Durum ve kuş bakışı uçuş
Yerel yönetim seçimlerinin sonuçlarının ne anlama geldiği ve bundan sonraki uygulamalar için ne tür sonuçlar çıkartılabileceği üzerine çeşitli açılardan tartışmalar yapıldı ve tartışma devam ediyor. Bu soruların önemini küçümsemeden, daha sonrası için, program uygulamaları ve politikanın pratikte yürütülmesi sorunlarını bir üst düzeyde düşünmeye başladığımızda, daha teorik sorunlarla karşılaşıyoruz.
Bunların içinde belki de en önemlisi, yerel yönetimin demokratik işleyişin, eylemli olarak katılımcı niteliklerinin geliştirilebilmesi için, bu alandaki toplumsal talebin hem artması, hem de içerik olarak gelişmesi ve yeniliklerle yeni ve buluşçu katkılarla zenginleştirilmesi gereği... Kısaca, yerel politika yapma biçiminin partilerden ve resmi örgütsel kanatlardan gelmesindeki içtenliğin artmasının yanı sıra, örgütlü veya örgütsüz hemşeri tabanından doğru, kamusal yararı koruma ve artırma bakımından girişimci bir istekliliğin yükselmesi beklentisi olduğu söylenebilir. Ancak bunlar hiç de kolay değil.
Bu zorlukların birçok nedenin sayabiliriz; ancak her şeyden önce katılımcı bir demokrasiyi talep eden az veya gevşek örgütlü ya da örgütsüz hemşerilerin ne istedikleri biliyor olması/ yakın örnekleri deneyimlemiş olması vb. yaşamsal önemdedir. Ama ne yazık ki ülkemiz, kentsel toplumsal hareketler bakımından fazla zengin değil. Öte yandan, bilgileri yazılı kaynaklardan da öğrenebiliriz ve bu da olağanüstü bir dünya deneyimiyle tanışmak anlamına gelir.
Ancak bu yerel uygulamaların ve evrensel kentli deneyimlerinin birlikte konuşulması ve harmanlanması için, kentlilerin bazen mahalleler/ semtler halinde veya bazen sorun alanları/ sektörler düzeyinde, konuları samimi bir heyecanla tartışmaya başlaması gerekiyor. Belediyeler ve resmi/ yasal örgütler, politikalarını ne kadar bu yöne doğrultur ve olanaklarını ne kadar bu doğrultuda düzenlerlelerse, bu o kadar iyidir elbette. Ama toplumun kendi için, kendi kentinin sorunları için örgütlenmesini, resmi örgütlerden beklemek hem o örgütlere haksızlıktır, hem de, çabadaki temelin baştan yanlış olmasına neden olacaktır.
Katılımcı demokrasiyi var eden kanatlardan biri olan demosun, kendi çıkarlarını ve taleplerini öne sürer ve bunları savunur, gerçekleşmesi için mücadeleyi göze alırken, kendi kimliğinin gerektirdiği güce ve öz güvene sahip olması gerekir. Özgür bir tartışma alanını kamusal olarak yaratabilmek için kentli haklarını savunan kentliler, yani bu talebi (merkezi yönetime de yerel yönetime de karşı) yükselten sivil toplum, artık bağımsız ve özgür kentsel bir güç yaratmak zorundadır.
Bu nedenle, ne kaynaklar, ne de örgütlenme kolaylıkları bakımından, talebini ileteceği tartışacağı kurumların yardımıyla/ desteğiyle meydana gelmiş olamazlar ve bir anlamda, gücüyle bu (merkezi-yerel) resmi yapıları dengelemesi gereken sivil toplum varlıkları, bağımsızlıktan vaz geçemezler. Bu nedenle de çok çalışkan, çok özverili olmanın yanı sıra, kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak gücü ve enerjiyi kendisi yaratabilecek bir konumda olmalıdır.
Bunun da, Türkiye gibi genel olarak ve özellikle son çeyrek yüzyılda, ölü toprağının altında kalmış kentli kitleler için, hem ne kadar güç ve imkansız, hem de ne kadar kolay ve kaçınılmaz olduğunu kolayca görebiliriz. Birçok bakımdan, neredeyse “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi kalmamış” konumdadır. Ancak bu durumdan elbette, otomatik ve hızlı bir sonuç çıkmaz. İçinde bulunulan durum ve yapılabileceklerin yarıçapı, her grup-konu ve her an için, değişiktir; yeniden oluşabilecek bir ergime noktasındadır.
