Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Dağ gibi piyanist, dağ gibi adam...

Sonsuza kadar sürecekmiş gibi geliyordu o zaman; dağ gibi piyanist, dağ gibi adam. Seni çok seviyorum, Janusz, biliyorsun. Huzur içinde uyu.

Dağ gibi piyanist, dağ gibi adam...

Janusz Szprot’u kaybettik, inanamıyorum, henüz sindirebilmiş değilim. Sahnedeki ilk karşılaşmamızı daha dün gibi hatırlıyorum: 2005 yılında basçı Murat Ulus ile birlikte çaldıkları bir mekana gitmiştim -ben daha yeni yeni caz standartları öğreniyorum o sırada. İkisiyle beraber çıkıp birkaç parça söylemiştim, bak o zamandan beri çalıyormuşuz; 14 yıl. Janusz o ilk andan itibaren beni meslektaşı olarak kabul etti ve bana yüzde yüz güvendiğini hissettirdi.

Bu güven, benim müzik hayatımın temel taşlarından biridir. Sahnedeki kuvvetimi de bu sevgi ve güvene borçlu olduğumu yıllar sonra anladım. Meğer yanımda bana inanan, beni destekleyen, sevgi ile müzik yapan ve sahnede iyi vakit geçirmeyi bilen böyle güzel insanlarla yetişebildiğim için ne kadar şanslıymışım. Ne kadar güzel bir sahne kültürü almışım. İstisnasız her görüştüğümüzde, konser ya da değil, müthiş bir sevgi gösterirdik birbirimize. Kahkahalar, kucaklaşmalar. Türkiye’den ayrılıp da ziyarete geldiğimde “Uçağının indiğini şehrin elektriğinin değişmesinden anlıyorum, hissediyorum” derdi.

Bu yüzden “Magnetic Lady” derdi bana. Çok özleyeceğim desteğini, sevgisini, güler yüzünü, müziğini. Ankara’da Samm’s Bistro’da, Ruhi’de, Hayal Kahvesi’nde o kadar keyifli anılarımız oldu ki. Her hafta yeni bir parça ya da düzenleme yapar, Murat Ağabeyi zorlamak için tam sahneye çıkarken önüne koyardı notaları. Festivaller, konferanslar, neler neler yaptık beraber... Janusz müziğe olduğu kadar eğitime de çok önem verirdi. Yurt dışına taşınmamdan memnun olmasa da, doktora yaparak akademik dünyaya atıldığımı öğrenince çok sevinmişti.

 Her yaz Türkiye’yi ziyaret ettiğimde de bana hangi konularda araştırma yaptığımı, neler okuyup öğrendiğimi ve neler yazdığımı büyük bir ilgi ile sorardı. Eğitim ile ilgili konuşmayı çok severdik. Hatta birlikte yaptığımız iki TEDx konuşmasının ilkinde konumuz onun eğlence ve eğitimin birleşiminden oluşan “edutainment” ismini verdiği eğitim felsefesiydi. Müzik yapma eylemini sevdirmeye odaklı, iyi vakit geçirmenin önemsendiği ve kişiye has repertuvarlardan oluşan bir eğitime inanırdı Janusz. Bilkent Üniversitesi’nde verdiği derslerin yanı sıra, özel piyano derslerinde de öğrencilerinin teknik ihtiyaçları ya da zevklerine uygun besteler yapar, onları o bestelerle ilerletirdi. Öğrencilerini kendi bestelerini yapmaya ve yaratıcılıklarını geliştirmeye de teşvik ederdi. Her yaz Polonya’ya arabayla gider, orada workshop düzenlerdi. O kadar kişide payı vardır ki Janusz’un, o kadar kulak ve kalp yetiştirdi ki saymakla bitmez.

Onu çok özleyeceğim kesin; bu yaz Türkiye’yi ziyaret ettiğimde ilk defa ona sarılamayacağım. Ama biliyorum ki size şimdi söylediklerimin hepsini zamanında ona da söyleyebildim, çünkü birbirimize sevgimizi hiçbir gün esirgemedik. Keşke daha fazla kayıt yapsaymışız ama...

Sonsuza kadar sürecekmiş gibi geliyordu o zaman; dağ gibi piyanist, dağ gibi adam.

Seni çok seviyorum, Janusz, biliyorsun. Huzur içinde uyu.

Meltem Ege - Vokalist, Eğitmen, Akademisyen

Yazar Meltem Ege

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış