Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

10 Ekim Ankara Katliamının 3. Yılında BELLEK, YÜZLEŞME, İYİLEŞME

10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği, katliamın 3. yılını anmak amacıyla 6 Ekim Cumartesi günü Tüm Bel-Sen’de bir etkinlik düzenlemiş. Etkinliğin iki bileşeni var: Bir Panel, bir Atölye Çalışması. Ardından AST sahnesinde bir de dinleti tertiplemişler. Biz de katıldık.

10 Ekim Ankara Katliamının 3. Yılında BELLEK, YÜZLEŞME, İYİLEŞME

İlk bileşen, akademik bir toplantı. Mithat Sancar, Gökçer Tahincioğlu, Banu Yılmaz ve Kardelen Işık’ın yer aldığı panel oturumda sunulan bildirileri dinledik. Sancar, 1648’teki Vestfalya Barış Antlaşmasından başlayarak, savaşlar, cuntalar, ırkçı rejimler sırasında işlenen insanlık suçlarının hesabının sorulması kültürünün izini sürdü. Yakın zamana kadar Milliyet gazetesinde “Yüzleşme” başlığı altındaki köşe yazıları ile bilinen Tahincioğlu, inkâr etmek, yas tutmak,
özür dilemek kavramları üzerinde durarak Türkiye’den örnekler verdi, hak aramanın ve iyileşmenin karşısına çıkan engelleri “duvar” metaforu ile betimledi. “Politik şiddet” ve “travma,” özellikle “insan eliyle yaratılan travma” konularına odaklanan Psikolog Yılmaz, yaşanan fiziksel şiddet yanı sıra, uzun süreye yayılan yapısal, kültürel şiddet ve travma sonrası etkiler üzerinde durdu. Son konuşmacı Işık ise, zengin görseller eşliğinde sunduğu “hafıza mekânları” çalışmasında, dünyadan çeşitli örneklere değinmekle birlikte Cape Town, Güney Afrika’da bulunan “şu anda olmayan bir yer” District Six Müzesine odaklandı. Özenle düzenlenen bu Panel oturumu dinleyenler 50 kişi kadardık. Acaba iyi duyurulmadı mı, keşke daha çok kişiye ulaşsaydı diye düşündüm. Akılcı, akademik.

Atölye Çalışması ise bambaşka bir şeydi. Katliamın tanıkları, eşini, kardeşini, dostunu, yoldaşını kaybedenler; tesadüfen hayatta kaldığı için kendini suçlu hissedenler; Barış Mitingini düzenleme komitesinde olduğu için kendisini ömür boyu borçlu hissedecek olanlar; aylarca, yıllarca tedavi görenler; anlamını, duygularını kaybedenler; öfkesi, kini daha da bilenenler; sakat, engelli kalanlar; ölümün sınırından dönenler; donup kalan, aradan geçen üç yıl sonra yeni yeni ağlamaya başlayabilenler; bir ay boyunca hafızası silinip hiçbir şey hatırlayamayanlar; cenazesini memleketine götüremeyenler ... Türk Tabipler Birliğinden gelen hekimler, Türk Psikologlar Derneğinden gelen terapistler, çeşitli kurumları temsil eden aktivistler, bağımsız akademikler, bir 30 kişi kadardık.

Atölye çalışması olmaktan çıkıp grup terapi seansına dönüşen toplantıda her birimiz kendimizce tepki gösterdik. Kimimiz konuşurken kendine zor hakim oldu, durdu, yutkundu; kimimiz dayanamadı, çıkıp gitti; kimimizin gözleri yaşardı, kimimiz iç çekerek ağladı. Ben toplantının sonunda darmadağın olmuş, katatonik hale gelmiştim. Kaskatı, ruhsuz, umutsuz. AST’taki dinleti sırasında da uyuşmuş, hissizleşmiştim. Dönüşte bindiğim belediye otobüsünde etrafıma boş boş baktım. Nereye gidiyoruz?

Üç yıldır süren, daha da süreceğe benzeyen hukuk ve sağıltım mücadelesi insanı düşündürüyor.
Bir yandan etkinlik boyunca sık sık hatırlatıldığı gibi, geçmişle hesaplaşmanın uzun süren, bazen bireylerin ömrünün yetmeyeceği, sabır gerektiren bir süreç olduğu bilgisi, öte yandan, “Geç gelen adalet adalet değildir” özlü sözümüz.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış