Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya
Çıkartmak

Öğretmen

Devletin “artık bir işin” var kurası sonucu ile buralara yerleşeli tam 6 yıl oldu. Koca 6 yıl... Ki doğuda 6 yılı tane tane gün sayarak, yaşayarak anlatamazsın. Zaman bir bütündür. Kalıp gibidir burada. Büyük bir kısmı da ihtiyaçlarını gidermekten ibarettir. Yemek, içmek, arkadaşlarla öğretmenevi, parkta çay, akşam internet çekerse maç, hafta sonu memleketi yakın olanların çanta hazırlaması, kalanların kendi özel telefonlarından, bilgisayarlarından vakit geçirme rutinleri doldurur zamanı. Sen yazlar kışlar geçirirsin de "nasıl gidiyor?" diye bir soran olsa cevap bulamaz, sonbahar gibi kalırsın. Geriye okulun cari işleri, öğrenci problemleri, velilerle diyalog kurma gibi dertler kalır. Bölgeyi, kaldığın yere yakın yerleri gezmen tozman ilk tayinden sonra birkaç hafta içinde çarçabuk biter. Memleketin bölgeye yakın bir yerdeyse yabancılık, adaptasyon gibi sıkıntılar çekmezsin; uzaktaysa, hem bu sıkıntılar hem de zaman senin için büyük bir problemdir. Arkadaşlarınla olan muhabbetin koyuluğu kaldığın yeri, alışkın olmadığın civar insanını, senden önce zaten var olan mevcut ıstırapları unutturabilir, şanslıysan. Değilsen, ne çocuk öğrencilerin davranışları çocuk görünür gözüne; ne velilerinden külhanbeyi olanları 'normal'; ne imkânları olup da okulun kara taş zeminine beyaz karo döşemeyi, duvarlarına bir badana attırmayı kendine zül addeden okul müdürü; ne de lastik ayakkabılarıyla tezekli yollardan sınıfa gelen öğrencilerin gün boyunca o kokuyla burunları şenlendirmesi kolay gelir.

Doğuda doğdum, büyüdüm, okudum. Şimdi doğunun da doğusundayım. Puan topluyorum. Topladığım puanlar beni denizli, ormanlı taraflara götürsün diye. Çalıştığım okuldan, okuldaki sınıflarımdan memnun sayılırım. Tek sınıfın öğretmeni olurum sandığım okul üç sınıftan sorumlu tuttu beni. Az öğretmen var okulda. Kalanların da gitmeyeceği şüpheli... Öğretmen arkadaşlar tek ayaklarıyla buradalar sanki o yüzden yürümeleri tam değil. Her an gidebilirlermiş gibi. Buraya gelirken her iki ayağımı yanımda getirsem de doğunun taşına, toprağına, insanına, köyüne, bulguruna, suyuna, tarlasına doydum. Yeşil ve mavi... Bunları istiyorum biraz. Işıklı caddelerde yürümek, sahilde keyifle dolaşmak, bir kafede oturup çay müzik dans eğlence ortamında hoşbeş vakit geçirmek istiyorum.

Bazen diğer öğretmen arkadaşların öncülüğünde öğrencilerle sınıf dışında etkinlikler düzenliyoruz, ama çoğunlukla sınıf içerisinde çocuklara hikâye kitaplarını açtırıp, onları kaldıkları yerden devam ettirirken, ben de kaldığım yerden devam ediyorum: Masamın üzerindeki telefonuma, pencerenin yanına gidip çorak sıradağlara aşacakmışım gibi bakmaya, ama sonrasında gizli bir tespih gibi çektiğim zamanın “buradasın abicim, şu anda buradasın” deyip dışına çıkmaya devam ediyorum. Velhasılıkelam, çıkmak istiyorum buradan. Kükürt kokulu önlüğümü üzerimden, koyun kokusunu burnumdan, kendimi de buradan çıkartmak istiyorum.

"Mustafaa!"
"Efendim öğretmenim."
"Bu taraftayım Mustafa, bu taraftayım. Senin gözlükler nerede oğlum, niye çıkardın?"

Mustafa

"Mustafaa!" diye adım nidalanınca, arka tarafa çevrilmiş başımı birden önüme aldım. Bir şey oldu sandım korkudan. Öğretmenin nerede olduğuna, sesin nereden geldiğine bakındım, bulamadım. Benim gözlükler olmayınca pek seçemiyorum kimseyi. Dedemden aldığım gözlerime, dedemden kalmış mercek bir gözlük takıyorum. Gözüme biraz büyük ama araya lastik tutturunca daha iyi oldu. Sınıftaki arkadaşlarımdan, kavanoz dibinden bakınca nasıl göründüklerini merak edip gözlüğü denemeyen kalmadı.

