Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Dünyadan Güzel Şeyler - 9 Dayanışmanın Sürdürülebilirliği

Her şey çok hızlı ilerledi. Bundan iki ay önce hiçbir Avrupa vatandaşı aylarca sadece alışverişe gidebilmek için evden çıkabilecek olma halini aklına bile getiremezdi. Bugün İtalya’da izolasyon ikinci ayını tamamlamaya yaklaşırken, İspanya, Almanya, İsveç, Finlandiya, Hollanda gibi birçok ülkede de birinci ayını doldurdu. Ama bu yazı virüsün kendisi, ciddiyeti veya yayılmasının farklı ülkelerce yönetilme şekli ile ilgili değil. Köşenin adına yaraşır bir biçimde güzel ve umut verici şeyler anlatacağım. Bu bölümde, tam otuz gündür çıkmadığım evimden gözlemleyebildiğim kadarıyla, tüm dünyayı etkisi altına alan, bütün bildiklerimizi unutturan, yaşamı sorgulatan Covid-19 mücadelesinin gün yüzüne çıkardığı, izolasyon süreci uzadıkça çığ gibi büyüyen dayanışma inisiyatiflerinden bahsedeceğim.

Dünyadan Güzel Şeyler - 9 Dayanışmanın Sürdürülebilirliği

Aslında bu bölüm için çok farklı planlarım vardı. Mutluluk ekonomisinden, Finlandiya gibi soğuk ve karanlık bir ülkenin nasıl üst üste iki sene Birleşmiş Milletler tarafından dünyanın en mutlu ülkesi seçilebildiğinden ve insanların mutluluk anlayışının doğa ile nasıl bağdaştığından söz edecektim. Hatta bu konu için bir arkadaşımla ufak bir röportaj yapmıştım. Fakat yeni Corona virüsüne bağlı Covid-19 hastalığının dünyaya yayılarak yüz binin üzerinde can almasıyla gündem öyle hızlı değişti ki, mutluluk konusu önümüzdeki sayılara kaldı.

Salgın Asya odaklı olmaktan çıkıp İtalya’nın kuzeyini etkisi altına aldığında henüz Finlandiya’daydım ve hayat normal seyrediyordu. Fakat Mart ayı başında iş için iki haftalığına Barselona’ya gitmem gerekti. O an henüz İspanya’da bir problem olmadığı için gittim ve açıkçası Barselona’daki ilk haftam çok güzeldi.
Hava güneşliydi, insanlar sokaklarda yiyor içiyor, dükkânlara girip çıkıyorlardı. Araştırma için gittiğim üniversite de henüz açıktı ve dersler devam ediyordu. Ne olduysa ikinci haftanın ortasında İspanya’daki vaka sayısının hızla tırmanmasıyla oldu. Dükkânlar tamamen kapandı, restoranlar bir anda boşaldı ve üniversite eğitime ara verdi. Aynı anda durumun vahametinin farkına varan diğer Avrupa ülkeleri de izolasyon çağrısı yapıp, otel,

kafe, iş yerleri ve okulları kapattılar. Haliyle ben de apar topar İspanya’dan ayrıldım ve çalıştığım üniversite kapalı olduğu için Helsinki’ye dönmek yerine, Hollanda’daki evime döndüm ve evden çalışmaya başladım. Bugün tamı tamına bir aydır evdeyim ve bu otuz gün içerisinde insanların olmadığı yerlere doğru yaptığım kısa koşular

ve haftada bir kez çıktığım alışverişlerle birlikte dışarıda geçirdiğim süre toplamda on saati aşmamıştır.

Eve kapalı olmaktan ziyade, her gün kaç kişinin hayatını kaybettiğini anlatan haberler karşısında çaresiz kalmanın, hiçbir şey yapamıyor olma düşüncesinin verdiği umutsuzlukla baş etmenin zor olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, virüsün insanları hem kent ölçeğinde hem de uluslararası ölçekte birbirine yaklaştırdığını ve bu hayatta kalma mücadelesi karşısında insanların birbirilerine olan tahammül seviyesinin arttığını gözlemledim. Dışarı çıkamayan komşuları için alışveriş yapanlar, balkonundan konser verenler, sergilerini dijital ortamda halka açan müzeler, her akşam sağlık çalışanlarını alkışlayanlar, çevrim içi yoga dersi verenler, hem evden çalışması hem de okula gidemeyen çocuğuyla ilgilenmesi gereken ebeveynler için dijital içerik üretenler, içki damıtmayı bırakıp hijyenik jel üretimine geçen fabrikalar, atölyelerini maske üretimine açan modacılar, liste uzadıkça uzuyor... Dünyanın her yerinde insanlar bu çaresizlik duygusunu yıkmak, kendilerinden daha zor durumda olanların hayatlarını kolaylaştırıp bu süreci birlikte atlatmak için olanakları el verdiğince çabalıyor. Bu dayanışma hareketinden yola çıkarak, Türkiye’nin virüs ile mücadelesi için de ilham verici olduğunu düşündüğüm birkaç basit ama çarpıcı inisiyatiften bahsetmek istiyorum.

Sevdiğiniz sanatçıları evinizden dinleyin İzolasyon sürecinden en çok etkilenenlerin başında, geliri kısa dönemli organizasyonlara veya sahne işlerine bağlı olan serbest sanatçılar geliyor. Keikalla platformu (www.keikalla.fi) bu sanatçıların dijital ortamda verdikleri konserlere bilet alarak ulaşmanızı sağlıyor. Böylece hem evde geçirdiğiniz süreye müziği dahil etmiş hem de takip ettiğiniz sanatçıları bu zor zamanda desteklemiş oluyorsunuz. Örneğin 22 Mayıs akşamı Finlandiya’nın en meşhur metal gruplarından, 2006 yılının Eurovision galibi Lordi, kutup çizgisi üzerinde bir konser verecek. Konserin biletlerini sadece 12 avroya almak mümkün. Keikalla üzerinden sadece Finlandiyaorijinli müzisyenler değil, dünyanın her yerinden dj’ler, gruplar, virtüözler, komedyenler, sahne sanatçıları evinizi ziyaret edebiliyor. Finlandiya gazetelerinden birinde Keikalla sayesinde bu tür sanat aktivitelerine katılım oranının üç kart arttığını okudum. Aynı yazı, izolasyon bitse bile insanları sanatla buluşturan bu inisiyatifin devam etmesi gerektiğini savunuyordu.

Bana bir sütlü kahve, ama Temmuz’da gelip alacağım Avrupa’nın çoğu yerinde beli bükülen başka bir sektör de yeme-içme sektörü. Özellikle şehir merkezlerinde ödedikleri yüksek kiralarla kahve zincirlerinin karşısında normal şartlarda bile güçlükle ayakta kalan küçük işletmeleri oldukça zor zamanlar bekliyor. Hollanda özelinde konuşacak olursak, otel, restoran ve kafelerin oluşturduğu ‘horeca’ sektörü, salgının Hollanda’yı ilk etkilediği andan beri kapatılmış durumda. Yaşadığım yer olan Delft kent merkezi de henüz zincirleşmemiş birçok küçük kafe ve restorana ev sahipliği yapıyor. Bunlardan bazıları temassız bir biçimde ‘paket servis’ sunmaya başlamış olsa da uzun dönemde kaderleri bu servisi kullanan müdavimlerinin inisiyatifine kalıyor. Bu sebeple, etrafımdaki birçok kişi, dayanışma amacıyla haftada birkaç defa bu hizmetlerden yararlanma kararı aldı.

Öte yandan evlere servis sistemi ile organize olamayan veya ürünleri bu sisteme uygun olmayan birçok işletme çaresiz kepenk indirmek zorunda kalıyor. Bu işletmelerden bazıları, web sayfaları üzerinden ileriye dönük satış yapmaya başladı. Yani, normalde gidip içtiğiniz kahveyi şimdiden satın alıp mekân yeniden açıldığı zaman içerek müessesenin ayakta kalmasına yardımcı olmuş oluyorsunuz. Britanya menşeili Wriggle (www. getawriggleon.com), bu sistemi Indie Kitty adını verdiği yeni bir platform üzerinden bütün işletmelerin erişimine açık hale getirmiş. Normalde devam ettirmekte zorlanıyorlar. En basit örneğiyle, herkesin panik halinde stok yapmasıyla biten ekmek, süt gibi temel gıdalara, gençler kadar mobil olmayan yaşlıların erişimi zorlaşıyor.

Salgının ilk haftasından itibaren Hollanda’nın her yerinde kentliler bu tip ihtiyaçlara cevap vermek üzere sosyal medya üzerinden çok hızlı bir biçimde organize oldu. Her şehir için farklı kanallar açıldı, gruplar kuruldu. Fakat yaş ortalaması arttıkça sosyal medya kanallarına erişim azaldığından, bu şekilde yeterince insana yardım edemiyor olduğumuzu gördük. Grup üyelerinin güvenilirliğini teyit ettikten sonra, el ilanları bastırıp bunları kendi mahallerimizdeki evlerin posta kutularına bıraktık. İlan kısaca ‘bizler risk grubunda olmayan komşularınızız, sizin sağlığınızı tehlikeye atmadan alışverişinizi yapmak, köpeğinizi gezdirmek gibi gündelik işlerinizde yardımcı olabiliriz’ diyor. Henüz Hollanda’da durum bu vahamette olmamasına rağmen, gidişatın belirsizliğine karşı yardımlaşmagirişimcilere keşfedilmek, yeni ürünlerini tanıtmak veya atık üretimlerini azaltmak gibi konularda çözümler sunan Wriggle, Covid-19 salgınının işletmelerin bağımsızlığını çok hızlı bir biçimde etkileyeceğini görüp, kullanıcılarını, ücretleri 5 ila 40 sterlin arasında değişen kuponlar ile ileriye dönük alışverişler yaparak sevdikleri kafelere önümüzdeki birkaç ay boyunca devamlı bir gelir sunmaya davet ediyor. Bu sayede işletmelerin en azından kira ve maaş gibi temel giderleri karşılamasına ön ayak olmuş oluyor.

Merhaba, ben bu sokakta oturuyorum, risk grubunda değilim ve size yardım edebilirim Bu cümle, Delft sakinleri olarak risk grubuna giren komşularımızın gündelik ihtiyaçlarını karşılamalarına yardımcı olma amacıyla dağıttığımız el ilanlarının ilk cümlesi. Belli bir yaşın üzerindekiler, astım, diyabet gibi kronik rahatsızlıkları olanlar veya başka bir hastalığın tedavisini görenler Covid-19 için risk grubunda kabul ediliyor. Hollanda’da bu insanların büyük
bir çoğunluğu yalnız yaşıyor ve özellikle Delft’in yerlilerinin yaş ortalaması oldukça yüksek. Ya evden çıkarak kendilerini riske atmak durumundalar ya da evden çıkmaya korktukları için hayatlarını ağlarını şimdiden kurmanın hem hazırlıklı olmak açısından hem de insanların kendilerini yalnız hissetmemeleri açısından faydasını gördük.

Ülkelerin virüsle mücadele politikaları çeşitlilik gösterse de alınan önlemler aslında hep aynı noktaya varıyor: Olabildiğince dışarı çıkmayın, birbirinize göz kulak olun ve küçük girişimcileri destekleyin. Verdiğim örnekler ölçeğindeki dayanışma umut verici fakat, yerel yönetimlerin ve devletlerin sunduğu, süreç uzadıkça önemleri artacak olan yardım paketlerinden de söz etmek gerekir. Örneğin Hollanda, işleri bir anda duran girişimcilere, ki bu bir mimar, bir programcı, bir kuaför veya bir şef olabilir, üç ay boyunca dört bin avroluk bir yardımda bulunma kararı aldı.
Aynı şekilde Finlandiya ve Britanya kriz boyunca girişimcilere ortalama kazançlarının yüzde sekseni oranında yardım yapacak.

İstatistikler bu sürecin beklediğimizden daha uzun olacağını gösteriyor. Yine de ben durumun bir nebze düzeleceğini umarak, gelecek sayıda dünyanın en mutlu ülkesi Finlandiya’dan, mutluluğun Finler için ne anlama geldiğinden, mutluluk ekonomisinden ve mutlu olmanın öğrenilen bir şey olduğu prensibiyle kurulan mutluluk okulundan bahsedeceğim. Sağlıkla kalın.

Yazar Sine Çelik

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış