Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Bu Evler Konuşuyor

Ben bu evlerle, bahçelerindeki leylaklarla, sokaklarındaki kocaman meşe ağaçlarıyla, erik dallarıyla fundalıklarıyla, kuşlarıyla zaman zaman gidip halleşeceğim.

Bu Evler Konuşuyor

Tarihi Saraçevleri ya da Devlet Mahallesi, Ankara’ nın devlet merkezi olduktan sonraki yıllarda, 1944 yılında üst düzey bürokratların konut ihtiyacını karşılamak için Alman mimar Paul Bonatz tarafından bitişik nizamda yapılmış. Şimdi bu evlerin büyük bir kısmı boşaltıldı. Bu evlerde oturan bürokratların bir süre sonra daha lüks ve şehrin dışındaki konutlara taşınması ile bürokratlar yerine müdürlük ve şefik düzeyindeki memurlara kaldı. Bu evler bir yükseltinin etrafında bitişik nizamda biraz da Türk Evi mimarisini anımsatır nitelikte, geniş bahçe içinde, pencereleri birbirini görmeyen yapıda. Özelikle yol kenarındakilerde balkon yok ya da arka bahçeye bakar şekilde düşünülmüş. İki ya da üç katlı olarak tasarlanmış.

Özellikle kış aylarında, uzak olan eve gitmek yerine merkezi olan bu evlerin bir dairesinde oturan kardeşimde kaldığım çok oldu. İçeriye adım attığınızda şehrin merkezinde olduğunuz duygusunu terk ediyorsunuz. Pencereler çift kat yapılmış gürültü içeri sızmıyor. Zaten sokağa girdiğinizde yaşlı ve caddeyi hemen hemen kaplayan meşe ağaçlarının oluşturduğu yeşil bir sessizlik başlıyor. Konutların katlarının azlığı kalabalıklardan arındırıyor.

Saraçevler’de oturan bürokratlar ve memurlar sadece oturmuşlar o evlerde. Yani bakım, onarım, tadilat işleri her zaman olduğu gibi devletten beklenmiş ya da ona bırakılmış. Ön sıradaki evlerin arka pencerelerine, mutfağa geçtiğinizde geniş yeşil bir çalılık vardır. Orası şu anda bile sabahleyin kuşların cıvıl cıvıl oynaştığı ve kendilerine mekân edindikleri yerdir. Yüksek ağaçlar pek kullanılmamış buralarda. Alçak boylu ağaçlarla yabani bir çalılık gibi bırakılmış. Ya da daha önce uzun boylu ağaçlar var mıydı? O nu bilemiyorum. O evlerde oturanların çocukları zaman zaman oralardan badem toplar, saklambaç, kovalamaca oynar, köpekleri koştururlar. Evlerin etrafında leylaklar, güller vardır ilkbaharda mis gibi kokan. Sokağa bakan ön kısımlarında (O sokaklar şimdi kim tarafından işletildiği belli olmayan ücretli oto park olarak kullanılıyor ne yazık ki) hala meyve ağaçları var. Bu meyve ağaçları kendi haline bırakıldıkları için organik meyve toplayıp yiyebilirsiniz.

Balkonu olmayan evlerin mutfak pencerelerinin bazılarının önünde hala tahta çıkıntılar vardır. Tahtaları baya eskimiş kararmış, kırılmış. Buralara kışın tencerelerle yemek koyabilirsiniz. Yani doğal buzdolabı olur. Yazın da kuşlara ekmek kırıntılarını, yemek artıklarını bırakırsınız. Ben bu evlerin yaşadığını düşünürüm hep. Evlerin duvarlarına kulak verdiğinizde, ilk yıllardaki yaşanmışlıkları, kavgaları, tartışmaları, aşkları, hastalıkları, ölümleri, siyaseti, devlet işlerini anlatır gibi.

Başbakanlık tarafından “risk”li bulunmuş. Buna “baak senn” diyorum, çünkü aynı şeyi Ayrancı ve Esat için de buyurmuş o Başbakanlık. Şimdi sormazlar mı 1944 yılında kurulan bir mahalle, o Tarihten bu zamana kadar kaç deprem geçirmiş Ankara. Ama en ufak bir zemin kayması, duvarlarda çatlak, yarılma, patlama izi yok, zeminde kayma yok. Yaşı daha genç olan Demetevler’deki o dokuz, on katlı binaları neden görmüyorlar. Körfez depremi esnasında bu mahalledeki evlerin duvarları çatladı. Boydan boya çatlaklar ve dökülmeler oldu. Denetimsiz, kontrolsüz yapılar, duvarları çatlamış bodrumları su dolu. Başbakanlık ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Belediye oralar için “risk”li kararı çıkarmıyor! Neden? Orada rant yok tabi. Zenginlerin istediği kent merkezi, tıpkı İstanbul’da olduğu gibi. Önce kent dışına kaçıp halkla aralarına mesafe koymak isteyen, güvenlikli olmak adına kendi kendilerini yüksek yüksek duvarların ardına hapseden zenginler; kent çevresindeki ekim alanlarını yüksek, alçak, villa, şato vb. şeklinde betonla katlettiler. Eee… Olmadı şimdi canları merkezi çekti. O zaman oraların sahiplerini hemen yasadışı yollarla, cebren ve hileyle Belediye, Başbakanlık, Bakanlık, Sermaye el ele verip vatandaşı atıp, evlerine, mahallesine el koyar, olmazsa Dikmen Vadisi’ndeki gibi özel güvenlik adlı mafya, çetelerle sürüp çıkarır. Kentsel dönüşüm, TOKİ, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı niçin var ki zaten?

Saraçoğlu Mahallesi’nin başına gelenler işte tam da bu. İçinde oturanların açtığı dava sonucu yıkım kararı yargıdan döndü. Cumhurbaşkanı olaya el atmış ve şimdi Saraçoğlu ya da diğer adıyla Devlet Mahallesi katledilmekten kurtulmuş görünüyor. Buraya yapılacak olan çok katlı lüks konutlar, oteller, AVM’ler ile Kızılay nefesiz kalacak. Bu yeşil alandaki kuşlar, kediler, köpekler de sürülüp çıkarılacak. Bu rant, para, sermaye, insani olan her şeye düşman. Canlı, yaşayan ne varsa ona düşman! Tarihmiş, anıymış, yaşıyormuş, konuşuyormuş, nefes alıyormuş, hissediyormuş, nesine gerek? Ucunda para var mı yok mu? Yani “risk” faktörü, kararı alanların yabancısı oldukları kavramlar.

Ben bu evlerle, bahçelerindeki leylaklarla, sokaklarındaki kocaman meşe ağaçlarıyla, erik dallarıyla fundalıklarıyla, kuşlarıyla zaman zaman gidip halleşeceğim. Şimdi tam mevsimi sonbaharı kent merkezinde hissetmenin. Taş merdivenlere oturun. Ya da meşe ağacının altındaki bahçe duvarına. Dinlenin dinlenirken de dinleyin ağaçların, evlerin, pencerelerin, kuşların, salyangozların, palamutların sohbetlerini. Nefes alış verişlerini, fısıltılarını, yorgunluklarını, şikayetlerini duyar, hissedersiniz. Hatta ceplerinize dökülen palamutlardan doldurun. Belki kent içinde bulabileceğiniz bir avuç toprakla buluşturursunuz o palamutları. Başka bir meşe ağacı olması için.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış