Jean-Pierre Jeunet’in, Amelie filmini görmeyen kalmış mıdır, bilmiyorum. Amelie’nin komşusu Cam Adam’dır. Kendini eve kapatmış, kapatmak zorunda kalmış, bir iki kişi haricinde kimse ile görüşmeyen, ve yirmi yıl boyunca her sene Renoir’ın Luncheon of the Boating Party (Tekne Gezisinde Öğle Yemeği) tablosunu yaparak, izleyene Sisifos’u hatırlatan bir adam. Adamın kırılmaları, duygusal sıçramaları, çizdiği resmin içindeki sosyallik ve yalnızlık... Cam Adam bağlamında aranılan o “normalleşme”ye giden yolun sosyalleşmekten geçtiğinin, topluma karışmak gerektiğinin bir örneği film. Belki de adamın tek ihtiyacı toplumun içine karışmasıdır. Bu herkesin kurtuluşu bulacağı, özgürleşeceği bir alana da işaret ediyor. Sartre’ın “gırtlağımıza kadar kendi yaşamımıza gömülmek” diye betimlediği bunalımın çıkış noktası belki de başkalarına dokunmaktadır.
Engelliler konusunda hep bahsedilen eşitlik, temel ihtiyaçlar ve ayrımcılığa uğramak gibi kavramları, kimseye yük olmadan sosyalleşebilmeyi ve bu sosyalleşmenin sonucu tüm toplumun kendini yeniden şekillendirmesini işaret ediyor. Farkındalık belki de Japonların “wabi-sabi” dediği kusurların güzelliğini ortaya koymayı vurgulayan felsefelerinden de yola çıkarak onca kırılmaya inat, her kırığın yeni bir ben yarattığını ve bu her yeni benin içinde ayrı güzelliklerin olduğunun farkına varmakla başlıyor. Bunu görmekle birlikte biz de iyileşmeye giden yola çıkmış oluruz belki. Yine filmden, Cam Adam’ın bir repliğinden “Senin kemiklerin camdan değil, hayat seni yine de kırabilir” alıntılayarak engeli olmayan fakat engel yaratan toplumun bir kesimine, kırılan kemikleri ve kırılmayan yürekleriyle örnek olup üretmenin, üretimi paylaşmanın, sosyal yaşamla bütünleşmenin bir örneğini gösterdikleri için teşekkür ederek sözü Elif Gamze ve Cüneyd’e bırakalım.
Solfasol: Elif, kitapların olduğunu biliyorum ama ben özellikle Senagal seyahatini merak ediyorum. Ondan biraz bahseder misin?
Elif: “Hiçbir şeyin sana engel olmasına izin verme” diyerek kitap ve serginin ismine ilham veren doktorum Doç. Dr. Özgür Demir’in desteklemesi
ile Senegal seyahatinin önü açılmış oldu. Esasen İzmir Fotoğraf Günleri’nde Afrika’yı seyahat eden bir fotoğraf sanatçısı ismini Ahmet Arif’in Anadolu şiirinden alan Anadolu’yu Tanıyor Muyuz? (2010) sergimi beğendi ve Afrika’yı da görmem gerektiğini salık verdi. Böylece aklıma düşen Afrika, gözümde çok da büyümüş oldu. Görme engelli Sophie Massieu’nun Senin Gözünden belgeseli de esin kaynağı oldu. Gazetecilik geçmişimin de olması, tesadüfen o sırada orda olan aile dostumun da desteklemesiyle “Hayatımda yaptığım en iyi iş” diyebileceğim şeyi gerçekleştirmiş oldum. Doktorumun da motivasyonuyla da 20 gün süren Senegal macerası başlamış oldu. Gezime Yenimahalle Belediyesi sponsor oldu. Orda çeşitli gözlemlerim oldu. Mesela sigara ve ayakkabı kullanımı olmayan Senegallilerin Avrupalılarca buna alıştırılması, dinin ve kapitalizmin kabile ve komün yaşamına etkisi vs. Çocukların durumu oldukça kötü ve kadına “anne” bakış açısı “dokunulmazlık” içeriyor.
Hakikati görmek için Güneydoğu’yu ve özellikle Afrika’yı bilmeli insan. Fotoğrafla uğraşan herkese önerim bu. Fotoğraf yarışmalarından alınan ödüller anlamını yitiriyor o toprakları görünce. Yüreğime dokunan bir gezi oldu özetle. Diğer taraftan, Yenimahalle Belediyesi’nin Dakar Belediyesi ile kardeş belediyeler olmasını da sağladım bu gezi vesilesiyle.
S.: Peki gazete süreci nasıldı?
E.: Evrensel Gazetesi’ne 2006’da başladım. İlknur (Yılmaz) Ablanın ve Aydın Çubukçu’nun yardımı, desteği çok oldu. İlknur Yılmaz her zaman kendi haberini kendin sun derdi. Engellilerin eylemi olduğunda beraber gidiyorduk. Bana mikrofonu veriyordu ve ben sadece kameramanım, ben çekeceğim sen haberi sunacaksın, diyordu. “Yapamazsın” kelimesi yoktur bizde, Biz direnmezsek hiçbir şey ortaya çıkmıyor. Destekçi büyüklerim engelli haberlerini, eylemlerini yazarken bu haberi yapmak senin görevin, bunu senin yapman lazım, bizim değil, diyordu. Biz yapsak ne olacak senin kendi sorununu kendin anlatman lazım diyorlardı. Kendi sorunumuz kendimiz dile getirmeliyiz.
S.: Cüneyd, “Bir Çentik- TMK Mağduru Çocuklar İçin Progessive Sergi”nizden bahseder misiniz.
Cüneyd: Konu çocuklar olduğunda hassas yaklaşmak gerekiyor. Her gün duygu ve düşünce dünyası yıkıma uğrayıp yeniden yeniden inşa olan çocuklar; yetişkinlerin, tırnak içinde "Akıllı(!)" insanların yarattığı travmalara ve istismarına maruz kalıyorlar. Oysa çocuklar en güzel insanlardır.
Bu anlamda yaşam koşullarına algılamalarına bakılmaksızın önyargılı hoyrat değerlendirmeler ve yaklaşımlar sonucu psikolojik ve fiziksel travmaya uğruyorlar. Onları iyi bireyler olarak yetiştirmenin yolu ölçüsüz ve orantısız şiddet
ve cezalandırmalardan değil onların dünyasını anlamakla gerçekleşir. Her şart ve ortamda fiziksel ve psikolojik şiddete ve yetişkinlerin istismarına maruz kalan çocuklar konusunda farkındalık yaratmak amacıyla hazırladığımız sergi çalışmamızı değerli buluyorum.
S.: Elif, engelli bir kadın olmak desem...
E.: Evet... Engelli olmak zor, engelli kadın olmak daha da zor. Her tür platformda eve kapatılmaya çalışılan ve/veya özendirilen kadının bu dayatmalardan kendini koruması, baskı altında kalmadan neyi, nasıl yapacağına kendi hür iradesiyle karar
vermesi gerekir. Dönüşüm çocukların eğitilmesiyle gerçekleşecektir. Özellikle kız çocuklarına bunu öğretmeliyiz. Kadın olmanın sadece evden ibaret olmadığını, toplumda varlığını sürdürebilen, üreten, ürettiğini paylaşabilen dik ve onurlu bir kadın olmayı öğretebilmek gerekiyor. Paylaşmayı bilmiyoruz, öğretemiyoruz. Paylaşmaktan kastım bilgi paylaşımıdır. Ben inanıyorum ki herkes kendi payına düşeni layıkıyla yerine getirirse dünyada savaşların biteceğine, sevgiyle yaklaşabilirsek her şeyin güzel olacağına inanıyorum.
Engelli kadınlar ayrıca, bazı bastırılmış duyguların da sahipleridirler. Toplumsal olarak yaşadığı ilişkiden tutun da iş hayatına kadar bir dizi duygu durumu engelli kadını donatmıştır. Yaşadığı ilişkide, diğer kadınların karşılaştığı toplumsal baskının üstünde baskı hissederler. Bu baskı farklı sonuçlar doğurabilmektedir. Örneğin; engelliler genellikle evlenip, hemen çocuk yapmak isterler. Engelli kadın kendini evlilikle ispat etmek yükümlüğünde hissediyor. Hayatta başarılı olmayı evlenmekle özdeşleştiriyor. Biz kadınlara çok görev düşüyor. Sevgiyi paylaşmak çok önemli. Yaşadığım ilişkinin bile toplumsal bir mesajı olmalı. Yani güzelliği paylaşabiliyorsan, güzel bir hayatı paylaşabiliyorsan bir insanla topluma da bunu yansıtabiliyorsan, sevgiyi dağıtabiliyorsan topluma, ne mutlu bana. Bizim buna ihtiyacımız var. Aslında yaralarımızı da bununla sarabiliriz.
S.: Yerel seçimler yaklaşırken söz ülke siyasetine gelsin, yerel yönetimlerden beklentiniz nedir?
E.: Ulaşım sorunun çözüme kavuşturulması temel talebimizdir.
S.: Son olarak da açılacak olan serginizden bahsederek bitirelim sohbetimizi...
C.: Sergi Elif Gamze'nin resim benim de karikatür çalışmalarımdan oluşmakta. İnsanın doğayla olan savaşını ve doğayı yok edişini ve insan, toplum ve doğa ilişkisini kendi perspektifimizden, kendi algılayışımızla anlatmaya çalıştık. Birlikte olguları çalışmalarımıza ne kadar yansıtabildik buna izleyenler karar verecektir. Kuşkusuz ki henüz çok yol yürümedik ama kendi rengimizi katabildiğimiz ölçüde hayatı güzelleştirebiliriz. Yaşam, doğa, insanın çıkarlarının hoyratlığıyla tükenmekte Çalışmalarımızla ezilen, sömürülen ve yok edilen yaşam unsurları konusunda bir nebze farkındalık yaratabilmeye katkıda bulunmak. Dileğimiz renkler hiçbir zaman solmasın, yok olmasın.
E.: Biz çok severek hazırladık umuyoruz ki sergimizi sanat severler de beğenirler.
Yorumlar (0)