uzuncadır
göç almamış bir yüreğe benzer Ankara’da eylül
ve
doldur boşalt yaşanan hayatların
yılbaşısı gibidir
işte bu nedenle karşılanmalıdır
bildik bir şarkıyı
ilk defa söyler gibi
Yeşil sarıya olan aşkını, önce kırmızıya dönüşüp yanıp kavrularak ardından da yerlerde sürünerek anlatıyor. Belki de renkler yeryüzü ile dalga geçiyordur. Kim bilir var oluşun ve yok oluşun ince bir çizgide gidip geldiği bir med-cezirdir yaşadığımız. Hele Ankara’da! Sonbahar… Siyahı tutup tutup çekersiniz sabahı yakalamak için. Bir türlü yüzünüzü tırmalamaz güneş. Sitemkâr bir halde güne giyinirsiniz. Geceler uzarken, yaşamın uzun kollularını giymek zor gelir. Bildik o şarkının bazı sözlerini anımsamak gibi... Kapalı ayakkabı giymek, dolma gibi yünlü kıyafetlere sarılmak, çay ve simit ayinine salep ve süte boğulmuş kahveyi eklemek ağustos yüreğinizi yorar. Sonra, bozkırın hoyratlığına direnmeyi bırakırsınız. Orta Anadolu geleneği sabaha “darhane çorbası” ile başlar, memur ıslatan altında söve söve işe, okula, sevgiliyle buluşmaya ya da bilmem ne kuyruğunda sıraya takılıp hayattan pay kapma derdine düşersiniz. Öğleni geçiştirip, akşamın körüne kadar hayatı kovalar, yaşamın ilmiği nefesinizin farkına bile varmazsınız. Derken saat 17.30 olur ve paydos! Güneş başka bir coğrafyaya gitmeden gönlünüzü almaya yeltenir, boynunuzda yalın ayak bir kadın gibi gezinir. Ilık ılık içinize sızar. Derken hırkalar çıkarılır, uzun kollar sıvanır. Umarsızca yolları arşınlamak istersiniz. Evde çoluk, çocuk, adam, kadın, ana, baba beklesin! Serde gezmek, tozmak vardır. Her gün akşam yemeği için alınan sebzeyi, meyveyi taşımaktan, ödevlerin altında ezilmekten, parasızlıktan, kavgadan, gürültüden, aşksızlıktan, memleket meselelerinden, şehri doyasıya yaşayamamaktan yorulan yürek isyan eder. Otobüs kuyruğunda bekleşirken bir yaprak titrer, kıvırtarak yürüyen kediye takılır gözler. Yürek nemi birikir göz pınarında. Anılar geçer insanın dilinden beraber ve solo türküler eşliğinde. İlk aşk, ilk ölüm, ilk maaş, ilk bebek anımsanır. “Nergis çıksa da alsak…” diye iç geçirilir. İnsan her şeyi unutur bir anda. Yaprakların içinde savrulmaya başlar… Yaprakların üzerinde gezinmek farklı duygular uyandırır. Üzerlerinde ter ter tepinip, tekme attığınız yapraklara baktığınızda yitirdiklerinizi ya da kavuşamadıklarınızı anımsamadığınızı fark edersiniz. Ağaçlar bile yalnız ve çıplak kalma pahasına en sevdiklerini uzun bir süreliğine göndermeyi başarabiliyorlar. Önlerinde uzun ve çetin bir kış olduğunu bile bile. Siz de bir sonbahar ağacı olduğunuzu anlarsınız. Bu duygulanımı size yaşatan şehre gülümsersiniz. Bu günlerde tekme attığınızda yerde sürünen yapraklara, yüklerinizi bıraktığınızı ve daha çok özgürleştiğinizi hissediyorsanız sahiden Ankara’dasınız ve sahiden sarı yazı yaşıyorsunuz. Hele yerden pelit, atkestanesi ya da yaprak topluyorsanız çoktan bozkırın tezenesi olmuşsunuz da haberiniz yok demektir.
Yorumlar (0)