Giravi Aşireti’nin çocukları, Hakkâri’nin Kotranıs Köylüleri, eğer birisi onlara başlarını bir gün evlerinin tam karşısına düşen Çiyayi Gole Dağı’ndan daha yükseğe, Ankara’nın çöp bidonlarına sokacaklarını, uzaktan gördükleri tanıdık sima uzaklaşıncaya kadar da utançtan çıkaramayacaklarını söyleseydi, o kişiye hemen orada bir mezar kazarlardı abartısız. 1994 yazında, Kilise Tepesi’ndeki nöbet mevzilerine yapılan baskından sağ çıkamayan korucu dört akrabalarını gömdükten sonra, köyü boşaltmak için verilen üç günlük sürede, koyunlarını haraç mezat celeplere teslim edip, atlarını bir demlik çaya değişerek düştükleri yolun ucu, önce Adana’nın Karasu Mahallesi’ne çıktı, sonra da, ironik bir şekilde, Ankara’nın Türközü semtine.
Bu 120 ailelik topluluğun gençleri, 100 TL’ye yaptırdıkları el arabalarıyla Ankara’nın atık zengini semti Çankaya sokaklarına dağıldığında, metal, plastik, pet ve kola kutusu gibi katı atıklar Çinçin Mahallesi’nin Romanları ve kentteki kaldırım mühendisi avareler tarafından toplanmakta, kenar semtlerdeki ardiyelerde kantara çekilmekteydi. Kantar başındaki çöp tüccarları ise, malları bir BMC olunca, yükleyip Yenimahalle sanayi havzasındaki presçilere, plastik fabrikalarına satmaktaydılar. Geri kalan çöp, ilçe belediyelerinin araçlarıyla ana çöplüğe dökülmekte, orada ise, kokudan yanlarına yaklaşabilirsen, insan olduğu ancak anlaşılabilen çöp adamlar tarafından, yemek artıklarının içinden çıkacak gümüş çatallar beklentisiyle yeniden ayrıştırılmaktaydı.
Hakkârili kâğıtçılar esas olarak, o zamana kadar kimsenin yüzüne bakmadığı kâğıtları ayrıştırmaya başlamadan önce, Beğendik Mağazası’nın önünde, bölüşmek için günü geçmiş tavuk butlarının çöpe atılmasını bekleyen Roman kadınlarını dağıttılar. Çankaya semtinde atık toplayan avareler ise, bu kendi dilinden konuşmayan ateşli topluluğu görünce kendiliğinden başka semtlerin gecesine çekildiler. AKP’li Melih Gökçek ile CHP’li Çankaya Belediyesi arasındaki “Ankara kimin çöplüğüdür?” kavgası, 2002’lerden sonra, AB müktesebatında “recycling”, geri dönüşüm, belediyeler için bir zorunluluk ve rant alanı olduktan sonra başladı. Bizim kâğıtçıların ekmek kapısı birden kıymete bindi. Ama bu kıymet atıkların maddi değeri ve ne kadar kâğıt toplandığında kaç ağaç kurtuluyor olmasından değil, bu alanda yapılacak projelere AB fonlarından akacak paralardan, teşviklerden geliyordu. Devlet parayı harcama yetkisini ÇEVKO adında bir kuruluşa vermişti, yanlış hatırlamıyorsam kentlerin çöpü de bu kuruluşun yetkilendirdiği şirketlere satılacaktı.
Gökçek’in anakent belediyesi, bir elinde, ana çöplüğün işletmesini verdiği, İsviçre ITC /Tepe Grubu ortaklığı bir şirketle yaptığı anlaşmayı tutarken, öteki elinde, üstünden hiç eksik etmediği bir alet tutuyordu: SOPA. Çöpleri ITC’ye teslim etmek için, önce sokak toplayıcılarından, kendi deyimiyle “çöp hırsızlarından” kurtulması gerekiyordu.
“İçinde biz de yanalım”
2004 Nisan’ında, yerel seçimlerden bir hafta sonra Türközü semtinden çıkan dumanları uzaktan seyreden Kotranıslı kadınlar, bir deja vu yaşadılar. On yıl önce alelacele terk ettikleri köylerinden çıkan dumanları da, geriye bakıp, yüksek bir tepeden böyle seyretmişlerdi. Gökçek’in zabıtaları sabah erken polis eşliğinde kâğıt ardiyelerini basmış, ne topladılarsa kamyonlara doldurup, ITC’nin çöplüğüne taşıyorlardı. “İçinde biz de yanalım” diyerek tutuşturulan birkaç kâğıt balyasından tüm ardiyelerin yangın yerine dönmesi de fazla zaman almamıştı. Alanda yetmiş ailenin deposu vardı. Melih Gökçek, Hakkârili kâğıtçılardan sonra, kentte alım yapan bütün kantarcı depolarını basıp, presçilerin dükkanlarına da mühür vurmakta gecikmedi. Ankara’yı ITC’nin çöplüğü yapmak için varını yoğunu ortaya koyan Gökçek’in tersine, Çankaya’nın çiçeği burnunda CHP’li Belediye Başkanı Dr. Muzaffer Eryılmaz, ÇEVKO kapısını daha insani, sosyal bir projeyle çalmayı düşünmüştü. Çankaya’nın çöpünü Gökçek’e teslim etmemek gibi bir niyeti vardı. Kendi çöplüğünü kuracaktı. Sokak toplayıcılarını da yok etmek değil, rehabilite etmek niyetindeydi. Çöpleri dağıtmayacaklar, akşam belli bir zamandan sonra çıkacaklar ki çuvallar sosyeteye sürtünmeyecek, çocukları çalıştırmayacaklar ve Çankaya Belediyesi’nin verdiği “çevre gönüllüsü” elbiselerinden giyeceklerdi.
Projesini anlatmak için Hakkârili kâğıtçılarla yapılan bir toplantıdan sonra, modeller tarafından kendilerine giydirilen “Çankaya Belediyesi Çevre Gönüllüsü” elbiseleri, ertesi gün anakent zabıtaları tarafından üstlerinden yırtılınca Kotranıslı yaşlılar, sopanın Gökçek’in elinde olduğuna karar verdiler ve elini öpmeye gittiler, Çankaya Belediyesi’nin projesinden uzak durdular. Bu arada ITC şirketi, sokaktan katı atık ayrıştırmayı ana çöplükten gaz çıkarmak gibi kolay sanarak gönderdiği araçlarda gelen malın ne benzin parasını ne de işçinin yevmiyesini ödemediğini görünce, çoktan bu işin kârlı olmadığı sonucuna varmış, vazgeçmek için bahane aramaya başlamıştı. Bu sefer, daha önce “çöp hırsızları, kendi malımızı sizden parayla mı alacağız” diye kovaladıkları Hakkârili kâğıtçıları toplantıya çağırıp, fiyatları yarı yarıya düşürdükten sonra “bize satarsanız toplayabilirsiniz” dediler. Gelgelim artık anlaşma oldu, işler yoluna girdi diye, kâğıt toplamaya çıkan kâğıtçıları, Mithatpaşa Köprüsü’nün altında, bu sefer de Ankaragücü taraftarlarından mütevellit Özel Çankaya Zabıtası beklemekteydi. Dr. Eryılmaz, kâğıtçıların Gökçek’le, kanlısıyla anlaşmalarına çok kızmış, bir yardımcısını da bu gece yarısı operasyonunu yönetmeye bizzat göndermişti. Sonra o gece yarısı telefonum çaldı. “Gel abi bizi bir kameraya ver” diyen sesin telaşı başına gelenler hakkında yeterince fikir vericiydi. Dövülüp zabıta arabasından sokağa atılan, bir kafası kırılan, bir parmağı kopma noktasından kesilen, bir omzundan kaç santim derinliğinde satır yarası taşıyan üç kişiyi sokaktan hastaneye ben topladım. Zabıta noktasına yakınlarının akıbetini sormak için gidenler, kimlikleri alınıp sıra dayağından geçirildikten sonra, “bunlar bize ‘kâğıt toplamayalım da aç kalıp dağa mı çıkalım’ dediler” diyerek Çankaya Polis Karakolu’na teslim edilirler. Ertesi gün çıkarıldıkları mahkemece tutuklanmamaları ise tamamıyla, o günkü hâkimin keyifli bir anına denk gelmeleriyle ilgiliymiş. “Öyle mi dediniz lan” demiş. “Estağfurullah, bizim köy korucu köyüydü tümden” demişler. “Üç ay boyunca her gün gelip karakola imza vereceksiniz”
“Çankaya benim çöplüğümdür”
Videoda kısa bir bölümü geçen görüntülerin Hayat TV’de yayınlanmasından sonra, Ankara sosyal demokrat kamuoyundan gelen tepkiler üzerine, Dr. Eryılmaz’ın kâğıtçılarla yaptığı toplantıda sulh olundu, davalardan karşılıklı vazgeçildi. Çankaya Belediyesi, Melik Gökçek’e karşı açtığı, “Çankaya benim çöplüğümdür” davasını kazandı. Ankara’da kâğıt toplamaya, üstlerinde “Çankaya Belediyesi Çevre Gönüllüsü” yazan tulumlarla devam eden Hakkârili kâğıtçılardan sadece on tanesi Marmaris’in bütün katı atığını her gece yaya olarak ayrıştırabilecek hıza sahiptir diye düşünürken, geri dönüşümde kâr amacı güden, bunun tamamıyla bir kamu hizmeti olduğundan hareket etmeyen bütün projeler çöker demek isterdik. “Marmaris kimin çöplüğüdür” sorusu artık yanıt bulduğuna göre, gerisi, waste of time.
Yorumlar (0)