Türkiye’de yerel seçimler yaklaşırken beş yıllık bir dönem boyunca taşlar nasıl düzülecek diye düşünüyoruz kara kara. Yöneticilerin kentsel rantları nasıl yöneteceği ve dağıtacağı, Ankara’nın doğal ve tarihi değerlerinin nasıl korunacağı, toplumun yaşam koşullarının adaletli bir biçimde nasıl iyileştirilebileceği ve sürdürülebileceği gibi meselelere kafa yoruyoruz. Biz bu alanlardaki sorunlarla cebelleşirken, kamu kurumları mesleki ve kurumsal tüm etik kuralları bir kenara bırakıp, Türkiye ekonomisinin teslim olduğu inşaat lobisinin devamlılığını sağlamak için hummalı bir çalışma içinde ilerliyorlar. Bu yazı, böylesi bir düzenin müsebbibi kurumların inşaata dayalı ekonomik sistemde taşları nasıl döşediklerini, çevremizi nasıl talan ettiklerini ve ortaklaşmadan nasıl nemalandıklarını anlatmak için kaleme alındı.
Yolun başı 1993 yılında dönemin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Murat Karayalçın’ın "Ankara Büyükşehir Belediyesi`nin çalışkan ve değerli memurları, dört buçuk yıl birlikte çalıştık, güzel şeyler yaptık. Belediyemiz işçileriyle iyi bir toplu sözleşme imzaladık. Ancak yasalar siz memurlarımıza maaşınızdan başka bir şey vermemizi engellediği için giderayak size ikinci bir emekli ikramiyesi yerine geçecek, Beytepe bölgesinde arsa tahsis edeceğiz." sözleriyle Belediye çalışanlarına duyurduğu arazi tahsisi ile başlıyor. Akçalı Yapı Kooperatifi altında örgütlenen Belediye çalışanları bu tarih itibariyle barınmak amacıyla konut edinmek üzere birikim yapmaya başlıyorlar. Tahsis edilen arazide dublex bahçeli konut düzeninde yapılaşma hakkı tanınıyor. Sonrası arapsaçı...
1994 yılında Ankara’da tüm emekçi kesimin her alanda tepesine binecek olan ve kar olmayan hiçbir işte yaralı parmağa işemeyecek olan Melih Gökçek, yaklaşık 24 sene boyunca kalkmayacağı o koltuğa oturuyor. Melih Gökçek tahsis edilen arazilerin tapu devrini kooperatif üyelerine bir türlü yapmak bilmiyor ve alanda optimum koşullar altında konut üretilmesini sağlayacak her hangi bir hamlede bulunmuyor. Ta ki 2002 yılında başa gelen AKP iktidarının, kısa bir süre sonra kentsel rantları merkeze koyan ekonomi- politikalarını işletmeye başlaması sonucunda palazlanmaya başlayan inşaat şirketleriyle işbirliği içinde kenti yönetmeyi en asli görev belleyene kadar.
Barınma temelli konut ihtiyacının karşılanması talebine uzun süre kulak tıkanmışken, 2011 yılı itibariyle şoför koltuğuna 1994 yılında inşaat faaliyetlerine başlayan ve AKP iktidarı ile birlikte yıldızı parlayan YDA şirketler grubu oturtuluyor. Ve Ankara Büyükşehir Belediyesi söz konusu şirketin en yüksek karı elde etmesini sağlayacak, yaşayanların akıl ve ruh sağlığını bozacak ama buna rağmen renkli reklamlarla, kampanyalarla fahiş fiyatlara satışı yapılacak o distopik konut projelerinden biri için başlıyor plan değişikliği yapmaya. Şirket ile Belediye arasındaki anlaşmayı, hesabı, kitabı bilemiyoruz tabi; ama yaklaşık sekiz bin konutluk pastanın büyüklüğünden paylaşılan dilimleri hayal edebiliyoruz. Bir de örneğin Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kentin başka yerlerinde bu alanın onda biri, yirmide biri büyüklüğündeki alanlarda inşaat artışı sağladığı projelerin sahiplerinden okul, cami gibi taahhütler topladığını biliyoruz geçmişten. Gerisini siz tahmin ediniz.
2016 yılında beklenmedik bir şekilde şürekeya yeni bir isim katılıyor; saf değiştirme kararı alan Çankaya Belediyesi. Sekizinci plan Ankara Büyükşehir Belediyesi ve Çankaya Belediyesi tarafından birlikte onaylanıyor.
Söz konusu kirli ortaklığı sezen Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi, kimi kooperatif üyeleri ve Çankaya Belediyesi hukuka aykırı hareket eden Büyükşehir Belediyesini başlıyor dava etmeye. Her dava kazanıldıkça, masanın altından projenin yenisi çıkıyor, tam olarak yedi kere. Anlaşılan o ki anlaşma büyük, sözler tutulmak zorunda.
Bu sırada 2016 yılında beklenmedik bir şekilde şürekeya yeni bir isim katılıyor; saf değiştirme kararı alan Çankaya Belediyesi. Sekizinci plan Ankara Büyükşehir Belediyesi ve Çankaya Belediyesi tarafından birlikte onaylanıyor. Çankaya Belediyesi’nin saf değiştirme kararının ardında şirketin teklif ettiği 50 milyon TL değerinde hizmet sözü var. Şirket bunun karşılığında inşaat ruhsatı istiyor, kentin talan ettiği başka yerlerindeki projelerinin önüne taş koyulmasın istiyor. Yani YDA şirketler grubu istiyor, Çankaya Belediyesi ve Ankara Büyükşehir Belediyesi veriyor. Çankaya Belediye başkanı Alper Taşdelen de göğsünü gererek halka “alın teriyle” hizmet ettiğini söylüyor. Bir şirketin, emek sömürüsüyle, güvencesizlikle, hukuksuzlukla yapacağı, kârına kâr katacağı projelerine geçit vererek hizmet ettiğini söylemiyor.
Talan projesine karşı mücadeleyi hâlâ birileri var gücüyle sürdürüyor. Ama şüreka da durmuyor, taşları sağlam döşemek istiyor. Kervana bu kez davaya bakan bilirkişiler katılıyor. Bu bilirkişler ki kentin başka bir alanında gerçekleştirilmek istenen rant projesi için ardarda onaylanan iki planın davasında; birincisinde “plan hukuka ve şehirciliğe aykırıdır” görüşü verip, ikincisinde “yok vazgeçtik uygundur” görüşü vererek; saf değiştirmenin dayanılmaz hafifliğini hissetmiş bilirkişiler. Akçalı’ya geliyorlar ve daha önce yedi kere hukuka ve şehirciliğe aykırı olduğu bilimsel raporlarla ortaya koyulan projeye Çankaya Belediyesinden sonra bir geçer not da onlar veriyorlar. Haliyle bilirkişi raporlarına bakarak karar veren yerel mahkemelerin kararıyla işler tıkırında ilerliyor.
Kervan yürüyor, mücadele sürüyor. Derken yoğun çabalar ve itirazlar sonucunda bir üst mahkemede dava yeniden kazanımla sonuçlanıyor. Şirket, Büyükşehir Belediyesi ve Çankaya Blediyesi’nde durmak yok yola devam... El ele verip Danıştay’ın kapısını çalıyorlar. O Danıştay ki; Cumhurbaşkanı karşısında cübbe iliklemeye çalışan bir başkana, yıllardır sürdürülen ve kazanımla sonuçlanan AOÇ, Saraçoğlu Mahallesi, 3. Köprü gibi önemli yargı kararlarını bir kalemde bozan yeni atanan ya da saf değiştiren kimi hakimlere sahip olan Danıştay. Danıştay davayı bozuyor ve davanın baştan görülme süreci başlıyor.
Derken Ankara’da rant yolları döşenmeye devam ediyor; Akçalı’da, Demirkafes’te, Güneypark’ta, Saraçoğlu’nda...
Şirketler vadi, park, orman, tarım alanı demiyor istiyor; kurumlar mesleki ve kurumsal tüm etik kuralları bir kenara bırakıp teslim ediyor. Kapitalizmin ellerinde doğanın hediyesi artık insanlığa sunduğu temiz hava, temiz su, kuş, balık, domates, böğürtlen olamıyor. Doğanın yeni hediyeleri olan inşaat, rant, kar paylaşılmaya devam ediyor. Topluma da göstermelik, “çakma” kamusal alanlarda cebindeki üç kuruşla mutluluk hikayeleri çıkarmaya çalışmak kalıyor.
Yorumlar (0)