Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

1920-1930 arasında Ankara - 1

Birinci Meclis’in açılması Ankara’yı nasıl değiştirdi? sorusuyla yola çıkan Akın Atauz’un yazı dizisi, 1920 yılını takip eden 10 yıllık dönemde kentin geçirdiği toplumsal, ideolojik ve mekansal dönüşümleri ele alıyor.

1920-1930 arasında Ankara - 1

Yüz yıl sonra ilk meclis binasının bulunduğu yere, Ulus Meydanı’na ya da Zafer Anıtı’nın bulunduğu meydana bakıyoruz. Kent nasıl bir 100 yıl geçirmiş? Tam 23 Nisan günü, 1920’de Ankara nasıl bir yerdi, burada yaşayanların, geçmiş ve gelecekle ilgili nasıl bir tahayyülleri vardı ve 100 yıl sonra, kent, kentliler ve kentlilerin tahayyülleri, nereden nereye geldi? Birinci meclis, meclis fikriyle birlikte yeni gelen insanlar, Ankara’yı nasıl dönüştürdü?

Bu soruların yanıtlarının çoğu, çok büyük ölçüde, varsayımlara dayalı, öznel düşünceler veya bilimsel olarak geçerliği olabileceği iddia edilmeyecek varsayımlar olabilir. Yine de bilinenleri dikkate alarak kurulan hipotezlere dayanarak, belki bazı önermelerde fazlasıyla öznel yorumların sınırlarını zorladığımızı düşündürecek biçimde, meclisin Ankara için nasıl bir anlam taşıdığını ve dönüşümlerin odağına yerleştiği hakkında bir tartışma yürütebiliriz. Bu tartışmayı yürütürken Ankara için en kritik on yıl olduğu söylenebilecek 1920-1930 arasındaki dönem ele alınacaktır.

Ankara, başkent olarak seçilmiş bir yer mi?
Bu soruyu yanıtlayabilmek için meclis Ankara’ya taşınmadan önce kentin ne durumda olduğuna eğilmek gerekiyor. Bunun için de kenti içinde bulunduğu daha büyük coğrafya ve toplumsal koşullar bakımından da konumlandırmamız, ülkenin içinde bulunduğu büyük burgaca ve koşullara da eğilmek gerekecek. Bunun da ötesinde, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra meydana gelmiş değişimler ve dünya sistemindeki gelişmelerin temel belirleyicileri, Ankara’yı da dolaylı olarak etkilemekte ve yakın geleceğindeki etkisi daha da radikal olacaktır.

Dolayısıyla soruna üç düzeyde birden eğilmek gerekmekte: Dünyanın değişiminin genel doğrultuları ve nitelikleri, ülkedeki politik- ekonomik ve toplumsal burgaç ve kentin (o sırada tam olarak bir kasabaya dönüşmüş olsa da Ankara’yı kent olarak kabul etmek gerekir) içinde bulunduğu moment, bu momentin gelişmesiyle ortaya çıkan yeni durumun kenti dönüştürmesi ya da dönüşüme zorlaması...

Birinci Dünya Savaşı öncesi dünya, bilimin ve insanlığın, uygarlığın ve sanatın büyük bir gelişme ve ivme içinde olduğu bir aşamadayken, tam “güzel çağ”ın (belle epoch) iyimser beklentiler yarattığı bir dönemeçteyken, acımasız ve çok şiddetli, kitlesel savaşlar dizisi içine girmiş ve savaş sonuçları da, bunca yıkım ve insan kıyımına rağmen, birçok belirsizlik ve dengesizlikten başka bir şey getirmemişti.

Savaş sonrasında kentlerin bütünsel bir betimini yapmak olanaksız olduğundan sadece iki kavram üzerinde durulacaktır: Kentleri etkileyen teknolojilerin büyük bir hızla gelişmesi ve modern kavramının, düşünme ve yapma biçimlerinin bütününü, güçlü bir biçimde sarsan, gelenekseli ve klasik olanı yıkan ve tabii ki kent mekanlarını ve kentsel yaşamı da alt-üst eden gücü.

Dünya kentlerinde modernleşme ve teknolojik gelişmeler 

Batı dünyasının birçok kentini, o zamana kadar içinde bulundukları gelişmeden farklı yaşamlar ortaya çıkartacak biçimde dönüştüren modernleşme, kuşkusuz, 1900’lü yılların başında Ankara bakımından belirleyici olmamakla beraber kısmen etkileyicidir. 1890’lı yıllarda, demiryolu batıdan Ankara’ya ulaşmış, Ankara’da bir istasyon oluşmuş, telgraf kullanılmaya başlanmış ve kentsel altyapı teknolojileri (özellikle Vali Abidin Paşa döneminde) atılım sayılabilecek bir hızla geliştirilmiştir.

Devlet yönetimindeki modernleşmenin, taşraya yansıyan kadarı ile bürokratik (sivil ve askeri) reform, eğitim sisteminin biraz toparlanmaya başlaması (Ankara İdadisi), ilk bankalar, kredi sistemleri ve çiftçi örgütlenmesi, özellikle iktidardaki İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) “modernleşme” konusundaki çok ihtiraslı ve sabırsız programlarının, Ankara’ya yansımaya başlaması, ilk örnekler olarak düşünülebilir. Türk milliyetçiliğinin gelişmeye başlaması ve özellikle genç kuşakların hızla dönüştürülmesi için, eğitim programına eklenen milliyetçi militarist gençlik örgütlenmeleri ve sporun, hem modernin, hem de milliyetçi militer örgütlenmenin bir parçası olarak Ankara’yla tanışması vb. gibi gelişmeler, artık Ankara’nın uzun “geleneksel” kent yaşamını sarsmaktadır.

Kaybedilmiş savaş ve yenilmiş olanları ezen barış anlaşması Osmanlı İmparatorluğu, iki Balkan Savaşı ve arkasından gelen Birinci Dünya Savaşı nedeniyle yoksullaşmıştır. Gelişmiş olmayan askeri donanımıyla savaşmış ve kaybetmiştir. Zaten dünyadaki ekonomik ve teknolojik gelişmelerin dışında kaldığı için, en azından bir yüzyıldır, yoksullaşmakta ve kaybetmektedir. Bu olumsuz gidişi önlemek için, İmparatorluğun 19. yüzyılın başından beri geliştirmeye çalıştığı modernleşme programı, aksayarak ve düşük hızda ilerlemekte, sanayileşmeyle birlikte gelişmediği için de ekonomik olarak güçlü ve istikrarlı bir kalkınma sağlayamamaktadır. Belki Osmanlı’nın, 19. yüzyıl boyunca, her bakımdan, gelenek ve modern arasında sürekli olarak karşılaşmalar-çatışmalar, belirsizlikler ve gelişmelerin (modernin) götüreceği yer bakımından kuşkuların egemenliğinden dolayı, hiçbir yere gitmeyen bir dansı tekrarladığı söylenebilir?

Ancak ülke, 1920’lere geldiğinde, bütün kaynaklarını savaşta harcamış ve ekonomik bakımdan çok yoksullaşmıştır. Üretim teknolojilerini, bazı büyük kentlerindeki sınırlı sanayi kapasiteleri dışında, geliştirememiştir. Tarımda da genel olarak, neolitikten beri aynı teknolojiyle üretim yapmaktadır. Politik ve askeri olarak bozguna uğramıştır. Osmanlı İmparatorluğunun, diğer imparatorluklar gibi, üzerinde geliştiği çok kültürlü yapı, 19. yüzyılın sonlarında, İmparatorluğun bütün milletlerinde gelişen milliyetçiliklerle çökmüş ve Türk milliyetçiliği de İTC döneminde, savaş sırasında, çok zalim bir soykırımla, bu toplumsal yapıyı bütünüyle yok etmiştir.

Aslında soykırım, tarımda-sanayide ve hizmetlerde, göreli olarak ileri teknolojileri kullanarak üretim yapan Hristiyan Osmanlı yurttaşlarını yok ettiği için, ekonomik olarak, ülkenin kalan bölümü de, büyük bir yokluk ve yoksulluk içine düşmüştür. Üretim ve ticaret ağları bütünüyle yok olmamışsa da, giderek daralmış ve yerelleşmiştir. Buna karşılık ülkesel ölçekte, dağılmamış ve göreli olarak en örgütlü kalan tek kapasite, askeri ve sivil bürokrasidir. Ordunun alt düzeyleri dağıtılmış olsa da, savaş deneyimi de kazanmış olan üst düzeyler, örgütlülüğünü korumakta ve geliştirmektedir.

