Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Ayaş Yollarında...

Büyük kentlerden kaçışma zorunlu görünüyor. Köylere yönelmenin, geç kalmadan planlanması, sürdürülebilir bir düzeyde tutulması gerekir.

Ayaş Yollarında...

Ayaş, Ankara’nın 70 km. kuzey batısında yer alır. 33 köyü (mahallesi) 4.500’ü merkezde oturan, köy ve mahalleleriyle 13.000’e ulaşan toplam nüfusuyla, küçük bir ilçe gibi görülse de güçlü bir tarım, sebze meyve üretim alanı olarak dikkati çeker.

Ayaşlılar; evlerini derelerin, irili ufaklı tepelerin arasına, dik yamaçlara korkusuzca serpmiş, aşkla, sevda ile döşemiştir adeta.

Ayaş’ın o ünlü türküsü; “Ayaş yollarını aştım da geldim Boyunu boyuma ölçtüm de geldim Güzeller içinden seçtim de geldim Yandım Allah yandım yandırma beni Derin uykulardan kaldırma beni”, diye ünleyen, kulaklarda ve gönüllerde yankılanan türküsü gibi, dillerde dolaşan bir başka türkü yoktur desek abartmış olmayız. Bağlamayı yeni öğrenen gençler, kolayca öğrenilen bu türküyle başlarlar sazlarını konuşturmaya. Demem o ki Ayaş yollarının kendine özgü bir havası, etkileyiciliği, bir tadı vardır. Bu tadın, zengin doğasından, meyve bahçelerinden, insanının sıcaklığından ve toprağının bereketliliğinden kaynaklandığını düşünmek gerekir.

Ayaşlılar; evlerini derelerin, irili ufaklı tepelerin arasına, dik yamaçlara korkusuzca serpmiş, aşkla, sevda ile döşemiştir adeta. Kentin öyle dar bir alana sıkışmışlığına karşın, ekilir dikilir toprağı verimli, her yönde vadileri, bağ bahçe alanları, bostanlıkları uçsuz bucaksız uzanır alabildiğine. İlçeyi kuran o eski sağduyulu insanlar, tarım alanlarını konutlarla harcamamak, boğmamak için seçmişlerdir bu engebeli araziyi belki de.

Ayaş, Ankara’nın beslenmesinde önemli bir yer tutar. Başkentliler, semt pazarlarında Ayaş domatesi ararlar yana yana. Bir başka tadı, rengi, kokusu vardır o topraklarda yetişen sebzenin, meyvenin. Her şeyin yerlisini yemeye, kullanmaya eğilimi yüksektir Başkentlilerin.

Doğa Ayaşlılara oldukça cömert davranmıştır. Ilıcaları, kaplıcaları, her derde deva içmeleriyle ünlenmiştir Ayaş. Soğuk suyla karıştırılmazsa içine girdiğinizde haşlanacağınız derecede sıcaktır doğal suyu. Biz başkentlilerin, havuzlarında bedenimizi yumuşattığımız, sıcak kükürtlü suyuyla sindirim yolumuzu yıkayıp arıttığımız bir sağlık merkezdir bu küçük ilçe.

 Son birkaç yıla değin uzaktan tanıdığımız Ayaş, şöyle bakılıp geçilecek bir coğrafya olmaktan çok daha fazlasıdır. Her ne kadar, sebzesi, elması, armudu, kavunu-karpuzuyla duyurmuşsa da adını, bu denli bolluk ve bereket içinde yüzdüğünü, köylerinin, beri benzer kentleri aratmayacak görgü ve kültür düzeyinde yapılandığını sevinerek gördük. Halâ o eski ahlâkını yitirmemiş orta yaş üstü köylüler inatla üretmeyi sürdürüyorlar. Gençlerse, paranın vazgeçilmez çekiciliğine kapılıp tarlalarını, bahçelerini satıp, kentlerde yaşama düşlerini gerçekleştirme yolundalar. Aslına bakarsanız, Ankara’nın, kentten sıkılmış varsılları soluğu Ayaş’ın meyve bahçelerinde almaya başlayalı çok bir zaman geçmiş de değil. On-on beş yıl kadar bir şey. Bu kısa sayılacak sürede, tarlaların büyük bölümünün el değiştirdiği, çitlerle çevrili arazilerden belli oluyor. Ankara’dan gelişte Ayaş’a on beş kilometre kala, sağ tarafta yol boyunca Baş Bereket, Orta Bereket köylerinden başlayıp, Çanıllı, Pınaryaka, Feruz, Evci köylerine doğru yayılan, geniş bahçeli lüks villalardan, mütevazı bağ / bahçe evlerine değin her keseye uygun bir yazlıkçılar cenneti oluşmuş. Ankara kaçkınlarının, eski Ayaş geleneğine uygun davrandıkları söylenemez ne yazık ki. En verimli arazilerde kuruyorlar binalarını. Şimdilik, geniş araziler üstüne kurulmuş evler, villalar sıkış tıkış olmadığından, tarım alanlarının dokusunu bozmuyor gibi görünüyor. İlerde neler olur, bu güzelim bahçeler hoyratça paraya kurban mı edilir; çevreye saygılı yeni kuşaklar gelip doğaya saygılı mı davranır bilemiyorum.

Büyük kentlerden kaçışma zorunlu görünüyor. Köylere yönelmenin, geç kalmadan planlanması, sürdürülebilir bir düzeyde tutulması gerekir.

 Büyük kentlerden kaçışma zorunlu görünüyor. Köylere yönelmenin, geç kalmadan planlanması, sürdürülebilir bir düzeyde tutulması gerekir. Bir yakınımızın beş altı yıl kadar önce, akıl edip satın aldığı tarla olmasaydı, bu güzelliklerden, bu olağanüstü bolluktan haberimiz bile olmayacaktı. Olanaklarını sevdikleriyle paylaşmaktan mutluluk duyan yakınımız, tarlasına hazır evlerden bir ev yaptırınca, Ayaş yollarında bulduk kendimizi. O yollarında harmanımız olmasa da ara da bir uğrayabileceğimiz, balkonunda gün batımını izleyebileceğimiz, gerektiğinde bir iki gece konaklayabileceğimiz, kısacası başımızı sokabileceğimiz bir dost evi var şimdi.

 Bu duruma, yıllar önce Ege köylerinin, zeytin bahçelerinde de tanık olmuştuk. Zümrüt zeytinlikler, ilerde para edeceği düşünülerek varsıllarca kapatılmakta, zeytin ağaçları gerekli bakımdan yoksun bırakılıp, yozlaşmasına göz yumulmaktaydı. Ayaş köylerindeki durum da yavaş yavaş Ege köylerindeki duruma benzemeye başlamış yazık ki. Kapatılıp tel örgülerle çevrilmiş elma, armut, ayva bahçeleri bir yana, satılmayı bekleyen bahçelerin durumu yürekler acısı manzaralar seriyor önünüze. Meyveleri dalında sararmış, yerlere yığılmış, tel örgülerle çevrilmeyi bekleyen o denli çok meyve yüklü ağaçla karşılaştık ki duyduğumuz mutluluk koyu gölgelerde kaldı. Sevincimiz buruk olmaktan kurtulamadı.

 

 

 

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış