Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Bir İhraç Nedir Horatio?

Hayatına kendi eliyle son vermiş olsa da, örgütlü kötülüğün umutsuzluğa sürükleyerek öldürdüğü barış imzacısı Mehmet Fatih Traş’ın hatırasına...

Bir İhraç Nedir Horatio?

Sadece Mehmet Fatih Traş’ın adını yazıp bırakmak isterdim bu yazıyı. Ama devam etmek gerek.

Kendi kişisel çocuksu hayalim Salinger’ın “Çavdar Tarlasında Çocuklar”ından (eskiler Gönülçelen diye bilir romanı) çalıntı; “Bir çavdar tarlasının kenarındaki uçurumda dikilip, koşarak uçuruma doğru giden çocukları yakalamak istiyorum.” Gerçekten. Sonra onlara sarılmak, “geçecek bugünler”, “biraz sabredelim”, “yanyana duralım” demek.“İki lokma ekmeği, gelecek hayallerini paylaşalım” demek. Birbirini hiç tanımayan insanlar olarak hep yanyanayız diyorduk, her toplaşmanın en kenarında kalan varmış demek. (Yanyana sözcüğünü ayırıp duruyor Word, oysa yanyana durması gerek.) Sadece Mehmet Fatih Traş’ın adını yazıp bırakmak isterdim bu yazıyı. Ama devam etmek gerek.

Yazı geriye kalandır, bir bakiye. O nedenle kaydetmek, not tutmak hafızanın yoldaşlarıdır. Her şey bu denli sert ve hızlı değişirken, kayıt tutmak gerekir. Kaydı başkalarına emanet etmek, o başkalarının başkalarına emanet edeceğine emin olmak gerekir. 

“Horatio, anlasana.
Ne denli yaralı bir isim kalır ardımda,
Her şeyi anlatacak kimse olmazsa geride.
Eğer yüreğinde bir parça yerim olduysa,
Uzak tut kendini bu mutluluktan...
Ve bu haşin dünyada,
Acıyla soluk almaya devam et ki, hikayemi anlatabilesin.”

Hamlet can çekişmektedir;az sonra ölümüne
neden olacak zehirli içkinin kalan son damlalarını yudumlamaya hazırlanan Horatio’yu durdurup ona hikâyesini emanet ederken, yüzyıllar boyunca tiyatro sahnelerinden o hikâyeyi anlatacak Shakespeare’e vasiyetini yazdırıyor gibidir. Yazmayı “öğrenmek” için, yazmaya alışmak için, kalmak için bir neden daha veriyor bize bu emanet. Üstümüzde çok emanet, çok hikâye, çok acı, çok deneyim var.

Önce şu; bizim Olağanüstü Hal KHK'sı ile atılmamız ülkenin güvencesiz çalışma koşullarının geldiği noktayı işaretlemesi açısından önemlidir. Dün ülkenin adalet bakanı açıkladı; “KHK ile her atılan terör örgütleriyle bağlantısı olduğu için değil, bazıları idari takdir ile atıldı.” Gelinen durumun özeti. “İmzacı olduğumuz” için işsiz bırakılan bizlerin durumu, sendikalı olduğu için işten çıkarılan bir işçinin durumundan farksız. Onlar gibi bizim de bakmakla yükümlü olduğumuz yakınlarımız, borçlarımız falan var. Ama bizim galiba borcumuz sadece bankalara falan değil, ardımızda bıraktığımız öğrencilere de. Başlanmış ve bitmemiş tezler, yarım bırakılan dersler, bir dünya dolusu güzel çocuğun gelecek umudu. Gece uyku tutmuyorsa, biraz da bundandır. Belki de en çok bundandır.

Gelecekte iyi şeyler görmeyi umuyoruz. Umut bir mizaçtır ama giyip köşeye oturulacak bir derviş hırkası da değildir. Yazmak biraz kehanetse daha çok öngörüdür.

İnsan bugünden bakınca/bugünü yazınca geleceği görür gibi oluyor. Kendi üç beş aylık küçük, ya da belki bizim gibi sıradan insanların aklının almayacağı kadar büyük kişisel hesapları için insanların hayatlarını, sağlıklarını, saygınlıklarını, emeklerini, umutlarını, neşelerini; yayınladıkları listelerle, imzaladıkları hukuksuz kararlarla, söyledikleri ya da söylemedikleri ile, esirgedikleri bir selamla harcayıverenler, bütün bunlar ortadan kalktığında hepimize “biz”li cümleler kuracaklar. “Hepimiz” diyecekler, “zamanın, dönemin, bu siyasi ortamın kurbanıyız.” Oysa Richard Sennett’in dediği gibi, özellikle toplumsal ihtilaf süreçlerinde “ortamda bir öteki olmadığında” yani biz oluverildiğinde, “dünyayla bağlantımız kopar.” Kin tutmaktan değil, hatırlamaktan söz ediyorum, kimin kim olduğunu, neye hizmet ettiğini, ne yaptığını unutmamaktan ve anlatmaktan. Kamu görevinden çıkarılacakların listesini yaparak iki üç hafta daha koltuğunda oturmaya çalışanların üniversiteye bir genç ömür edecek kadar yılını vermiş insanların hesap bilmezliği ortada. Rektörün üç haftası, onlarca akademisyenin yüzlerce yılından kıymetlidir bu cebirde. Ama sadece kısa vadeyi görenlerin ömrü de kısa olur.

Bir zamanlar Utanç romanında Salman Rushdie “Bütün hikâyeler” demişti, “olabilecekleri hikâyelerin hayaletlerinin istilası altındadır.” Bugünler için uygun bir roman adı ama asıl önemlisi cümlenin işaret ettiği kuvvetli imkânlar. Bugünün acıklı görünen hikâyesi, onu bambaşka bir hikâyeye dönüştürecek hayaletlerini peşi sıra sürüklüyor ve her geçen gün o hayaletlerin varlığı kuvvetlenerek somutlanıyor. Şimdi yazılan ölümkalım hikâyesi, yaşamdan yana olanları bir köşeye sıkıştırdıkça onlara daha fazla yaşama isteği aşılayacak; daha fazla inat, daha büyük cesaret. Mümkün dünyaları hayal edenlerin sayısı her gün katlanarak artacak.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış