Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Diyarbakır’ın Devrimci Kadın Vekili Nursel Aydoğan

Nursel Aydoğan, Bursa Yenişehir doğumlu, Türk asıllı bir aileden. Aydoğan, iki dönemdir Diyarbakır’da HDP milletvekili olarak görev yapıyor. Bir HDP vekili olarak Bursa’lı Aydoğan’ın bir günü nasıl geçiyor? Diyarbakır, nam-ı diğer Amed: Türkiye’deki Kürt illerinin en büyüğü, en fazla göç alanı, uzun yıllardır bölgenin siyasi merkezi, adeta bir metropol, bir başkent.

Diyarbakır’ın Devrimci Kadın Vekili Nursel Aydoğan

- Nursel vekil’e "HDP’den Amed milletvekili olmak nasıl bir şeydir" diye sorarak başlıyorum.

Gülümsüyor "Valla HDP milletvekili olmak zor, ama Amed vekili olmak iki kat zor” diyor. “Çünkü ideolojik ve politik olarak yanlış bir laf, affedilmez buralarda. Eleştirisi, çok sert gelir. Amed halkı politiktir, bilinçlidir. Dolayısıyla her söz ve davranışına dikkat etmen gerekir. Ama elbette HDP’li olmak onurdur benim için."

- Nursel Aydoğan, iki gündür Ankara’dan Diyarbakır’a muhabirlik etmek için gelen beni, evinde misafir ediyor. Başka misafirleri de var evde. Sabah saat 8.00
de mütevazi bir kahvaltı ile güne başlıyor. Her gün gece yarılarına kadar telefon görüşmeleriyle, ertesi günün programı da aşağı yukarı belli oluyor. Bütün HDP vekilleri gibi, gece-gündüz, 24 saat telefonu herkese açık. Kahvaltıdan sonra sabahları, genellikle duruşmalara gidiliyor. O kadar çok insan, yargılanıyor, haksız yere cezalandırılıyor ki; bunların takibi başlı başına bir iş. Resmi kurum, yani “devlet”in merkezi kurumlarından Valilik, Savcılık, Adli Tabiplik, Emniyet ile yüz yüze görüşmelere gitmeniz gerekiyor. Bu günlerde bu kurumların kapıları, milletin vekili de olsanız HDP’lilere kapalı, telefonlara da yanıt vermiyorlar... Günlük yaşamını izleyen, bilen biri olarak, bugünlerde bir gününün nasıl geçtiğini soruyorum?

“Sur'daki yoğun çatışmalar ve ardından gelen katliam sonrası, devlet kurumlarıyla yapılacak çok fazla iş oluyor. Hala her gün çok fazla ölüm, kıyım var. Çıkan cenazeler başka başka illere gönderiliyor. Cenazelerin birçoğu teşhis edilemeyecek kadar paramparça, kimlik tespitleri, ailelerin cenazelerini alabilmesi günler sürüyor. Sur’da

üç ay süren çatışmalar ve ardından gelen kıyım ve yıkım sırasında yaşamını kaybeden gençlerin çoğu, arkadaşları ya da başka siviller tarafından devletin eline geçmesin diye gömülmüş. Sur’da ablukanın kaldırılmasından sonra bu cenazeleri almayı umuyorduk. Bu şekilde gömülen 13 kişinin cenazesine hala ulaşamadık. Sözde operasyonlar bitmesine rağmen, ‘mayın temizliği’ adı altında bitmez tükenmez bir operasyon daha gerekçe gösteriliyor. Keyfi olarak cenazeleri almamız engelleniyor. Acil kamulaştırma kararıyla Sur’a milletin vekili olarak girişimiz engelleniyor. Devlet, o yasaklı bölgeye el koyarak yıkıma ve hafriyat çalışmasına devam ediyor. Bu arada taşınan hafriyatlardan ölü bedenler çıkmaya devam ediyor, kimlikleri belli olmadan moloz yığınlarının altında kalıyorlar. Aileler, yakınlarının cenazelerini almak için beklemeye devam ediyor. Ama ‘Devlet’, öldükten sonra bile zulüm yapmayı seçiyor, ‘gücü’nü göstermeye çalışıyor. AKP hükümeti, halka zulüm yapmayı ve acı çektirmeyi seviyor. Devlet kurumları bize cevap vermeyerek, HDP vekillerini işlevsiz kılma gayreti içerisinde. “Siz bunları milletvekili yaptınız ama bakın hiçbir işin üstesinden gelemiyorlar” imajı verilmek isteniyor. Fakat halkımız, bizim nasıl canla başla uğraştığımızın farkında. Halk, devletleşen AKP’yi tanıyor, biliyor; bu nedenle bu politika, beyhude... Aileler, bu sonuçsuz uzun bekleyişler nedeniyle
acı, ızdırap çekiyor... Yorgun, uykusuz, huzursuz perişan durumdalar. Bu arada uzaktan gelen ailelerin yemeği, kalacak yeri yok. Ulaşım sorunun çözülmesi gerekiyor. Bu arada gözaltılar, ev baskınları, aramalar ve tutuklamalar yoğun bir şekilde devam ediyor...”

- Politik gündemin dışına çıkıp, HDP’li kadın vekil olmak üzerinden “Nursel Aydoğan özelinde” konuşmak için çaba sarf ediyorum. Olmuyor, söz dönüp dolaşıp yaşanan gündeme gelip dayanıyor. Az biraz insani başka şeylere vakit yok gerçekten. “Özel” olan her şey, bu insani olmayan gündemin içinde kaybolup gidiyor!?

“Bursa Yenişehir doğumluyum ve Türk’üm” diye kendini anlatmaya başlıyor, Nursel Aydoğan. “Okumak için 78’lerde Ankara Hacettepe’ye geldim. Sol ve sosyalist hareketle tanışmam burada oldu. Daha sonra Kürt sorunu ile tanıştım. Bizde yani Bursa’da “Kürt” diye bir şeyden söz edildiğini duymamıştım. “Doğulular” diye söz edilirdi. Tam bir resmi Türkiye Cumhuriyeti politikası ve öğretisi yani. Kürt halkının varlığından bile habersizdim. O zaman fark ettim ki: Kürt halkı en çok ezilen, kimliği, dili, varlığı yok sayılan halkmış. Böyle böyle başladı özgürlükçü mücadelem. Bulunduğum her yerde sendikada, sivil toplum örgütlerinde Kürt halkının sorunlarını dile getirmek, sahip çıkmak ve savunmak mücadelemde öncelikliydi. Keşke benim gibi Kürt mücadelesinin içinde olan Türk dostlar daha fazla olsaydı. Bu sorun daha hızlı ve kolay çözülebilirdi. Türkiye’de ne zaman milliyetçilik öne çıkarılsa, ilk Kürtlere saldırı ve linçler yaşanır. Nedeni de sadece Kürt olmalarıdır".

"Zorluklara karşın halkın ilgisi, sevgisi ve saygısı, bu zorlukları aşmayı kolaylaştırıyor. Son dönemlerde yaşananlar nedeniyle zorlu süreçlerden geçiyoruz. Devletin saldırılarına karşı halkın kazanımlarını ve mücadelesini ayakta tutmak, yanında olmak, dayanışmak, öncülük etmek bizim sorumluluğumuz. Böylesi genç ölümlerinin, katliam ve yıkımların olduğu bir zamanda ‘özel ya da ailevi’ diye bir şey asla söz konusu olamaz. Bir kızım var İstanbul’da okuyor. Neredeyse 3-4 ayda bir görebiliyorum. Bu kadar gencin yaşamını yitirdiği bir coğrafyada kendi çocuğum için kaygı duymak herşeyden önce bana insani gelmiyor. Bizim canımız kimsenin canından daha kıymetli değil”.

- Bir başka gözlemim de: bölgedeki dayanışma. Bu dayanışmanın bu kadar güçlü olmasına şaşarak, soruyorum?

“Eğer bu dayanışma olmasaydı, biz nasıl ayakta kalıp mücadele yürütebilirdik? KCK davasında 12bin kişi tutuklandı. 100bine yakın kişi gözaltına alındı. Eee şimdi bunların yakınları var, çocukları var.”

- Görüşmeyi yaptığımız sırada R.Tayyip Erdoğan’ın HDP’li vekillere yönelik fezlekeleri için işlem yapılması ve milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki talimatı gündemdeydi (şimdi yazı hazırlanırken dokunulmazlıkların kaldırılması tasarısı meclise getirildi ve CHP ile MHP desteğini açıkladı). Fezlekeler konusunu soruyorum. Çünkü HDP’li her vekilin yığınla fezlekesi mevcut, hepsi de siyasi.

“Recep Bey’in muhtarlarla yaptığı her toplantı (ki sayısını kimse takip edemez oldu) sonrası, gündem oradaki konuşmayla belirlenir oldu. Padişahtan çokpadişahçı olanlar da harekete geçip görevlerini layıkıyla yerine getirir oldular. Gündem sürekli oradan belirleniyor. Demirtaş’tan sonra en çok fezlekesi olan benim sanıyorum. Bu, AKP’nin HDP’yi meclis dışına atma çabasıdır. Biz tüm vekillerin dokunulmazlığı kaldırılsın dediğimizde, kabul etmediler. Kendilerinden korkuyorlar. Bizimkiler, siyasi fezlekedir; onların ki: hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet gibi adli konular... Yargıdan hala paraleli temizleyemediklerini düşünerek mahkemeye çıkmaktan korkuyorlar.”

- HDP’li vekiller, Ankara’da da bulundukları her yerde de, neredeyse kalabalık bir komün hayatı yaşıyor. Ortaklaşmacı bir yaşamı mı deneyimliyorsunuz (?) dediğimde, gülüyor.

“İnsanlar daha önceleri de binlerce yıl komünler halinde yaşamış. Böyle bir ideolojiden geliyoruz; bu nedenle de komünal yaşamın örgütlenmesi, kafamızdaki düşüncenin hayata geçirilmesi bir anlamda. Bir başka neden: Diyarbakırlılar inanarak, güvenerek iki dönemdir beni (bizi) milletvekili yapıyor. Ben de devletten aldığımı halkımızla paylaşmak istiyorum. Evlerimiz, konuklarımıza her zaman açıktır, gerçekten hiç boş kalmaz. Birlikte yaşıyoruz, paylaşıyoruz. Ha bir de benim burs verdiğim öğrencilerim var, bunlar da beni mutlu ediyor.”

- Son cümle olarak “kızınızla ilişkiniz nasıl, vakit ayırabiliyor musunuz” diyorum?

“Küçükken kendisine daha fazla vakit ayırmamı istiyordu. Anne olduğumu unutmuyorum, elbette getirdiği bir takım sorumluklarım var. Fakat artık büyüdü üniversitede okuyor. O da bu ülkede yaşıyor ve bu ülkenin gerçeklerini o da benim gibi yaşıyor.
Bu nedenle özel bir talebi olmuyor, şikayetçi değil.
Zaten hep diz dize yaşamak da mümkün değil. Hukuk okuyor ve Türkiye’nin siyasi durumunu yakından takip ediyor. Bu atmosferi o da yakından yaşıyor. Biz birlikte mücadele etmeyi tercih ediyoruz, mücadele arkadaşıyız.”

- “Peki hiç mi başka bir yaşam özlemediniz?” Önce o, ardından ben gülüyoruz:

“Devrimcilikten emeklilik yok” diyor. “İşçilikten, memurluktan her meslekten emeklilik var, ama devrimcilikten yok. 18 yaşından beri siyasetin içindeyim. Yaşımız ilerlese de 70-80 yaşına da gelsek ülkenin sorunlarının çözümü için mücadeleye “yaşlı devrimciler” olarak devam edeceğiz sanırım. Bu ortamdan çıktığımda sudan çıkmış balık gibi hissederim kendimi. Yaşayamam gibi geliyor bana, ölürüm herhalde. Başka bir yaşam bilmiyorum” diyor.

Günü gözaltına alınıp bırakılanlara ziyaret ederek ya da öldürülenlerin ailelerine gidip taziyelerde bulunmakla bitiriyoruz. Akşam eve döndüğümüzde acele bir yemek yapıp geç saatte yemeğimizi yiyoruz. Yemek boyunca ertesi günün planlanması ve gündeme göz atmakla geçiyor zaman.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış