Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Ankara’da Geçmiş Zaman Eğlenceleri: “Barlar Tarihi”Ne Giriş…

Ankara’da Geçmiş Zaman Eğlenceleri: “Barlar Tarihi”Ne Giriş…

Geçtiğimiz ay, SolFaSol’de, Ankara’da başlayan müzik maceramın gelişimini anlatmış ve “eski45likler”in nasıl doğduğundan bahsetmiştim. Bu ay “dışa” açılıyorum: Ana hattımız, Ankara barları, konser salonları ve Ankara’nın müzik âlemine katkıları… Elbette bizzat yaşadıklarımı anlatacağım. Arada “geçmişe” dair bilgiler versem de yaşadığım dönemden uzaklaşmamayı planlıyorum.

Ankara’nın müzik âlemine katkısı büyük: 60’larda (“Ankaralı şarkıcı” olarak ünlenen) Alpay ve Tülây German, 70’lerde Selda ve Füsun Önal, 80’lerde Mazhar Alanson, sonrasında Özlem Tekin’den Pamela’ya pek çok şarkıcı ve Pilli Bebek’ten maNga’ya pek çok grup çıktı Ankara’dan. İsimler bu kadar değil elbet, ben ilk akla gelenleri seçtim.

60’lardan sonra Ankara’da gece hayatı üç ana hatta şekilleniyor: Meclis yöresindeki “Avrupaî” kulüpler, Ulus tarafındaki pavyonlar ve Gençlik Parkı içerisindeki gazinolar, çay bahçeleri… Büyük konserler, Kızılay’daki (şimdi yerinde kuyumcular çarşısı olan) Büyük Sinema’da ya da Bahçeli’deki (şimdi yerinde TRT stüdyosu olan) Arı Sineması’nda gerçekleşiyor. Arı Sineması’na yetişemedim ama Ankara’ya geldiğim yıllarda Arı Stüdyosu’nda Jethro Tull ve (Parliament Superband) eşliğinde Ray Charles – B. B. King konserlerini izledim. O yıllarda (yani 80’lerin sonunda) sıklıkla konser izlediğim bir başka mekân da bilhassa 70’lerde büyük konserlere sahne olan Atatürk Spor Salonu’ydu: Yeni Türkü, Barış Manço, Cem Karaca, MFÖ, Sezen Aksu, Nilüfer ve Kayahan’ı orada izlediğimi hatırlarım. 1989’un ilk günlerinde orada yapılacak bir Zülfü Livaneli konserinin, “su borularını tamir ediyoruz” gerekçesiyle iptal edildiğini ve Derya Sineması’na alındığını da hatırlıyorum. Livaneli’nin bıyığı, yeleği ve bağlamasıyla verdiği son “solcu” konserdi. Sonrasında yığınlara açıldı! Derya Sineması’nda, aynı yıllarda dinlediğim bir başka isim Ahmet Kaya’ydı. Onu hep Ankara’da dinledim. Ankara, bu yüzden, benim için biraz da Ahmet Kaya’dır.

Sinemaların konser verilebilecek kadar büyük olduğu yıllar bunlar. Kızılırmak bölünmemişti ve Ezginin Günlüğü, Yeni Türkü gibi gruplar sıklıkla orada konser verirdi. 1993’te, Fikret Kızılok’u, (o yıllarda kurduğumuz ve bilahare bir başka yazının konusu olacak Radyo Arkadaş adına) Kızılırmak’ta izlemiştim: Konserin tertemiz kaydı hâlâ elimdedir! 90’lardan söz ederken Yükseliş’i unutmamamız gerekir. ÖDP’nin kurulduğu, halka “arz” olduğu yerdir burası.

Meclis civarındaki “Avrupaî” kulüpler, bilhassa 80’lerde etkisini yitirdi. Selda’nın ağabeyleri Serter ve Sezer Bağcan’ın işlettiği kulüp, Alpay’ın ilk mekânı, İlhan Feyman’ın açtığı (ciddi caz performanslarına sahne olan) Feyman tarihe gömüldü. Bölge, Ulus’taki pavyonları aratır bir hal aldı. Ulus’u yazmaya gerek yok: Hep aynı şeyler oluyor, yıllardır! Ankara havaları eşliğinde göbek atma halinin, o “erkek” eğlencenin çıkış noktası.

Barlardan, bilhassa 90’lardaki kırılmayı yaratacak rock-barlardan söz ederek bitireyim yazıyı… 1988’de Ankara’ya geldiğimde gördüğüm ilk barlar A Bar ve Graffiti’ydi. A Bar’da Dr. Skull dinlerdik, Hacettepeli tıp öğrencilerinin kurduğu bu grup o dönem favorimizdi. Sonra ODTÜ’lü kızların kurduğu Volvox’u keşfettik, solistleri Şebnem değil ama klavyecileri Özlem bizi fena çarptı. Sonra Gece açıldı. Üniversitelilerin popüler mekânlarındandı. Nicky’s ve Roadhouse, şimdi Çankaya Güzel Sanatlar Merkezi olan binanın çaprazındaki metruk binada iki “ucuzcu” bardı. Manhattan ise Çevre Sokak’ta, iyi müzik dinleyebileceğimiz pahalı mekân. Bulutsuzluk Özlemi, Bülent Ortaçgil, Okay Temiz orada dinlediklerimiz… İlhan Erşahin’in Wax Poetic’le getirdiği melez kıza hayran olmuştuk ve adını bir kenara yazmıştık: Norah Jones! Halen var olan mekânlardan Tenedos’ta iyi caz dinlerdik, Blues ise güzel rock çalan bardı. İkincisinde hiç canlı müzik olmadı.

Gölge’nin açılması, pastanelerden ve av dükkânlarından müteşekkil SSK işhanını bir eğlence merkezi haline getirdi. Gölge, mekânın ilk sakini değildi ama dönüşüm onunla başladı. Yazıyı burada bitirmek gerek, zira uzatırsak taşacağız. SSK ve sonrası, başka bir yazının mevzuu olsun.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış