Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Ankara: Kulağıma Küpe

Bundan dört yıl önceki yazında benden netameli biri gibi bahsettiğin bu satırların yazarı, sadece seninle mi oldu sandın bu şehir. Sen gelmeden önceki zamanlarıma ne dedin, senden sonraki zamanlarıma ne derdin. Hangi gerçeğime tanık oldun, hangi taşıma dokundun, benle ilgili hangi şiirin üzerinden fosforlu bir kalemle geçtin sonra dönüp kamaşan gözlerle sesli sesli okudun.

Ankara: Kulağıma Küpe

Güneşli sahillerin önünde, ormanlık patika yollarda, Likya kalıntılarına karşı, tekne turlarında, doğduğun evin kapı önünde poz oldun da beni hangi çerçeveye hatıra ettin.

Her gün bir şans daha verdin. Şu ilişkiye hep bir şans daha. İstediğin bir şehir olamadım biliyorum. Kendini benim yerime koydun, koydun da mı sevdin? Gökyüzüme doğmadın, gençliğini yürümedin, kucağımda büyümedin diye mi dedin: " Burası hiçbir şeyin başkenti olamaz " Dedin de mi sevdin?

Niye uğraştın ki benle bu kadar. Beni benzetmeye çalıştın. Kaybettiğin bir şehri bende aramak gibi bir yola girdin, ararken yonttun beni, yonttun da buldun mu bari?

Bir hürmet, bir vefa, bir sadık gözüyle bakmadın, saldırdın sen, öfkeyle beni seveceğini mi sandın? Öfken umudunu kısalttı, hoyratça harcadın, döndün dolaştın, "Olmadı," dedin; bir de üstüne sevdin sandın?

Çalıştığın işi bahane ederek hasetli gözlerle bana baktın, sonra suçluymuşum gibi bir bir anlatıp mutsuzluğunu servis ettin. Sonra o tabaktan gerçek tereyağlı bir tat bekledin. Sen beni hangi sofraya bir parça taze ekmek diye önerdin, önerdin de sevdin?

Dört sene önce, "Gizlice bir şeyler biriktiriyor Ankara," dediğinden beri değil daha öncelerden biriktirdim. Tek bir bilgiyi değil ama. Belki bilgi de değildi o. Bir tozu biriktirdim. Ahir zamanlarda vakit doldururken siz, bir taşı kadim zamanlardan. Sen insanların bana yaptıklarına ahlanırken ben Kızılırmak'ın kollarının güzelliğini biriktirdim. Sen, şehir tahlilleri içinde beni gudubet emsali şekli bozuk tasvirlerle resimlerken ya da bütün o anlamalar sonrası benim payıma bu düşerken, ben sesleri biriktirdim.

Bilmek yeterli mi sandın, ki hafızam senin o yazdıklarından daha acımasızlarını da taşır. Sen bir iki güzel anı için bende yer bulamayıp oflanırken, "soğuk beyaz duvarlar işte" deyip burun kıvırırken, bir iki Macar mimarisi, eski bir Sinagog, mesire yerleri gibi tanıtım broşürleri olurken başkalarına; ben o sıkıştırdığın bilgilerden çıkmanın, çıkıp da ete kemiğe bürünmenin yollarını biriktirdim.

Gün sayıp da beklediğin bir tatil bölgesi olamadım. Sıkılıp da uzaklaşmak istediğin bir hafta sonu kaçamağı. Anlatmaktan keyif alacağın çok renkli bir Avrupa kenti ya da dağın tepesinden görkemli bir manzara. Ben gözlere hitap edemedim. Uzaktan sevilecek, fotoğraflanacak bir şehir olamadım.
Çokça talebenin bir dönem hatırası oldum, tepelerin gecekondusu, devlet-i âliyenin karar mercii oldum, resmi törenler, bando geçişler, selam dur, etrafın göçü, evlerin çoğu, sabahın sekizi akşamın beşi oldum.

Akşemsettin'i Ankara'ya döndürecek rüyasında Hacı Bayram değil, zincir oldum. Yeterli bir şehir olamadığımı düşündüğün rüya bile görmez bu satırların asıl sahibi, sen beni seveceklere ne oldun?

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış