Ankara’nın daha önceki zamanlarda, “çok kültürlü“, daha “çok kimlikli” bir kent olduğu ve kentin bu çoğulculuğu yaşama biçiminin, olağan ve gündelik yaşam içinde “normalleşmiş” ve olağan hallerden biri olduğunu mu gösterir? Yoksa böyle bir mahallenin varlığı, Yahudilerin, her yerde olduğu gibi Ankara’nın kendi tarihi içinde de gettolaştırıldığı, kentteki yaşam mekanlarının ayrıldığı ve kentte, ayırımcılığa uğrayarak yaşayabildikleri anlamına mı gelir? Belki her ikisi de doğrudur. Ancak, bu oluşumların, kentin tarihi ve bugünü için ne anlama geldiği hakkında biraz daha düşünmek yararlı olabilir.
Öncelikle, “Yahudi Mahallesi”nin var oluşu üzerinde düşünerek başlayalım. Bu oluş bir anlamda, farklı olanların bir araya toplanması ve bu bir aradalık/ toplanma ve aynı yerde olmakla, bir anlamda, farklı olanların kendileri için bir güvence sağlamaları, ayrıca kendilerine özgü gündelik yaşam pratiklerini (havra ya da sinagog ile ilişkiler, belki çocukların gidebildiği mahalle okulunda kendi kültürel özelliklerine uygun eğitimin sağlanması, özel günlerin/ bayramların kutlanması/ folklorik gereklerinin yerine getirilmesindeki kolaylık, ana dil kullanımının mümkün olması vb) daha pratik biçimde gerçekleştirebilme olanağına kavuşmaları olarak görebilir miyiz? Acaba bu mahallede yaşam nasıl bir şeydi ve şimdi var olan sinagogun yapıldığı dönemde, (1907) bu mahalle cemaatinin, kendi geleceği ile ilgili beklentileri hangi düzeydeydi ve nasıldı? Ankara’daki büyük ve görkemli bir sinagog; Yahudi cemaatinin geleceği ile ilgili bir beklentinin o yıllarda pozitif olduğu anlamına gelecek ipuçları veriyor. Buradaki Yahudiler, Ankara’da bir “yabancı” ya da moda olan terimle söyleyecek olursak, “kentin renklerinden biri” olarak yaşamanın dışında, Ankara’nın normal bir hemşerisi/ bu kentin yerlisi olarak yaşamayı, ne zamana kadar sürdürebildiler acaba? Bu sorunun yanıtını, kabaca,” millet / milliyetçilik duygusunun egemen olmasından önceki dönemde” diye yanıtlayabiliriz belki. Bu da yine kabaca, 19. YY’ın son çeyreğinden önceki dönem olarak düşünülebilir. Yahudiler, kuşkusuz, Müslümanların Ankara’ya gelmesinden çok daha eski dönemlerde Ankaralıydılar. Roma ve İncil tarihi, ilk akla gelecek kaynaklar olabilir [Paulus İncil’inin bir bölümü Ankara’ya (Yahudilerine) ayrılmıştır: “Galatialılara Mektuplar (6 bölüm halinde)”].
Osmanlı döneminin Ankaralı Yahudileri, gettolaştırılmış bir yaşam mı sürüyorlardı, yoksa kentin gündelik yaşamının bir parçası olarak, kendi kentsel faaliyetlerini olağan bir biçimde, yalıtılmışlık/ yabancılaştırılmışlık duygusuna kapılmadan, ancak bazı bakımlardan (Osmanlı/ Müslüman hukuku gereği) oluşturulmuş ayrımcılıkları kabul edilebilir bularak mı yaşıyordu, buna anlayabilmek, (şimdilik) oldukça zor. Yahudilerin “yabancı” olması, (zaten başka “yabancı” kalmadığından ve bütün diğer GM’ler daha önce “temizlendiğinden”) daha çok, (Ankara’nın, cumhuriyetçi-ulusçu düşüncelerin çılgınca başkentliğini yaptığı ve 20.YY’ın başından beri geliştirmekte olduğu zenefobianın doruk dönemleri olan) 1930-50’ler Ankara’sında başlamış olabilir. Eğer böyle düşünecek olursak, bu kentin en azından 2000 küsur yıldır hemşerisi olan Yahudiler, gelişen ulusçuluk tarafından, artık “yabancı”laştırılmış ve giderek kentin tarihinden, o zamandan itibaren silinmiş olabilirler. Ancak, sinagogun, “temelleri bile kalmayan” bir yapı haline getirilmesi bakımından fazlasıyla “modern” bir çağa girdiğimiz için, onun varlığının tolere edilebildiği ve Ankara’nın “zenginliklerinden” biri olarak kabul edilebildiği durum oluşmuş sayılır. Ankara’nın ayrımcılık tarihinde, “azınlıklardan”dan - GLBT bireylere kadar yürünen yolu, her “renk” itibarıyla, tanımamız gerekiyor yavaş yavaş…
Yorumlar (0)