Ankara’nın 1920’lerde yaptığı yeni başlangıcı, hepsi de daha çok irdelenmeye ve sağlam desteklerle açıklamaya muhtaç olan birkaç tez çerçevesinde, özetle, aşağıdaki gibi görebiliriz.
Birinci tez
Ankara'nın başkent olması, kentin geleceğini çok radikal bir biçimde değiştirdi, ama başkentlik kararı, Ankara bakımından önemli ölçüde "dışsal" bir karar sayılabilir. Bununla birlikte kentin kendi nitelikleri ve özellikleri de, bunda (kısmen) rol oynadı.
İkinci tez
İstanbul'un tekrar başkent olamaması, yakın ve denizlerden gelebilecek yabancı/ İngiliz donanması tehdidine açık olmasından çok, İstanbul'un geçmiş Osmanlı uygarlığını/ mirasını ve geleneğini, çok yoğun ve derin bir biçimde barındırması ve yansıtmasıydı. Oysa Ankara, bir "tabula-rasa" sayılabilirdi. Hiçbir şey yoktu ve avantajı da, hiçbir şeyi olmayan, yoksul bir yangın yeri olmasıydı. Çünkü orada gerçekleşecek her uygulama, Cumhuriyet'e ait olacaktı ve onun nasıl bir ülke kurmak istediğini, kısaca, onun gelenekten tam olarak koparak, yeni ve daha önce hiç yaşanmamış bir toplum ve mekansal bütünlük kurmak istediğini, tutarlılık içinde (geleceği temsil edebilecek bir model olarak) göstermeye çok elverişli olmasıydı.
Üçüncü tez
Ankara'da gelişen modernitenin nitelikleri - Sınıfsal özellikleri olan bir moderniteydi ve kent, bazı sınıflar için "modern" olurken, - Yoksul olan sınıflar, bu modernitenin içinde yer alamadı. - Bu modernite, kendi içinde farklı aşamalar ve biçimler deneyimlemiş de olsa, "eril" bir moderniteydi ve sadece erkeklerin karar verdikleri ve uyguladıkları, kadınların ise tamamen dışarıda kaldıkları karar ortamlarında kurgulanmış ve oluşturmuştu. - Bu modernite, ayrıca, milliyetçi bir modernite idi. "Modern" kavramında yer alan evrensellik ve bütün dünya ile aynı çatı altında bütünleşmek ile milliyetçilik yaklaşımları arasındaki tartışma ve çatışma, daha sonraki dönemlerde de sürdü ve evrensellik, genellikle (olumlu veya olumsuz) Batıcılık/ Avrupalılık olarak algılandı. - Modernite, kendi öncesiyle, yani gelenek ve Osmanlı klasiğiyle, ilk yıllardaki bazı kararsızlık ve belirsizlik yılları dışında, genellikle zıtlık içinde oldu. Bu genellikle tavizsiz, zorlayıcı, otoriter ve sert bir mücadeleydi ve bazı durumlarda, "modern" şiddete dayalı olarak kabul ettiriliyordu. Ancak seçtiği modernitenin ve modernin araçları iyi kullanılması, hızla elle tutulur ve pozitif sonuçlar elde etmesi, yoksulluğu ortadan kaldırmasa bile, kalkınmacı bir devlet modelinin, o dönem için olabilecek en yüksek hızla ve standartla, çözümler sağlayabileceğini göstermesini ve kanıtlamasını sağladı.
Dördüncü tez
Ankara, alışılmışın sürdürülmesiyle yetinmeyen insanların ve "devrimci değişimlerin gelişmesini" arayan insanların kenti olmalıydı. Kent, elverişsiz olsa da, konferanslar, kongreler ve tartışmalar için yapılmış düzenlemeler, sivil toplum içinde arayışları ve fikir tartışmalarının yapılacağı mekanların yavaş yavaş gelişmesine doğru, aşağıdan yukarı, yakıcı bir talep oluşturmalıydı, ama bu olmadı. Bütün bu değişikliklerin hızla gerçekleşebilmesi için, başlangıçtaki (1920) demokratik tutum giderek sönümlendi. Başlangıçta, toplumsal rızanın önemsendiğinin ve gerçek olduğunun görülmesi ve kabul edilmesi gerekiyordu. Meclis bunun için gerekiyordu. Ortak olarak önemsenen savaş ve askercil başarılar arttıkça, toplumsal rızayı elde etme arayışı azaldı, ters yönlerde gelişti. Meclisin, tartışmacı yapısını giderek sönümlendi.
Beşinci tez
Kalkınmayı ülke çapında sağlamak zor ve zaman alıcı olabilirdi, ama bunu göstermek için, Ankara kenti, "modernin vitrini" olarak kullanılabilir ve bu gösterim, iknayı sağlayabilirdi. Bu nedenle Ankara daha 1925'te, Lörcher planıyla, disiplinli bir biçimde, planlama düşüncesine yöneldi. Ama belediye, planı disiplin içinde uygulamayı başaramadı. Daha güçlü biçimde denetlenecek, yeni bir başlangıç olarak, Jansen'e yönelindi. Bunlar, kamu yönetiminin ve modernin, sert karar dönemeçleriydi.
Altıncı tez
Kentsel mekanın mimari ölçeklerde oluşmasında da, salt/pür modernin bütün özelliklerine, ihtiyaç vardı. Basit, fabrika estetiği içinde, hızla üretilebilir, bütün süslemecilik ve gereksiz (genellikle de geleneği/ geçmişi çağrıştıran kubbe kemer, saçak, vb. gibi) ayrıntıları eleyerek, düşük maliyetle, işlevsel gereksinimi karşılayacak ve devletin gücünü de oldukça ikna edici (ama abartılmamış) ölçeklerde karşılayacak bir mekan kurgusu isteniyordu. Milliyetçilik ise, bu modernin içine girmeye çalıştıkça, ister-istemez geleneğe bağlanıyordu, bu nedenle Ankara'nın biçimlenmesinde etkili olamadı. Beşinci ve altıncı tezler, somut olarak Ankara'ya nasıl yansıdıkları ve modern Ankara'nın mekanını ve kent dokusunu nasıl oluşturdukları bakımından, daha algılanabilir ölçeklerde irdelenirse, açık bir biçimde doğrulanabilecektir. Bu dokuyu ayrıntılı bir biçimde görebilmek için bir tablo geliştirilmiştir. Ancak bu tablo, Solfasol'ün bir sonraki sayısında yer alacaktır. Tablonun aynı zamanda, modernitenin nitelikleri ve yeni rejimin otoriter ve eril karakterini, sivil toplumun kendi geleceğiyle ilgili politika/ tartışma yapabilme olanaklarıyla ilgili tezleri destekleyebileceği ve Ankara kentsel mekanında somut olarak doğrulayabileceği düşünülmektedir.
Son sözler
Ankara'nın modernleşmesinden kamusal bir yarar oluşmuştur. Kent, hızla ama kaotik biçimde büyümekte olduğu bir dönemde, çok ihtiyacı olan planlı bir gelecek öngörüsü elde etti ve bunu kısmen uygulayarak kentin düzgün gelişmesini, büyük ölçüde elde etti. 1920-1930 arasında kurulmaya başlayan yeni Ankara'nın inşası, sert ve seçkinci eril modernite anlayışının ve spekülatif rant arayışlarının özelliklerini, niteliğini/ yüzünü yansıtan (1950'lere kadar oldukça kibirli) bir kent yarattı. Melih Gökçek döneminde ise, moderne karşı post-modern rövanşizm, en dramatik örneklerini, çok kaba ve karmaşa içinde, yıkıcı bir biçimde geliştirdi. Gelecek sayı, Ankara'yı, ileri sürülen tezleri bakımından daha ayrıntılı inceleyebilmek ve sınamak bakımından yardımcı olabilecek bir çizelge ve ek tartışmayla birlikte, 1920-1930 arasında Ankara yazı dizisi sonlanmış olacaktır.
Foto kaynak: Aslanoğlu İnci, Erken Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı 1923-1938, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları 2001, Ankara
Bu yazının üçüncü bölümü Temmuz sayısında yayımlanacaktır.
Yorumlar (0)