Yapılabilecekleri yapma biçimlerine hazırlık
Kent sivil toplumunun, kendisi için/ kentin en öncelikli ve en yaşamsal kamusal yararlarının politik olarak somutlaşabilmesi ve bir anlamda gelecek kuşaklara karşı sorumlulukları için, haklarını merkezi ve yerel yapıları dengeleyecek bir güçle savunmak, onlarla birlikte çalışabilecek bir katılımcı demokrasiyi var edebilmek üzere, bir varlık oluşturması gerekecektir. Bu varlık, elbette bir örgütlenme olmakla birlikte, örgütlenme biçiminin resmi veya bilinen kalıplar içindeki bir örgütlenme olması da gerekmez. Ama çalışmalarını ve demokratik tartışmayı, açık ve herkesin gözleri önünde yürütmek ve geliştirmek ve hak taleplerini giderek çeşitli iktidarlara karşı güçlü bir seçenek olarak inşa edebilmek yeteneğini geliştirmiş bir “varlık” olabilmesi gerekir. Kendisi için örgütlenmiş, (en iyi örneği Gezi) ve kendi iletişim kanallarını geliştirmiş, kentin resmi olan ve olmayan sivil toplum örgütleriyle ve belki meslek odalarıyla birlikte kaynaklarını (çoğu dayanışmacı bir ağla) yaratabilen ve böylece önerilerini tartışarak olgunlaştırmış ve bunların gerçekleşebilmesi için resmi kanatlarla (merkezi ve yerel iktidarların organlarıyla) demokratik görüşmelere ve tartışmaya hazır bir varoluş…
Bu aşamaların hiç birinde çatışmacı/ antagonist bir tutuma gerek olmayacaktır. Çünkü zaten bu antagonizma, kamusal yarar için kullanılabilecek bütün enerjiyi soğuracak ve sonuçta, taraflardan hiç birinin gerçekten kazanabileceği hiçbir şey olmayacaktır. Barışçıl, yapıcı ve kamusal yararların artması/ çoğalmasıyla bütün tarafların rekabet içinde ama kazanımlarının olabileceği bir demokratik atmosfer için asıl başlatıcı kıvılcım, kentin tabanından/ sivil toplumundan doğru yaratılmış ve geliştirilmiş olacaktır.
Programının “sosyal demokrat” olduğunu utangaçça da olsa iddia eden metropol belediyelerine bakalım: İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e Adana’ya ve Bursa’ya… Bu listede yer alan yerel birimler çoğaltılabilir kolayca. Bu metropollerdeki temeldeki en ortak sorunların ne olduğunu kabaca tanımlayabilecek durumdayız:
• Sınıf sorunları/ eşitsizlikler: Derinleşmekte olan bir yoksullaşma, yoksullaştırıcı bir enflasyon ve gelir bölüşümündeki uçurumlaşma, borçlanma, çocuk yaştan çok yaşlılığa kadar çalışma zorunluluğuna karşı işsizlik,
• Ayrımcılıklar: Toplumsal cinsiyet başta olmak üzere, inanç, etnik kimlik vb. gibi pek çok nedenlerle giderek artan şiddet ve adalete/ hukuka güveni azalmış bir hemşeri topluluğu,
• Kamusal mal veya hizmet olması gereken pek çok kazanımın özelleşmiş olması ve eğitim ve sağlık başta olmakla üzere kentselkamusal hak kayıpları,
• Kentsel kamusal alanın daralması ve değerini kaybetmesi, bireyciliğin, pazar mekanizmasının/ rekabetin ve spekülatif rantın; kolektif/ kooperatif varoluşa, alturisme, dayanışmaya ve farklılıklar arasındaki harmoniye ve sosyal zenginleşmeye meydan okuması,
• Demografik dönüşümler, kentsel nüfus değişimleri/ülke içinde kentler arasında ve kır-kent arasında hareketlilik- göçler ve mültecilik sorunları, yaşlanma ve azalan doğurganlık oranları, değişen aile büyüklüğü ve yapısı, eğitim ve çalışmaya- istihdam umuduna ilişkin sorunlar,
• vb.