Ankara (kasabası ya da kenti)

Ankara’daki büyük dönüşümün meclisin 1920’de açılmasıyla gerçekleşmeye başladığı söylenebilir. Ancak bütün dönüşümlerin, 23 Nisan günü başladığı söylenemez. Bu metin sadece 1920’li yıllarla ilgili ancak önceki dönemde çeşitli aşamalarda gerçekleşmiş diğer değişimler de dikkate alınmalıdır.

Böyle bakıldığında, Ankara’nın bu müthiş dönüşümün nedeninin, sadece dış faktörlere bağlı ya da şans/bir olasılığın gerçekleşmesiymiş gibi düşünülebilir. Belki bu büyük ölçüde doğrudur, ancak bundan ibaret değildir. Ankara’nın sahip olduğu bu büyük gelişimde, olasılıkların ve Ankara’nın özelliklerin bütünüyle dışındaki dışsal ögelerin, büyük bir payı bulunabilir. Bununla birlikte, Ankara’nın bu şansı yakalayabilmek için eylemli çabasının ve bu olasılığın elde edilmesiyle ortaya çıkan durumun avantajlarını kullanmadaki becerisinin de, payı vardır. Dış faktörleri değerlendirebilmek için, koşullara ve nesnel duruma bakmak gerekecektir.

Küçülmüş ve Anadolu’ya indirgenmiş olan Osmanlı ülkesinin yerleşim yerlerinden biri olarak Ankara, Anadolu coğrafyası içindeki konumu nedeniyle, tarihin bütün dönemlerinde stratejik bir önem taşımıştır. Ankara’nın ekonomik ve toplumsal gelişme düzeyinden bağımsız olarak, stratejik konumu, Anadolu coğrafyasının hem doğusuna, hem de batısına yakın olmasını sağlamakta ve bu bağlantıyı sağlayan yolların üzerinde bulunmaktadır. Aynı avantajı, Anadolu’nun kuzeyi ve güneyi bakımından da, taşımaktadır. Başka bir deyişle Ankara, Akdeniz ve Karadeniz bağlantı yolu ile Ege-Marmara ve Doğu- Güneydoğu Anadolu bağlantı yollarının kesiştiği noktadadır. Belki de Ankara'nın Anadolu coğrafyasında, doğu-batı ve kuzey-güney eksenlerinin kesiştiği önemli noktalardan biri olduğu söylenebilir.

Bu coğrafi konum, yani hem Anadolu’nun kıyılarına kadar erişilebilirlik, hem de toplama ve dağıtma sağlayan bir kavşak olması, Ankara’ya stratejik bir avantaj sağlamaktadır. Avantaj, hem askeri bakımdan, hem de ekonomik (ticari) ve toplumsal bakımdan söz konusudur. Ancak bu avantajın, bir liman kentinin stratejik öneminden farklı nitelikte olduğu, belirtilmelidir. Bu, Anadolu yarımadası coğrafyasına göreli, denizlerden ve denizlerin sağladığı hemen erişilebilirlik ve bağlayıcılık işlevinden farklı ve dolaylı, ama 1920’ler teknolojisine göre askeri açıdan daha korunaklı- güvenilir bir toplayıcı-dağıtıcı merkez özelliğidir.

İstanbul’un payitaht olmasıyla ilgili soru işaretleri
İstanbul’un, Adriyatik’ten başlayan bütün Rumeli topraklarını kaybetmesi ve batı sınırının Edirne’den başlaması nedeniyle küçülmüş Osmanlı coğrafyası içinde merkezi olma özelliğini (I. Dünya Savaşı ve Sevr Anlaşmasıyla) kaybettiği dönemde, başkent için yeni bir yer arayışı dile getirilmeye başlamıştır. Bu sorunu daha 1897’de, basılı olarak gündeme getiren Alman generali von der Goltz/Goltz Paşa’dır (Şimşir 2006,57). Bu tartışmaya göre, Anadolu’da daha merkezi bir yer, başkent için daha uygun olacaktır. Bu tartışmanın başlamasıyla birlikte, Ankara’nın konumunun giderek yeni bir anlam kazandığı söylenebilir.

Başlangıçta, sadece Anadolu’da merkezi bir yere işaret edilmiş, daha sonra bu yer, Sivas-Kayseri- Ankara üçgeni olarak daraltılmıştır. Henüz Ankara ile ilgili belirli bir düşünce yoktur. 1919 ilkbaharından başlayarak Mustafa Kemal’in, Anadolu’da direnişi örgütlemek için arayışlara girişmesi Erzurum ve Sivas’ta toplanan Kongreler ve kongre yerleri, güzergah üzerinde uğranan diğer yerleşimler, bir anlamda, karşı çıkışın veya imzalanmış barış anlaşmasına karşı mücadele merkezinin arayışı olarak düşünülebilir. Merkezin neresi olacağıyla ilgili tartışmalar, defalarca yapılmış, ama kesinleştirilmemiştir. Bu arayış, Mustafa Kemal Ankara’ya geldiğinde de, sonlanmış değildir. Ankara’da bulunduğu sıradaki gelişmeler, “Heyeti Temsiliye” ve yeni meclisin yerleri bakımından belirleyici olmuştur. Bununla birlikte, başkentin yeri ile ilgili tartışma, Ankara’da da devam etmektedir.

Mustafa Kemal Ankara’ya geldikten sonra, ilk ay içinde, 12 Ocak 1920’de Meclisi Mebusan İstanbul’da toplandı. Yeni meclisin İstanbul’da toplanmasıyla, ülkedeki yasama ve yürütme işleri için, Heyeti Temsiliye ya da başka bir örgütlenmenin artık gereği kalmadığı söylenmeye başlandı. Oysa meclisin İstanbul gibi, baskılara açık bir kentte toplanmasının sakıncaları üzerinde, yoğun tartışmalar yürütülmüştü ve bu meclisin bağımsızı ve özgür olamayacağı, meclisin, Anadolu’da bir yerde toplanması gereği, oldukça güçlü bir biçimde dile getirilmişti.

Heyeti Temsiliye, Ankara’da bulunun Mustafa Kemal’in başkanlığındaydı ve Ankara’da bulunan da sadece oydu. Bu nedenle Ankara, eylemli olarak, Heyeti Temsiliye’nin bulunduğu yer, merkezi konumunu kazanmıştı. Ancak bu sadece, defacto bir durumdu. Meclis, 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali ve bazı milletvekillerinin tutuklanması üzerine dağıldı. Meclis tarafından kurulan hükümet İstanbul’da kaldı ama milletvekilleri, Heyeti Temsiliye’nin çağrısı üzerine, Ankara’ya gelmeye başladılar.

Mustafa Kemal, büyük bir hızla, yaklaşık bir ay içinde hem seçimlerin yenilenmesini içeren hem de İstanbul’daki Meclisi Mebusan’ın üyelerini çağıran ve hepsinin Ankara’da 23 Nisan’da toplanarak meclis çalışmalarını, yani bir anlamda, toplumun kendi kaderini kendisinin belirlenmesini sağlayacak yeni bir karar ve uygulama mekanizmasın Ankara’da işlemeye başlaması düşüncesini somutlaştıran, bir çağrı yaptı. Gerçekte bu çok çevik davranış, bir dağılma değil, bir toplanma etkisi yarattı ve Ankara, bu çok kapsamlı ve coşkulu-heyecanlı ve bilinmezlikler/belirsizlikler dolu serüvenci arayışın, yerleşim merkezi oldu. Bu da defacto bir oluşumdu.

Ankara’nın kaderini belirleyen temel “dışsal öge”nin ya da Ankara’nın “şansını” değiştiren büyük olayın şu olduğu söylenebilir: İstanbul’da toplanması zaten çok sakıncalı olan meclisin, işgal üzerine çalışamaz hale gelmesi ve hızla yeni bir yer belirlenmesi zorunluluğu. Ankara’nın da 1920’ler ulaşım ve savaş teknolojileri açısından en önemli özelliği, güç erişilebilir/etkilenebilir bir yer olmasıdır.

Bu yazının devamı Haziranda yayımlanacaktır.

Yazar Akın Atauz

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış