Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

“Benim İçin Ankara, Sanatın Laboratuvarı” Osman Dinç,

Geçtiğimiz sonbaharda, Osman Dinç Ankara’da “Bir Dünya Hikâyesi” isimli dev bir sergi açtı. Sergi, sanatçının heykellerinden ve fotoğraflarından oluşuyordu. Osman Dinç ile Cer Modern’de izleyicileri ile yaptığı bir söyleşinin hemen ardından sohbet ettik. Sanatçı malzemenin ve tekniğin tüm olanaklarını kullanarak, Ankaralı sanatseverlere doğa, yaşam ve sanat ile mücadelesine dair deneyimlerini aktarabilmenin keyfini yaşıyordu…

“Benim İçin Ankara, Sanatın Laboratuvarı” Osman Dinç,

Özgür Ceren Can: Osman Hocam, Ankara için bu kadar kapsamlı bir sergi projesi nasıl oluştu?

Osman Dinç: Aslında Ankara’da 90’lı yıllardan beri sergi yapmaya başladım. OSTİM’de çok yakın arkadaşım Remzi Savaş’ın atölyesi var. Senelerdir onun atölyesinde yaptığım işleri Ankara’da ve İstanbul’da sergiledim. Bir müddet sonra artık yeter bu kadar yüzsüzlük diyerekten (gülüşmeler) kendime bir atölye alayım istedim ve OSTİM’de büyük bir atölyem oldu. İşlerim de yörük olmaktan çıktı.

Özgür Ceren Can: Neden koparmadınız Ankara ile bağınızı?

Osman Dinç: Ben Ankaralı değilim ama Ankara’da gözüm açıldı şüphesiz; Gazi Eğitim çıkışlı olduğum için. Fakat asıl Ankara’da OSTİM var ki; bir dünya fenomeni, dünyanın hiçbir yerinde yok böyle bir yer. Orada istediğiniz, düşünebildiğiniz, düşünemediğiniz bütün meslekler ve teknolojiler bir arada. Benim için, teknikten yola çıkarak sanat yapan bir sanatçı olarak, bu çok bulunmaz biz hazine. Bir oyuncakçıya salınan bir çocuk ne kadar mutlu ise, OSTİM’de ben öyleyim. Oradaki olanaklar sanatımı bu noktaya getirdi. Cer Modern de çok güzel bir mekân. Onlar bana gelmediler de, ben epey gelip gidip rahatsız ettim onları; bana sergi açsınlar diye. Bu sergide yalnızca Ankara’da yaptığım işlerin sergilenmesini istedim. İki tane de Fransa’da atölyem var. “Oradaki atölyelerden işleri getirtelim.” dediler, ben istemedim. Benim için Ankara, sanatın laboratuvarı. Birçok genç sanatçı burada çok güzel şeyler yapıyor. Daha sonra bazıları çıkıp İstanbul’a gidiyor falan ama Ankara’da bir “sanat ortamı” olmasa da bir “sanat atölyesi” var.

Ufuk Tolga Savaş: Sergide son yıllarda ürettiğiniz geometrik şekilli heykeller yer aldı. Benim, içinde yaşadığımız evren, onun geometrisi, olay ufukları ve benzer pek çok şeye olan ilgimin kaynağı sizsiniz. Peki, sizin kaynağınız nedir?

 Osman Dinç: Yıllarca Encyclopædia Universalis için illüstrasyon yaparak bilimsel ortamda çalıştım. Öteden beri de fiziği, kimyayı ve matematiği severdim. Her zaman bilime sığınmışımdır.

Özgür Ceren Can: Sanatınız büyük ölçüde bilimden besleniyor o halde.

 Osman Dinç: Büyükannem bir bardak suyu dolunay altına koyar, bir gece geçtikten sonra o suyu içer ve içinin berraklaştığını düşünürdü. Bu bir mitolojik olay… Onun için Ay, Allah’tır. Dünkü mitoloji o günün bilimiydi. Doğayı açıklamak için mitolojiden masallardan geçilirdi. 21. Yüzyıldaki bilim de şimdiki mitolojimizi yapıyor. O da mutlak gerçeklerden çok uzak. Benim işim de hikâye anlatmak, Şehrazat gibi ölmemek için… Benim hikâyem, benim kişisel mitolojim bilimden geçer.

Özgür Ceren Can: Plastik malzemeyi kullanmak, ona bir teknik ile şekil vermek ile 21. Yüzyılın dijital, hızlı akışı arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz?

 Osman Dinç: Teknolojiye birebir uyum sağlıyorum, bilime göre güncel olmak durumundayım. Güncel bilimsel dergileri takip ederim. Öte yandan ortak belleklerin arkeolojisini yaparım. İşlerime bakarsanız hangi medeniyette niçin yapıldığı belli olmayan enstrümanlar, aletler gibiler.

Özgür Ceren Can: Fransa’da yaşıyorsunuz, hem orada hem Ankara’da atölyeniz var. Gidip geliyorsunuz. Bu nasıl bir yolculuk hali?

Osman Dinç: Ben 70’li yıllarda Türkiye’ye küsüp gittim. Ondan sonra sanatım özlem üzerine kuruldu. Sonra arkadaşlarım ve çocuklarım Türkiye ile barıştırdılar beni. Öyle bir durumdayım ki şimdi ben; bir garip ağaç düşünün kökleri burada dalları orada, meyveleri oraya da buraya da düşüyor. Bunun bana kazandırdığı avantajlar var. Örneğin Türkçe'de metafor kullanılarak konuşulur. Bu metaforları ben Fransızca'ya çevirdiğim zaman, çok sürrealist sonuçları oluyor. İşlerimin adı oluyor bunlar. Bizde sıradan olan “sabır taşı” ya da “umut fakirin ekmeği” gibi söyleyişler Fransızca'da çok etkileyici oluyor.

Özgür Ceren Can: Hoca olmanız ve gençlerle sürekli iletişim halinde olmanız nasıl yansıyor sanatınıza?

Osman Dinç: Sinerji ve alışveriş meselesi… Bir kere en önemli şey şu; sanat sanattan beslenir. Bir süre sonra doyuyorsunuz ve vermek istiyorsunuz.

Özgür Ceren Can: Sanat nesnenin değil de kavramların çevresinde dönmeye başladığından beri genç nesil yeni medyalara yöneliyor, ne düşünüyorsunuz bu yöneliş hakkında?

Osman Dinç: Benim işlerim için ne derlerdi biliyor musunuz? “Kavramsal sanata biçim vermeye başladı.” derlerdi. Bir zamanlar figüratif resim geri dönecek deseler kimse inanmazdı.

Oysa bu gitmeler gelmeler hep olur. Zamanın ruhu meselesi bu... Her nesil kendi dili ile mitolojisini yaratmak durumundadır. “Sanat bitti mi?” diye tartışılıyor bir yandan. Nasrettin Hoca’ya sormuşlar: “Kıyamet ne zaman kopacak hocam? “diye; “Küçük kıyamet eşeğim ölünce, ortanca kıyamet karım ölünce, büyük kıyamet ben ölünce kopacak.” demiş. Hikâye bu aslında…

Şevket Arık: Yeni neslin geleneksel sanat formlarına ve plastik malzemeye karşı mesafeli bir yaklaşımı var.

Osman Dinç: Yumurtadan çıkan civciv, kabuğunu beğenmez. Her sanatçı bir döneminde ikonaklast (ikonakırıcı) olmak zorunda. Kendinden öncekini yıkmak zorunda ki “yeni” olana yer açsın.

 Şevket Arık: Hocam, Fransa’da bir sanatçı olarak devletle ilişkiniz nasıl? Fransa’nın ve Türkiye’nin size verdiği karşılıkla ilgili kıyaslama niteliğinde bir değerlendirme yapabilir misiniz?

Osman Dinç: Fransa’da sanatımı takip ediyorlar. 80’li yıllarda Fransa’da çok konuşulan genç sanatçılardan biriydim. Hoca olabilmem için Kültür Bakanlığı özel izin çıkarttı. Yine de plastik sanatlar Fransa’da da, burada da bir üvey evlattır. Bizim yaptığımız şey tek kişiye hitap eder. Biz alter egomuzla diyalog halindeyiz. Bazen derler ya “sanatçı kendi karın gurultusunu dinler” diye. Bu durum var tabii ve plastik sanatlar direkt olarak toplumu etkilemiyor. Ama endirekt olarak etkiliyor haliyle.

Şevket Arık: Fransa’da kamusal alanda eserleriniz var. Türkiye’de de kamusal alandaki heykellerle ilgili bazı sorunlar yaşanıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Osman Dinç: Atatürk heykellerinin iyisi var, kötüsü var. Zamanla bunlar ayıklanır. Türkiye’yi yöneten yeni zihniyetin heykel kaldırma meselesine gelince bu düzelir, geçer diye bir şey yok. Bu sistem insan hakları ve özgürlükler açısından büyük yara bırakıyor Türkiye’de. Biz kurak yerde yetişen yalnız sanatçılarız, meyvelerimiz de ona göre. Bizim demokrasimiz hep kaslı olmuştur ama bu mücadele meselesi, müsaade etmemek ve direnmek meselesi…

Özgür Ceren Can: Çok teşekkür ederiz Hocam, bize zaman ayırdığınız için.

Osman Dinç: Ben teşekkür ederim.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış