler. “Önümde daha çok zaman var!” diye düşünürler. Var tabii, çok zaman var! Bütün sorun, zamanı doğru değerlendirmekte… Delikanlım, akıllı kızım, bir düşün: Binlerce yıllık kültür tarihi piramidini gücün yettiği oranda, kendi çapında, az buçuk yükseltebiliyor musun? Doğrusu, bunun için bireyin iyi niyeti yetmez; bunun için, toplumsal rüzgârların da ileri doğrultuda esmesi gelir. Gençlerimizin, “o taşı alıp piramide eklemesi” için, zamanın uygun koşullarının bulunması gerekir: “Ne bir gün erken ne de bir gün geç!” İşte bu bilinci gençlere sezdiremezsek ve gençlerimiz bu eylemi süreç içinde temel bir yaşam görevine dönüştüremezse ne işe yarar eğitim? Yurdumuzdaki eklemlenmiş 4+4+4’lü numaralarla nereye gider eğitsel zaman?
Boşa gider.
Konuyu değiştirerek “müzik sanatında zaman boyutu”na geliyorum… Bağışlayın, bu manevrayı yapmak zorundayım. Çünkü “zaman” kavramı, insanın biraz tanıdığı bir alanda, yakınlık duyduğu bir konuda ele alınmalı düşüncesindeyim. Devinimin işitilir olmadığı sanat dallarında “zaman”dan söz açmak yanlış geliyor bana. Zaman boyutunu içeren sanat dalı müziktir. Çünkü müziğin gereci olan ses, devinimin ürünüdür, devinen bir cisim titreşir ve ses dalgaları oluşturur. Ses dalgaları, sesi ileten ortamlarda değişik hızlarda yol alır. Bunları biliyor olabilirsiniz, ama yine de yazacağım: Sesin havadaki hızı saniyede yaklaşık 340 metredir. Bu hız, deniz suyunda yaklaşık 1500 metreye, çelikte 5000 metreye ulaşır. Sesin varlığından söz açabilmek için, titreşimle oluşan bu fizik olgusunun iletken bir ortamda bize ulaşması ve beyindeki işitme merkezinde değerlendirilmesi gerekir. Eğer bu üç öğeden biri olmazsa, yani “ses kaynağı, iletken ortam ve kulak/ beyin”den biri bulunmuyorsa, “ses”ten söz açılamaz.
Şimdi de müzik sanatındaki “zaman” boyutuna gelelim:
Ritim, müziğin hareketini, dolayısıyla karakterini belirler. Zamanın belli bir süre içinde parçacıklara bölünmesinden kaynaklanan ritmik hareket, bir düzen oluşturacak şekilde birbirini izler. Ritmin doğması için en az iki sesin art arda gelmesi ve o iki sesten birinin vurgulanması gerekir. “Ritim” kavramını, “tempo” ya da “ölçü” gibi öteki müzik terimleriyle karıştırmamalı. “Tempo”, bir müzik parçasının hız derecesini belirler: Ağır tempo, orta tempo, hızlı tempo gibi. “Ölçü” terimi ise eserde yer alan birbirine eşit “zaman birimleri”dir. Ölçüler, nota üzerinde “ölçü çizgileri” ile birbirinden ayrılır.
“Zaman” boyutunun müzik sanatında ne gibi “olmazsa olmaz” bir işlev gördüğünü, bu konuda yeterince bilgisi olmayanlara başka nasıl anlatabilirim? Seslendirilen bir müzik eseri, insanoğluyla iletişiminde belirli bir süreyi, zamanı kapsar. Bildiğiniz gibi, CD’lerde eserlerin, ya da eser içindeki bölümlerin süresi, dakikası ve saniyesiyle belirtiliyor. Ama asıl değerli olan, müziğin sürükleyici tarafıdır. Sevilen bir müzik eserinin süresini kim umursar?
İşte geldik sadede: Bir sanat alanı olarak müzik, “zaman” boyutunu içerdiği halde, eserin süresini umursayan pek çıkmaz. Çünkü asıl önemlisi, “insan” olarak yaratıda zamanı iyi değerlendirmektir.
Yorumlar (0)