"Evde kaldı öğretmenim." dedim. Aklımda öğretmenin bana doğru yürümesinden ziyade
arka sıramda oturan Evin'in beni görüp görmediği; görüp de ne düşündüğü vardı aslında. Evin'i görmemeyi göze aldığım yerde etraf da görünmedi bana. Gerçi etraf neydi ki: Yaşlı babamın iki elinin arasına alıp uzun uzun düşüncelere daldığı
başını da görmüyordum, annemin evin önünde çalı çırpı toplarken abimi hatırlayıp gözünden aşağı süzülenleri de. Yön alışkanlığı, el yordamı, ses aşinalığıyla buluyorum dört gündür okulu, okuldan dönüşü, sınıftaki sıramı, çantamdaki defteri, tuvaletin kapısını. Topraklı yolun kenarında birbirinin çantasını tekmeleyip şakalaşan arkadaşların halini net göremediğim, görüp de gülemediğim için üzüntülüyüm biraz. Ama Evin'e göründüğüm için sevinçli.

“İyi değiliz gözlük bak durmadan kırmaya çalışıyorlar bizi hiç iyi değiliz iki gözüm, bende can, sende cam”

Haydar Ergülen-Gözlüklü Şiir

Öğretmen

Az sonra yanına gidip bir daha gözlüksüz derse gelmemesini dördüncü sefer söyleyeceğim bu Optik Mustafa, geçenlerde sen derste otur, arka sıradaki Evin'e mektup yaz. De ki: "Sen çok güzelsin, iyi birisin, gülüşün güzel, güzel konuşuyorsun... " Dönmüş vermiş Evin'e mektubu. Evin de Mustafa'ya demiş ki: "Ama senin gözlüklerin var." Optik Mustafa da, sen o günden sonra gözlükleri çıkar öyle derse gel iyi mi. Akıllı tahtaya bir şey yazarken Mustafa'ya bir şey soracağım, Mustafa sesimden beni arıyor neredeyim diye. Elimi kolumu sallıyorum yerimi belli etmek için. Dedim "Bak Mustafa, çıkarıp gelme gözlüklerini, takip edemezsin dersi, geri kalırsın." Dört gün geçti aradan.

Evin

Ailemle, düştüğü şehri çıkartsak da hayatımızdan; kulağımda çıkartılamayan bir bombanın sesi var. Sesleri duyuyorum, ama bütün seslerin içerisinde bir uğultu var sanki: "Evin vuuv, elimi vuuv bırakma vuuv kızım vuuv " Kafilelerle birlikte yürüdüğümüz o uzun yollarda başparmağım sürekli kulağımın içinde gezdim, bir elim babamın elinde diğer elim kulağımda, ettim ki çıkarayım. Aradım durdum girdiği yeri, dedim bulurum belki, bulamadım. Alıştım sonra. Dedim herhâlde benim bu. Görmediğim ağaçların altında uyurken gördüğüm garip rüyalar nasıl benimse, tadı değişik pınar başlarında serinlerken bilmediğim bir taraflara gidiyor olmanın şaşkınlığı nasıl benimse, bu ses

de benim artık. Sonra... Sonra sabahları babamın kara gamzesine gözlerimizi açtık. Annemin ortak tenceresine parmak daldırdık. Numaralı bez evimizin dibindeki leğende çimdik çocuklarla.

Tel örgülere parmaklarımızı geçirip karşı taraftan gelen kafileler içinde akrabalarımızın olup olmadığına bakındık. Tanıdıklarımıza kavuşunca entarilerine, kunduralarına sarıldık. Vardık bir yere. Vardık dediğim bu civara yerleştik. Eğitimim yarıda kalmasın diye babam izin aldı, bu okula yazdırdı. Söylenenleri anlamakta çok zorlandım başlarda, zamanla alışmaya başladım. Evimize benzer diyebileceğim bir ev bulduk. Odası var, mutfağı, tuvaleti. Babamın endişesi daha az, annemin yemekleri bir çeşit daha fazla. Pencere var. Bizim Afrin'deki zeytinler kadar lezzetli olmasa da zeytin yiyoruz sabahları. Zeytin dalı güzeldir. O kadar yabancı gözlerle bakıldı ki bize, Mustafa'nın gözlerini merak ettim.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış