Fotoğrafta tenekeler içine saklanmış envaiçeşit çorba görülmektedir. Tenekelerin boyları üç aşağı beş yukarı aynıdır.
Kimyasal analizleri elimizde olmamakla birlikte yapıldıkları metalik malzemelerin birbirleriyle özdeş oldukları söylenebilir. Tenekelerin dış yüzeyleri renkli kâğıtlarla sarılıdır ve içerik hakkında bilgi vermektedir. Kağıtların selülozik özelliklerinin aynı oldukları söylenebilir. Tenekelerin yatay ya da dikey konumda olmaları herhangi bir anlam içermemektedir.
Fotoğrafın merkezinde yer alan ve İkinci Dünya Savaşı sonrası tüketim kültürünün simgesinin tasarımı da herhangi bir anlam içermemektedir; iki tanesi 3 Amerikan Doları’ndan satılmaktadır, Pasifik Okyanusu’nun ortasında yer alan bir adada. Çorbalar envaiçeşit ülkenin esintilerini içerse de çorbaların tenekelere aktığı mekânın aynı yer olduğu kesindir.
Yazıya aktarılan ve su uçurma yöntemi ile yapılan ilk seyyar çorba tarifi erken on yedinci yüzyıl tarihli sanırız. Sör Hugh Plat, kemikleri, jelatin kendini dışarı atana kadar kaynatıyor ve geriye kalan et suyunun, su kısmını da buharlaştırıyor. Geriye kalan yoğun sıvımsıyı sığ bir kalıba döküp bekletiyor.
Daha sonra küp küp kesip keten kumaş üzerinde kurumaya bırakıyor. İyice kuruyan çorba kalıplarını yine kumaşa sarıp saklıyor. İngiliz Donanması, 1757 tarihinden itibaren bu yöntemin en sıkı takipçilerinden. Bu sayede iki yıldan fazla süren Doğu Hindistan “seyahatleri” artık daha bir ‘keyifli’ hal alıyor.
"Bir ordu midesi üzerinde ilerler. Askeri, asker yapan çorbadır” diyen Napolyon Efendi doğal olarak kolay taşınan ve uzun süre dayanan çorba için dünyaları satıyor.
1804-1806 tarihlerinde Lewis ve Clark Amerika’nın Pasifik sahillerini karadan “keşfe” çıktığı zaman yine bu çorba kalıplarını istifliyorlar. Hatta öyle ki seyyar çorbanın masrafı keşif aletlerinin, silahların ve cephanenin masraflarını çokça geçiyor. Çok mu yemişler,
az mı insan öldürmüşler? Çok mu insan öldürmüşler, daha mı çok yemişler?
Kurutarak çorba yapma fikrini Kırım Savaşı sırasında Alexis Soyer ortaya atıyor ve bu fikri ile kendini göklere çıkartıyor, ününe ün katıyor ve tarihteki yerini alıyor. O sıralarda tarhana çorbası kaynıyor tabii Anadolu’nun köy evlerinde kim bilir kaç yüzyıldır. Neydi o Afrika atasözü? “Aslanlar kendi tarihlerini yazmadıkça avcılık hikayeleri avcıları yüceltmeye devam edecektir.” Bunu da biz ekleyelim mi ama? “Zebralar kendi tarihlerini yazmadıkça aslanların hikayeleri, aslanları yüceltmeye devam edecektir.” Göçebe Macarlar da çoktandır kuru malzemelerden çorba yapanlardan. On dördüncü yüzyıl tarihli bir kayıt kurutulup öğütülmüş eti keselerinde taşıyanlardan bahsediyor.
Çorbayı konserveleyip kutulara koyma fikri Napolyon Bonapart’a dayanıyor. Bu adamın bir araya getirdiği ordu, o zamana dek olan tüm kara ordularının boyunu kat kat aşınca; silah tutanları besleme görevi daha da bir önem kazanıyor. “Bir ordu midesi üzerinde ilerler. Askeri, asker yapan çorbadır” diyen Napolyon Efendi doğal olarak kolay taşınan ve uzun süre dayanan çorba için dünyaları satıyor.
Ufak bir kasabanın kaymakamı olan ve cam şişelerde çorba kavanozlamayı başaran Nicolas Appert, Napolyon’un küçük ödülünü 1810 yılında kapıyor. Ama bu işin patentini birkaç ay sonra İngiltere’den Peter Durand alıyor.
Yorumlar (0)