Kısaca sıraladığımız durumu/ sorunları düşüncemizin ön planında tutarak, sadece bir-kaç temel sorunu, her kentte/ metropoliten alanda ve onun bütün alt bölümlerde özgün olarak ele alarak tartışabilmek için, olası-seçenek çözümler üzerinde tartışmaların düzenlenmesini talep edebiliriz. Bu sorunlar üzerinde tartışarak kendi özgün alternatiflerini geliştirebilen bir örgütlenme öngörebiliriz. Böylece, kentlerdeki katılımcı demokrasiyi var edebilmek için aşağıdan yukarıya bir kamusal alanın örülmesini/ yaratılmasını sağlayabiliriz. Temel alanlar şöyle düşünülebilir:
• İklim değişikliği ve kentlerdeki ekolojik sorunlara karşı, hemen her kentin sahip olduğu “İklim Değişikliği Eylem Programlarının” (EYEP) uygulanması ve bu uygulamaların saydam, hesap verebilir, kamusal tartışmalara açık ve katılımcı süreçlerle zenginleştirilmiş bir biçimde uygulanabilmesi için yeni alternatiflerin geliştirilmesi, EYEP’lerin, katılımcı demokrasiyle zenginleştirilmesi ve böylece uygulamanın tabanda benimsenmesinin ve yaygınlaşmasının sağlanması,
• Barınma-konut sorunları. Özellikle deprem kuşaklarındaki yerleşmelerde kentsel yenilenme ve dönüşümler bakımından geliştirilebilecek yeni politika ve uygulama alternatifleri, kentsel arsa üretimi ve spekülatif ranta karşı kamuya dönen rant sistemleri, mülk ve kiralık konut üretimi, konut sunum biçimleri ve konut maliyetleri ve konut üretimine katım vb. gelişmelerinin düzenlenmesi,
• Kentlerdeki, özellikle ulaşım ve su kanalizasyon altyapılarının temel dönüşümlerle daha çok kamusal yarar ve ekolojik kazanım sağlayacak biçimde yeniden tartışılması/ tasarlanması, kamusal ulaşım işletmelerinin geliştirilmesi ve öngörülebilir bir süre içinde ücretsiz hale getirilmesi için gerekli finansal koşulların oluşturulması, bisiklet hariç, kentteki özel ulaşımın giderek gereksizleşmesine veya sadece gerçek bir gereksinimle ilişkili hale getirilmesi. Su israflarının önlenmesi ve temiz -içilebilir suyun bir kamu malı olarak ücretsiz/ düşük ücretli hale gelmesi,
• Başta yerel kimlikler olmak üzere erozyona uğrayan kentsel-kültürel süreçler ve kimliksizleşeme, kültürel süreçlerde sığlaşma ve kalıplaşma-yabancılaşma, çeşitliliğin ve yaratıcılığın azalması/ yok olmasına karşı, kentlerde folklorik ve popülist olandan, seçkinci sanat ve kültür etkinliklerine kadar çeşitli düzeylerde, bütün kültürel ve sanatsal etkinlikler için fırsat ve olanakların girişimlerin geliştirilmesi.
Bu yazı özet olarak, kentlerde tabandan doğru bir hareketlenmeyle canlanmış olan beklentilerin, sosyal-demokrat, katılımcı demokrasiyi geliştirme doğrultusunda, özgün deneyimlerle, bazıları ölümcül hale gelmiş sorunlara karşı bir arayışın örgütlenebileceği düşüncesine dayanıyor.
Solfasol, bu kentsel demokrasi arayışını kolaylaştırmak için yaratıcı birçok düzenleme geliştirebilir ve aşağıdan yukarı doğru bir katılım talebinin giderek somutlaşan özgün biçimlerinin belirmesine katkıda bulunabilir.
Önerinin en genel ve henüz ayrıntılandırılmamış durumu ve kuşbakışı görünümü ve kolektif bir çabayla yapılabilecekler, kent halkları/hemşerilerdemoslar tarafından ayrıntılandırılabilir ve somutlanabilir.
Yorumlar (0)