Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Dünya Evimiz Uluslararası Dayanışma Derneği

Dünyanın Her Günü

Dünya Evimiz Uluslararası Dayanışma Derneği

Aman üryan geldim gene üryan giderim
Ölmemeye elde fermanım mı var efendim
Azrail gelmiş de can talep eder
Benim can vermeye dermanım mı var efendim

Karacaoğlan

İltica, öz yurdunda huzur bulamayanın gurbete yolculuğudur. Ve iltica etmek, kaderin olan coğrafyadan, başkalarının kaderi olan coğrafyalara sığınmaktır en basitinden... Bir alımlık nefes uğrunadır bazen bu. Korunmak ereği ile türler içinde elbette en güveneceğin kendi türüne, insana sığınmanın adıdır. Teninin renginden, konuştuğun diline, doğduğun yerden, çocukken oynadığın oyuna, sıra sıra dizildiğin halaydan, giyindiğin rubaya kadar ayrışsan da en azından doğarken ve ölürken eşitlendiğini bildiğin ve aslında yaşarken de eşit olmaya inanmaktan hiç yılmadığın insana sığınmak... Dahası, aksi için elinden geleni ardına koymayan dünya düzeni karşısında, bu eşit olduğuna inandığın tüm insanlığın hak ettiği bir yaşama duyulan özlemdir. Bir yandan da bu arsız düzenin, kendi türüne layık gören aynı insan tarafından yaratıldığını görmezden gelmektir... Ve bir bakıma, zamanı olduğu gibi, mekanları da parselleyerek var olan modern hayatın istemeden dünyaya getirdiği bu çocuğun yolculuğu; başa ne zaman, neyin geleceğinin kestirilemeyecek olmasının ete kemiğe bürünmüş halidir. Modern insanın teminatlarının, bir saniyeden bile kısa zamanda tarumar oluşu belki... Mülteciliğe sebep bu tepetaklak oluş, bir umudun, Zümrüt-ü Anka kuşu misali küllerinden yeniden alev almasıdır. Güzelim toprakları un ufak edenlerin kirli hesapları karşısında yaşama dört elle sarılmanın ortaya çıkardığı bir ezber bozma hali olan mültecilik, kendindeki bu alev topunun gücü ile istediğinde ateşe de verebilir, kendini "dört başı mağrur" sanan tüm garanticilikleri. Çıpası umut olan insanın direnmesinin adı olan bu hal, neleri ateşe vermezdir ki istediğinde... Biliriz ki en güçlümüz, en zayıf anda umudu yitirmeyenimizdir çünkü. Mültecilik, insanlığın en zor deneyimi olarak, bir yandan hiç geçmeyecek bir hasrete düşmek olabilir. Kendine hasret düşmek yani... Kendinde olan ne var ise, artık olmamasından doğru bir hasretlik... Yârine, yoldaşına; belki çocuğuna, evinin bahçesinde yemiş veren ağacına, her şeyden öte sılaya özgü kokuya... Ama bir yanıyla tekmil umut etmektir işte eskisi gibi olmasa da yerine bir gün gelecek her şeye. Olmaya hak kazanıldığında, kendine münhasır üstünlükleri bahşeden "yurttaşlık" karşısında, mültecilik, toprakları tarih boyu savaşlarla çevirmiş devletlerin bu enaniyetine şerh düşerken; aslında çırılçıplak doğup öldüğümüz hayatın tüm gösterişlerine, kaybettiklerine rağmen meydan okumaktır. Ve aslında, ancak haksızlığa uğrayanların umuduyla başka bir yere dönüşecek dünyanın her günü mültecilerindir. Tüm mültecilere saygı ve inançla...

* Dünya Evimiz Uluslararası Dayanışma Derneği

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış