“Ankara’nın Bug’ları” başlıklı bir Facebook grubu var ki, kentimize özel bir Ötekiler Postası adeta. Sözün özü, başkent olmanın gölgede bıraktığı, Ankara’nın gündelik yaşamına dair dertlerimiz farklı kanallardan, daha sık ve “anlayana anladığı dilden” kabilinden dile getiriliyor artık. Bilen, biliyor. Bunlardan sonuncusunu “Minnettarız” afişlerinin üzerine yapıştırılan Obama posterleri oldu. Sosyal medyada epey bir yankılanan bu hadisenin öncesinde ise başka bir gündemimiz vardı. Facebook’da dolaşıma giren bir görsel ve işaret ettiği kısa bir makale. Esen Çağlar,1 Google-Map’i kullanarak hazırladığı görselde Covent Garden (Londra), Gangnam (Seul), Kadıköy (İstanbul) ve Çukurambar (Ankara) gibi dünyadan farklı mahallelerin haritalarını yan yana sunarak, Ankara’daki betonlaşmayı gözler önüne seriyordu. Analist olarak çalıştığı TEPAV’ın (Türkiye Ekonomi Politikaları Vakfı)internet sitesinde tuttuğu günlükte ise “2023 Vizyonu yoksa Çukurambar mıdır?” başlıklı bir yazı yazarak Çukurambar’daki kentleşmenin “garipliklerine” dikkat çekiyordu. Çağlar’ın yazısından takip edelim:
“Ankara’nın Çukurambar’ını biliyor musunuz? Ankaralıysanız biliyorsunuzdur. Ankaralı değilseniz, görseniz pek yabancı gelmezdi. Kentin ortasında, son 10 yılda kentsel dönüşüm geçirmiş bir gecekondu mahallesidir. Eski derme çatma evlerin yerinde, bugün koca koca binalar yer almaktadır. Kimisi lüks, kimisi ultra-lüks. TEPAV, bu garip mahalleye beş dakika mesafede olduğu için, Türkiye ekonomisinin dönüşümünü izlediğimiz yıllarda, Çukurambar’ın dönüşümünü de izledik. Memleket için orta gelir tuzağını tartışırken, hemen yanı başımızda bir mahallenin, hiç orta gelir tuzağına takılmadan, düşük gelirden yüksek gelire sıçramasına tanık olduk.” Fakat, bir kentli olarak Çağlar’ın bu ultra-lüks mahalleden bazı şikayetleri de var: “Çünkü Çukurambar’da kaldırım yok,” “Çünkü Çukurambar’da yeşil alan yok,” “Çünkü Çukurambar’da ulaşım felaket.” Emlak taban fiyatının yarım milyondan başladığı Çukurambar’daki “garip” kentleşme tüm Türkiye’yi ilgilendiriyor kuşkusuz. Çünkü Çukurambar, Türkiye’nin siyasi ve iktisadi yeni elitinin mesken tuttuğu bir mahalle aynı zamanda. Çağlar’ın da işaret ettiği üzere: “Acaba diyorum şimdi, tüm Türkiye Çukurambar gibi olsa, 2023 hedeflerine, yani kişi başı 25 bin dolar gelir hedefine ulaşabilir miyiz? Tüm Türkiye Çukurambar gibi olabilir mi? Peki, her tarafı Çukurambar’a benzetmek ister miyiz? 1990’ların faiz rantına dayalı çarpıklıklarını nasıl 2000’lerin başında çözdüysek, 2000’lerin de arsa rantına dayalı garipliklerini çözmenin zamanı bakalım ne zaman gelecek?” SolfaSol olarak Esen Çağlar’a ulaştık ve sosyal medyada bir feveran gibi yankılanan fotoğrafları ve yazısı üzerine görüştük.
Öncelikle, “Memleket neresi hemşerim?” diye başlasak...
“Nerelisin” sorusuna kısa bir cevabı olamayanlardım maalesef. Babam Ankara’da doğmuş, 20 yaşına kadar burada yaşamış. Kıbrıslılar. Anne tarafım ise Antakyalı. Bu karışım beni Akdenizli yapıyor sanırım. Ben ise İstanbul doğdum. 19 yaşıma kadar Fenerbahçe’de yaşadım. Kadıköy Anadolu Lisesi’nde okudum. Okuluma yürüyerek ve ya bisikletle gidebiliyordum. Lisans ve yüksek lisans eğitimi için ABD’ye gittim. Dört yıl Princeton Üniversitesi’nde okudum. İnsanların mutlu olması için tasarlanmış bir kampüs ve üniversite kasabasıydı. Sonra yüksek lisans için Harvard’a gittim. İki yıl da Boston’da yaşadım. Bu zaman boyunca arabam olmadı. Yaşamımı yürüyerek, bisikletle ve metro ile idame ettirebiliyordum. Ankara’ya 2005 yılında geldim ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nda çalışmaya başladım. Bu kentte yaşadığım son sekiz senede bir İstanbulludan bir Ankaralıya dönüştüm sanırım. Uzun lafın kısası, Akdenizli bir Ankaralıyım.
Neden böyle bir yazı yazma ihtiyacı hissettiniz?
TEPAV’da ekonomi politikaları alanında çalışıyorum. Beni son yıllarda kentsel planlama hakkında düşünmeye iten ise bizzat Ankara’da yaşadığım gariplikler oldu. Bunların kabul edilişi, görmezden gelinmesi, beni bu konularda daha fazla yazmaya teşvik ediyor. Ben, demokrasi dediğimizin şeyin, bizzat kent düzeyinde gözle görülen bir şey olduğunu düşünüyorum. Mesela, zenginlerin ve fakirlerin kentsel mekana eşit derecede erişimleri olmalı. Kaldırım meselesi örneğin. Bir kentte yaşayan insanların en temel hakkı, gitmek istediği bir noktaya yürüyerek gidebilmeleridir. Bu hak Ankara’da inanılmaz boyutlarda ihlal ediliyor. Türkiye’de birçok kentte, kaldırımlar insanların yürüyebilme özgürlüğünün bir parçası olarak görülmüyor. Biz kuş değiliz ki uçalım. Arabayla doğmuyoruz. İnsanların yaşamak için yürümeleri gerekiyor ama doğru düzgün kaldırım yapmayı beceremiyoruz. Ben de uzun bir süredir bu duruma sinirleniyorum. Ankara’daki durumu kanıksayan bazı arkadaşlarım bana “kaldırım iktisatçısı” diyerek takılıyorlar. Şu ana kadar aldığım en büyük övgü bu diyebilirim.
Çukurambar’la ilgili ne zamandır düşünüyorsunuz?
Oldukça uzun zamandır... İşyerime yakın diye, 2006-2009 yılları arasında bu mahallede üç sene yaşadım. Evet, arabayla beş dakikada TEPAV’a ulaşabiliyordum ama yaşadığım binadan yürüyerek çıkıp gidebileceğim neredeyse hiçbir yer yoktu. Yani yürüyebileceğim bir kaldırım yoktu. Arabaya bağımlı bir hayata daha fazla tahammül edemedim ve Kavaklıdere’ye taşındım. Son üç yıldır, CHP tarafından yönetilen Çankaya Belediyesi sınırlarında, AK Partili Büyükşehir Belediyesi tarafından hizmet verilen bir cadde üzerinde yaşıyorum. Etrafta yürüyerek gidebileceğim birçok yer var. Kuğulu Park ve Seğmenler Parkı’na beş dakikalık bir yürüme mesafesinde olmak, işime arabayla beş dakika mesafede olmaktan daha değerli benim için. Ama işte bu yaşadığım yerde bile kaldırımların durumu felaket. Çöplerin, kırık dökük kaldırımların üstüne akşamları yığılma şekilleri, Gazze’deki caddelere benziyor.
Bundan 9-10 ay önce, bir konferans esnasında Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’na bu meseleyi sordum. “Neden kendi sorumluluğunuz altındaki Çankaya’daki caddelerin kaldırımlarını düzeltmiyorsunuz?” diye. Cevap: “Çünkü buralar eskiden planlanmış, yürümek için yapılmamış, zaten oralar yokuş yürünmez” olmuştu. Bu cevap üzerine Çukurambar hakkında daha fazla düşünmek zorunda kaldım. Çünkü Çukurambar eskiden planlanmamıştı. Her şey son 10-12 yılda, sayın Başkan’ın gözetimi altında olmuştu. Kısacası, hem Çukurambar da, hem de Ankara da bir kentsel planlama sorunundan ziyade, bir anlayış sorunu, ciddi bir “Kentsel hayata yaklaşım problemi” olduğunu düşünmeye başladım.
Çukurambar’a ne olduğunu anlatıyorsunuz yazınızda, peki sizce neden böyle oldu?
Neden böyle olduğunun herhalde en az yirmi farklı açıklaması olabilir. Ama bence bu durumu açıklayan en temel faktör “Kentsel hayata yaklaşım problemi” olarak özetlenebilir. Türkiye çok hızlı kentleşen bir ülke. Artık nüfusun yüzde 80’inine yakını kentlerde yaşıyor. Kentlerdeki insanlar nasıl mutlu olurlar? Kentlerdeki insanların hakları nelerdir? Önce bunların yanıtı olacak, sonra bu yanıtların üstüne kentsel hizmet sunumunu düzenleyeceksiniz. Biz bunları yapamadık henüz. Kentsel mekan, zenginleşmenin bir aracı olarak görülüyor. Zenginleşmenin başka araçları olmalıydı. Örneğin sanayi. Örneğin yüksek katma değerli ürünler. Biz ülke olarak kolayını seçtik maalesef. Yeterince mühendis yetiştirmedik ama çokça müteahhit yetiştirdik. Ama umutluyum da... Bir dönüşüm sürecinin tam ortasındayız. İnsanlar mevcut yaklaşımın ve buna dayalı sistemin, mutluluklarının önündeki engel olduğunu gördükçe, yeni bir anlayış gelişecektir diye düşünüyorum.
Yazıyı yazarken sosyal medyada böyle bir etkisi olacağını ön görmüş müydünüz?
İtiraf etmeliyim, bu kadarını beklemiyordum. Demek ki, insanların Çukurambar hakkında benzeri hisleri ve düşünceleri varmış. Bu yazı onlara bir nebze tercüman oldu sanıyorum. Sosyal medya güzel bir şey. Bir keresinde Arjantin Caddesi’ndeki kaldırımın resmini çekip Büyükşehir Belediye Başkanı’na ve Çankaya Belediye Başkan Yardımcısı’na Twitter üzerinden, “Gazze’den daha kötü...” yorumunu ekleyerek göndermiştim. İki gün sonra baktım resmi çektiğim yerde onarım yapıyor. Yanlarına gittim sordum “Tüm caddeyi mi onarıyorsunuz yoksa sadece burasını mı?” Cevap: “Valla, abi elimize resim verdiler, neresinin resmi varsa orasını onarıyoruz...” oldu. Bu duruma sevineyim mi, üzüleyim mi, güleyim mi, hala karar veremiyorum. Emin olduğum tek bir şey var, o da Ankara’nın gerçekten de çok garip bir yer olduğu.
Size geri dönüşler nasıl oldu?
Oldukça cesaretlendirici oldu diyebilirim. Kentleşme benim konum olmadığı için diğer işlerimden vakit buldukça okuyup yazıyorum. Gelen geri dönüşler, beni bu konularda daha fazla yazmaya yönlendiriyor. Bu kentteki garipliklere ne kadar fazla dikkat çekebilirsek, kentsel mekanlar o kadar bizi mutlu edebilecek. Başbakanımız medyayı azarlıyor ya sürekli. Onun azarlayan doğasını değiştiremeyiz. Ama belki, gazetecileri değil de kaldırımlardaki, parklardaki garipliklerden ötürü belediye, başkanlarını azarlamasını sağlayabiliriz.
Yorumlar (0)