Tarihte gidebildiğimiz kadar geriye gidelim önce sanki marifetmiş gibi. İki teknolojik gelişim gerekliydi adem oğlu ve kızının çorba pişirmeye başlaması için: ateş ve kap. Ateş uzun zamandır tedavüldeydi aslında. Ateşin ilk “kontrol” edildiği dönem arkeologları sürekli meşgul ediyor; şimdilik bilinen en eskisi, Erektusgillerin Güney Afrika’da bir milyon yıl önce Wonderwerk Mağarası’nda yaktığı kamp ateşi. Bu Indiana Jones kılıklılar ilk ateşin 800 bin yıl önce Yakup’un Kızları Köprüsü’nde (günümüz İsrail topraklarının içinde) yakıldığını söylüyorlardı bir aralar ama işler değişti sonra tabii.
Çorbayı pişirecek kap çok daha sonraları, yaklaşık 20 bin yıl önce Uzak Doğu’da ortaya çıkıyor. Muhtemelen de balık çorbası yapmışlar.
Bilim kendini sürekli yalanlama üzerine kurgulamış sağlıklı bir süreç değil mi zaten? Hani şizofren bizdik?! İlla bir kaba gerek yok suyu kaynatmak için. Toprağa bir çukur kazıyorsunuz, tabana kocaman taşlar koyuyorsunuz ve içeride güzel bir ateş yakıyorsunuz. Ateş sönünce külleri topluyorsunuz ve işte size kalan, yemek pişirmek için nezih bir ortam. Hele bir de çukurun etrafını küçük taşlarla, otlarla ya da hayvan derisiyle kapladıysanız su da sızdırmaz artık! Yani pişmez mi çorba burada? Amerika ve Avusturalya halklarının bize öğrettikleri bunlar.
Hayvan derisini ya da midesini “pişirme torbası” olarak kullanmak da mümkün aslında. Bu torbanın içine çorba malzemelerini atın ve torbayı ateşe ne çok uzak, ne de çok yakın kalacak bir şekilde asın. Yavaş yavaş kendi halinde pişsin yeni milenyumların mikrodalgalarına inat.
En eski ateşin, en eski kabın ya da en eski pişirme yönteminin hangisi olduğunu bilmenin ne önemi var ama? İnsan unutup unutup hatırlıyor zaten önceden bildiklerini. Ne garip bir iş bu arkeoloji; modernizmin getirdiği kibirlilik hali ile yeni keşifler yaptığını sanmak...
Biraz da etimolojik oyun oynayalım. Dünya dillerine pelesenk olmuş restoran kelimesi 1800 yıllarında Fransız bir amcanın Louvre yakınlarında açtığı bir mekandan geliyor. Bu isim Eski Fransızca (1300 yılları) “restorer” o da Latince “restaurare” kaynaklı; tamir etmek ya da yenilemek demek. Mekanda satılan bulyonlar, bunları içeni yenilermiş kendine getirirmiş. Bulyon (bouillon) da zaten Eski Fransızcada kaynatmak (bolir) fiilinin geçmiş zaman halinin isimleşmişi. Kaynamış et suyu yani. İçine biraz patates, biraz da soğan, işte size çorba.
...
çığlık ne olur sonunda hacer’anım kırılır bir kentin ara sokaklarından toplanır kırıkları
toplanır ama birleştirilemez bir denize bakarsın ya arada bir uzun süre
sonra bitince ona benzer bir şey çoğalt hacer’anım çorbayı tazele güz güneşi geldi gidiyor işte inanır mısın hüzünlü bir aşk gibi insanın bir mendil bile kalmıyor elinde
hacer’anım bu yıl da iyisin değil mi (turgut uyar, 1982)
Başlarken de söylediğimiz gibi... Bu aş her derde deva bir aş! 'Sağlık için çorba' geçmişlerden gelen bir öğreti. Eskiden doktorun, hastanın yanından kalkıp mutfağa girmesi çok da yadırganan bir olay değil. Mesela güçsüz bedenler için öküz gibi güçlü hayvanların etinden yapılan çorbalar öneriliyor. Yılan Çorbası ise bambaşka bir olay. Bu garibanın vücüdu esnek olduğu için etinden yapılan çorbanın eklem ağrılarına iyi geldiği düşünülüyor. Kendisi sürekli deri değiştirdiği için cilt sorunlarını da düzeltirmiş yılanın çorbası vakti zamanında.
İncinin, deliliğe ve melankoliye iyi geldiği düşünülürmüş. Kanı da temizlermiş. O yüzden pişen çorbanın içine katarmış egemenler küçük incileriyle altın paralarını.
Damarlarında akan o al kanları yılan zehrinden arındıranlar mı delirdi, artık iyiden iyiye, yoksa biz mi melankoliğiz hep? Şimdi ocağa bir çorba vursam, içine de zümrütler, yakutlar doldursam Hrant'ım geri gelir mi?
Şimdi ocağa bir çorba vursam, içine de zümrütler,
yakutlar doldursam Hrant'ım geri gelir mi? "
Mercimek Çorbası için Malzemeler
(alfabetik sıra ile)
- Domates, peltesi ya da salçası - Havuç
- Ispanak, tazesinden bir tutam - Kırmızı mercimek, 1 ölçek
- Kimyon, pul biber - Patates
- Su, 5 ölçek
- Zeytin yağıYapım Önerisi
Yağ ile havuç ve patates kavrulmaya başlanır. Biraz renk, biraz da ekşi tat için domates peltesi ya da salçası eklenir ve kavurmaya devam edilir. Mercimek, kimyonşliğinde eklenir. Ateş az buçuk daha harlanırsa kırmızı mercimekler daha da kırmızı olur (yalandan kim ölmüş!). Su eklenir ve bir taşım kaynatılır. Sonrasında kısık ateşte kapağı kapatılır, ta ki çorba istenen kıvama gelinceye kadar. Ufak bir tavada yağ kızdırılır ve pul biberin özü alınır. Çorba servis edildikten sonra bir-iki tatlı kaşığı acı yağ gezdirilir. Üzerine üç beş de taze ıspanak atılırsa hakkında şehir efsaneleri dolaşır.
Notlar silsilesi
1. Herkes kendi ölçeğini bilir. Bire beş oranı, mercimeklerin bu mahlukatın ağız tadına göre yumuşaması için
deniz seviyesinden bilmem kaç metre yükseklikte, şu kadar basınç altında tespit edilmiş bir orandır. Çorbanın içine girenlerin kati ölçüsü olmaz. Çorba karışıklıktır, bulanıklıktır, disiplinsizliktir.
2. İnadına basit tabak, rastgele ışık, öylesine bir resim, gurme olmayan yemek; herkes için yemek.
3. Çorba evde de güzel pişer, ormanda da. Elektrikli karıştırıcılar çok da gerekli olmayan icatlardır.
4. İnek, kuzu, oğlak, böcek, köpek, alabalık, yengeç, domuz, tavuk, bıldırcın... Hayatta tutunsunlar. Toprağın verdikleri herkese yeter. Başlatmayın damak tadınızdan.
Yorumlar (0)